Zehirli | Konular | Kitaplar

sapık fırkalar

Kur’an’ı mehcur bırakmak

Modern zamanlarda Müslümanlar’ın Kur’an’ı mehcur (terk edilmiş) bıraktığı ve bunun, başımıza gelen bunca zilletin en büyük sebebi olduğu hakikat. Ne ki, Ümmet’in içinde bulunduğu çıkmazlardan ancak “Kur’an’a dönüş” ile kurtulabileceğini söyleyenlerin sayısı her geçen gün arttığı halde çok fazla bir şey değişmiyor.

Bu söylemi dillendirenlerin, sadece ülkemizde değil, İslam Dünyası’nın farklı yerlerinde hemen hemen aynı argümanları kullandığını, aynı gerekçelere dayandığını biliyoruz. Bu nokta ilginçtir…

Söylediklerinin “mutlak hakikat” olduğu vehmiyle, en bariz hata ve yanlışlarına dikkat çekenleri bile “haset”le, “menfaatperestlik”le vs. suçlamayı tercih etmeleri, grupçuluğa, hizipçiliğe –haklı olarak– tenkit yöneltirken kendilerinin yaptığının da sıradan bir “grupçuluk”tan öte bir şey olmaması, meseleye basiretle bakanların gizlisi değil…

Müslümanlığın Birliğini Bozan Mezhepsizlik Fitnesi

MÜSLÜMANLAR için büyük fenalıklardan biri dinî konularda herkesin kendi kafasından, kendi heva re’yine göre konuşması, ulu orta dinî ve şerî konularda açıklama yapması, hüküm vermesidir.

Bundan kırk, elli sene önce ülkemizde böyle bir kötülük yoktu. Sonra “iyi yetişmemiş” icazetsiz kişiler kafa karıştırıcı, tahripkâr bir çığır açtılar.
Biri çıktı, Reşid Rıza adındaki Arap yazarının Telfik-i Mezahib (Mezhepleri bir araya getirmek, hükümlerini karışık olarak tatbik etmek) kitabını bastırdı. Hem de Diyanet’e bastırttı. Hâlbuki İslâm uleması telfika cevaz vermemiştir.

Bu kapı aralandıktan sonra bunun ardından mezhepsizlik fitnesi ülkemize sokuldu. Aslında bu fikir ve cereyan şu meşhur farmason ve takiyyeci Cemaleddin Efgani’nin çıkarttığı bir şeydir. Adam, Ehl-i Sünnet disiplinini yıkmak, dinin safiyetini bulandırmak için “İşte Kur’an, işte hadisler! Herkes dinini bu ana kaynaklardan öğrensin” diye bir “İctihad çığırı” açtı. Mühendis, doktor, hukukçu, işadamı, terzi, üniversite öğrencisi velhasıl dinî tahsili olmayan her Müslüman eline Kur’an tercümeleri, mealleri, tefsirleri alacak, bunlara ilaveten hadîs kitapları, külliyatları... Bunlara bakarak, bunlardan hüküm çıkartarak dinini öğrenecek. Ne kadar yaldızlı bir hayal. Niceleri böyle kendi kafalarınca hüküm çıkartırken, dinden çıktılar da haberleri olmadı.

"KURÂN-I KERİM'İN ŞİFRESİ"

Bir genç tarafından ortaya atı­lan ve son günlerde ülkemizin gün-demini işgal eden “Kuran’ı Kerim’in şifresi” tezinin ve bu tez üzerine oluşan merak ve tartışma­ların kamu vicdanı üzerinde ciddi bir tesir uyandırdığını hepimiz gözlemlemekteyiz.

Kuran şifresi söylemiyle yankı uyandıran bu tezin değerlendir­mesine geçmeden önce tezin mahi­yetini incelememiz yerinde olur.

Tezin Mahiyeti

Ömer Çelakıl imzasıyla ya­yımlanan “Kuran-ı Kerim’in Şif­resi” adlı çalışmaya göre tez, Hurû­fîlik türü ezoterik (Batınî) çalışma­lar zincirinin son halkasını teşkil etmektedir. Nitekim kitaba gele­neksel ezoterik kehanet örnekle­riyle başlanması da bu izlenimi desteklemektedir. Bir farkla ki kullandığı “Simetrik Sayı Dizisi” sebebiyle Çelakıl’ın tezi geleneksel ezoterik örneklerinden kısmen farklılık arz eder. (s.62)

Çelakıl’ın şifresi genelde iki kademeli bir çıkarıma dayanmak­tadır. Birinci kademede simetrik orantılara dayalı olarak birbirle­riyle ilintili bulunan ayet ve sure numaraları üzerinden önce merkez sayısı sonra eksik sayı (veya sayılar) çıkartılır. İkinci kademede tespit edilen eksik sayı (veya sayılar)ın birler basamağını teşkil eden ra­kamlar bir araya getirilerek elde edilen toplam rakam, kehanet ko­nusu olayın tarihi, yaşandığı bölge­nin enlem ve boylamı gibi sayısal yönüne tatbik edilir. (s.63, 64)

Çelakıl, ayetlerden çıkardığı rakamları olaylara uyarlarken hicrî ve miladî tarihlerden hangisini esas kabul edeceği konusunda sıkıntı yaşadığını kendisi de itiraf eder. Çelakıl bu sıkıntıyı, hicrî tarihler için geliştirdiği ek bir yöntemle aşmaya çalışır.

İbni Teymiyye Hakkında Günümüz Kaynaklarından İktibaslar

Molla Sadreddin Yüksel diyor ki:

Türkiye'de bilhassa İstanbul'da kupkuru, tam manasıyla cahil yeni bir gurup türemiştir. Bu gurup kendine selefi ismini vererek, Allahü tealaya -haşa- cisim ve mekan isnad edecek kadar ileriye giden İbni Teymiyye ve haleflerini örnek aldığını iftiharla söylemektedir. Mezhepleri ve müctehidleri reddediyorlar. (Makaleler, Madve Yayınları: 11, Ekim 1985; s.7)

Ubeydullah Küçük diyor ki:

Şeytani ihtilaf yangınını İslam dünyasında ilk çıkartan hain, yahudi dönmesi İbn Sebe'dir. Farmason ve anarşist Afgani, onun çömezi mason Abduh, onun tilmizi İngiliz maşası Reşid Rıza ve günümüzdeki takipçileri de yakıcı ve yıkıcı ihtilaflar çıkartmışlardır. Haşa, "Allah semadadır" diyen İbn Teymiyye, Müslümanları müşrik ilan eden M. bin Abdülvehhab da bu uğursuz kafiledendir. Her müslüman rahmani çeşitlilik ile şeytani ihtilaflar arasındaki farkı bilmelidir....İbni Teymiyye birçok noktalarda aşırı gitmiş, "gulüvv"a sapmış, İslam'ı daraltmış, tecsim (antropomorfizm) girdabına batmış, ezici çoğunluk tarafından reddedilmiş, şaibeli bir kimsedir, kılavuz olamaz. (Bedir Yayınevi'nin Kitabül-Kebair kitabına yapılan 8. Ek, s.287-288)

ÇAĞIMIZIN EN ÖNEMLİ ÇİRKİN BİD’ATI

Çirkin bid’at kapsamına giren fiil ve tutumlar içinde en tehlikeli olanı hangisi olabilir? Hiç şüphesiz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ilkelerine aykırı İslâm anlayışıdır.

Hangi görüntü ve iddia ile ortaya çıkmış olursa olsun, tıpkı geçmişte olduğu gibi Ehl-i Sünnet çizgiye, dolayısıyla doğru İslâm anlayışına aykırı olan her türlü akımın, “bid’at mezhep” olarak nitelendirilmesi gerekir.

İslâm tarihinde Sahabe döneminin sonlarına doğru bazı yanlış inanç ve tutumların ortaya çıktığını biliyoruz. Daha ziyade Akaid ve Kelam ilminin sahasına giren bu inanç ve tutumlar, İslâm’a yabancı din, gelenek ve felsefî sistemlerden kaynaklanmıştır.

Bu dönemde İslam coğrafyasının sınırlarının hayli genişlemesi ve farklı kültür ve dinlere mensup kitlelerin İslâm’a girmeye başlamasıyla, ağırlıklı olarak eski Hint, İran ve Yunan’a ait bazı inanç ve anlayışlar bir kısım müslüman topluluklar üzerinde yıkıcı bir etki yapmaya başlamıştır.

19 Kur'an'ın Sırrı mı Yoksa?..

Son iki yıldan beri, bana, Kur'an'daki 19 rakamının merkezî bir vazife gördüğünü ifade eden küçük-büyük bir çok broşür ve risale gönderildi. (Bu broşürlere göre) Kur'an'daki çeşitli kelimeler (in harfleri) bilgisayar vasıtasıyla toplanarak ve çarpılarak, bütün bu kelimelerin 19 sayısı etrafında döndüğü ve bu sayının Kur'an'ın matematiksel temeli olduğu ispatlanmıştır. (Onlara göre) Bu matematiksel temel, Yüce Kur'an'ın bir mucizesi, bir delili veya onun ilahî orijinli olduğunun bir ispatıdır. Aynı zamanda, bu konuda USA'da bilgisayar yardımıyla bir araştırma yapılıp oradan da her yere yayıldığı ortaya çıkmıştır. (Yine onlara göre) Kur'an'ın bu mucizesi ancak son bir kaç yılda bilinmeye başlanmıştır. Bundan önce ise kimse tarafından bilinmiyordu.

Bu araştırma şu teze dayanmaktadır: Yüce Allah Kitab'ının 30. sûresi olan Müddessir'de 19 tane meleğin cehennemde vazifeli olduğuna işaret etmiştir. Besmelenin harflerinin sayısı 19'dur. Daha sonra çeşitli kelimelerin harf sayılarını veya onların 19 ile çarpımlarını vererek şu imaj ortaya konmuştur. Yüce Kur'an 19 sayısı etrafında merkezîleşen bir matematiksel sistem üzerine dayanmaktadır.

EHL-İ SÜNNET ÜZERİNE

Soru: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır…" hadisindeki ‘ümmet’ten kastedilen nedir?

Cevap: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri hariç hepsi ateştedir. O kurtulanlar kimlerdir ey Allah’ın Resûlü ? diye sordular. Peygamberimiz de (s.a.v.): ‘Onlar benim ve ashabımın bulunduğu çizgi üzere olanlardır’ buyurdu" hadisindeki ‘ümmet’ten maksat, icâbet ümmetidir. Sözü edilen fırkalar ise İslam fırkalarıdır. ‘Ateştedir’ ifadesinin anlamı da ‘inançlarından ötürü ateşe girmeyi hak ederler’ demektir. Yoksa ‘fiilen girmişlerdir’ anlamında değil.. Çünkü –inançlarının insanı küfre sokan nitelikte olmaması kaydıyla- Allah Teala’nın affına mazhar olmaları veya şefaatçilerin şefaati sebebiyle cehenneme girmemeleri de mümkündür. Ne var ki insanı küfre düşüren bir inanca sahip olanlar, İslam fırkalarının dışına çıkmış ve ateşte ebedi olarak kalmayı hak etmiş kimselerdir.

ALLAH TEÂLA (Celle Celaluhu) MAHLÛKATINA BENZER Mİ? -II-


Sevgili Okuyucular

Bir önceki sayıda “Allah Tealâ Celle Celâlûhu mahlûkatına benzer mi” sorusuna cevap arayan “ya da cevap veren” yazı dizimizin ilk bölümünde İslâm inancının böyle bir soru karşısında yanılgılar ve kargaşalar içinde kaldığından bahsetmiştik.
Yine aynı paragraflar içinde; bu sıkıntıların başka dini inanç sistemlerinden bizlere geçtiğini, özellikle Tabiun döneminde İslâm coğrafyasının bir hayli genişlemesi ve bu genişleme neticesinde yabancı kültürlerle temas sürecinin başlamasıyla arıduru İslâm inancının birtakım yabancı unsurları da bünyesinde yer etme eğiliminin arttığından söz etmiştik.

Bununla beraber uzmanlık alanı olmadığı hâlde bazı haber ve hadis nakilcilerinin Kur’an ve sahih hadislerin ince manâlarını kavrayamadıkları, zayıf ve güvenilmez ravilerin naklettiği bazı rivayetlere de aldandıkları için Tevhid inancına aykırılıklar teşkil eden tutumlar sergileyip inanılması caiz olmayan bir kısım hususlara inanç umdesi gibi sarıldıklarından bahsetmiştik.

Bu yanılgıların günümüze kadar büyüyerek geldiğini Allah Tealâ’ya bazı sıfatlar yükleyip mekânlar biçmeye kadar uzanan bir yanlış inanç sisteminin halâ bizleri de meşgûl ettiğini, hattâ bazı kesimlerin işi körüklediklerini görmekteyiz.

HAK MEZHEBLER BİRER KAPIDIR


Allah’ın rızasını kazanma yolunda müminin önünde engel bir tane değil. Bir taraftan bitmez-tükenmez arzularıyla nefsi, bir taraftan sayısız tuzaklarıyla şeytan, diğer taraftan da kafasını gönlünü karıştırmaya çalışanlar...

Evet; engel çok, yol zahmetli ama nimet de külfete göre. Hatta umduğumuz ilâhî nimet, külfetle mukayese edilemeyecek kadar büyük.

Zorluklarla birlikte kolaylıklar da yok değil. Demiyor mu ki Rabbimiz, “siz bir adım gelirseniz, ben on adım gelirim. Yürüyerek gelirseniz, ben size koşarak gelirim...”

Alemlerin Rabbi işte böylesine büyük şefkat ve merhamet sahibi. Bütün mesele bizim niyet ve talebimizde.

Engel bir tane değil demiştik. Müminlerin Hakk’a giden yolunu kesmede, geçmiş dönemlerde fazlaca etkin olamayan bazı engeller, teknolojinin imkanlarıyla artık kendini daha fazla hissettirebiliyor. Gönlü saf müminlerin kalbine şüphe tohumları ekmeye çalışan bazı iddia ve ithamlardan söz ediyoruz.

Sünnet İnkârcılarına CEVAP


İlk devirlerde Sünnet düşmanlığı o kadar ileri boyutlara ulaştı ki, ashabı küfürle itham etme ahmaklığını gösterdiler. Bunun sonucu olarak, onların bu bâtıl iddialarına göre Hadis–i şerifler, kâfir olan bir topluluğun rivayetleri olduğu için hiçbirini kabul etmediler.

Hadis düşmanlarının amacı; Sünnet–i Nebeviyye'yi devre dışı bırakarak, akıllarınca Resûlullah'ı devreden çıkarmaktır.İslâm âlimlerinin, Kur'an'ın tefsiri olarak kabul ettiği "Sünnet"i güya bu şekilde hallettikten sonra sıra ikinci adıma, yani Kur'an'a gelecekti!..

Bazı ilimler vardır, ilaç gibidir, insanın sıhhat ve afiyeti için zarurîdir. Bazı fikirler de vardır, zehir gibidir, insan hayatına kasteder, öldürücüdür.İşte bu gibi fikirlere son derece dikkat etmek, bu tür görüş sahiplerinden son derece sakınmak lâzımdır.Bu zehirli fikirlerden biri de, uzun zamandır mevcut olmayan; fakat son yıllarda kötü kokusu yayılmaya başlayan "Hadis ve Sünnet'i Kabul Etmeme Hastalığı"dır.

Din'de Reform

Din akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilahi bir kanundur.

Din insanları yaratılıştaki gaye ve hikmetten haberdar eder. İnsanlara hidayet ve saadet yollarını gösterir.

Dinin vãzi-i hakikisi, Cenabı Hak olup menşe-i aslisi vahy ve nübüvvettir. İnsanlar bizzat din vâzi-i olamazlar. Hatta peygamberani izam hazaratı yalnız ahkam-ı diniyyeyi tebliğe memurdurlar.

İnsanlar maddî, manevî her nokta-i nazardan dine muhtaçtırlar. İnsanların ilmî, edebî, ictimaî, siyasî, tekâmülatı hususunda dinden daha ulvî, daha mühim bir âmil olmaz. Ahlâkın esası, medeniyetin en birinci istinatgâhı dindir. (Muvazzah İlm-i Kelam, Ömer Nasuhi Bilmen

Din insanlar için en büyük nimettir. Dinin yerine başka birşey kâim olamaz. İslâm dini zannedildiği gibi akıl dini değil vahye dayanan ilâhî bir dindir. Ancak akla uygundur. Akıl İslâm’ı anlama ve uygulamada güzel bir vasıtadır. Aksi halde akıl yolu ile insanlar vahiyden neşet eden Kur'an ayetleri karşısında Kur'an-ı ve hükümlerini hiçe sayarsa Allah'a şirk koşmuş olur.

“Ölçümüz Kur’ân ve Sünnettir.”

“Ölçümüz Kur’ân ve Sünnettir.”

-Tüm dünyada müslümanların yaşadığı coğrafyalarda acı, sıkıntı, kan ve zulüm var. Tüm dünyada müslümanların bu gariban hâllerini (tabiri caizse) değerlendirir misiniz? Yani ne oluyor, nereye gidiyor, bundan kurtuluş çareleri nelerdir?

- Buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ediyorum. Allah razı olsun sizden.
Dünya coğrafyasındaki bazı beldelerde, müslümanlar uyanınca, yani kendi benliklerine dönünce, müstekbirler tarafından bu, kabul edilemez bir hâle geldi. Afganistan’ı ele alalım. Hep birleştiler ve Rusya’yı ülkelerinden çıkardılar. Sonra içlerine benlik fitneleri girdi. Dolayısıyla kardeş kardeşi vurdu. Çeçenistan’da Ruslar, Çeçenlerin İslâm’ı yaşamalarını hazmedemiyorlar. Onlar hürriyetlerini ilân etmek istediler, bunun üzerine Ruslar acımasızca o kardeşlerimizin üstüne gitti.

Onlar da yiğitçe dinlerini yaşamak için, tek ferdimiz kalıncaya kadar bu davadan vazgeçmeyiz diye direniyorlar. Allah’a sonsuz hamd olsun, büyük başarılar gösteriyorlar. İnşaallah Cenâb-ı Allah, Rusları lime lime edecek ve Çeçen kardeşlerimiz muzafferiyete ulaşacaklar. Yine Saraybosna’da da toplu soykırım yapıldı.

Mushaf abdestsiz tutulabilir mi?

Sual: Bir müslüman Mushafı abdestsiz tutabilir mi?

CEVAP
Peygamber efendimiz, Bekara suresinin, (Hayzdan temizleninceye kadar kadınlarınıza yaklaşmayın) mealindeki 222. âyeti ile, Vakıa suresinin, (Kur’an-ı kerime temiz olanlardan başkası dokunamaz) mealindeki 79.âyet-i kerimesini açıklayarak buyuruyor ki:

(Kur'ana ancak hadesten [abdestsizlikten, cünüplükten, hayz ve nifastan] temiz olan el değdirebilir.) [Nesai, Hakim, Beyheki, Taberani, Darekutni]

(Hayzlı ve cünüp olan, Kur'andan bir şey okuyamaz.) [Tirmizi]
(Cünüp ile hayzlıya mescide girmek helal olmaz.) [İbni Mace]
(Hayzlı kadın namaz kılamaz.) [Ebu Davud]

Bütün fıkıh kitaplarında da Kur’an-ı kerime cünüp ve abdestsiz iken dokunulamayacağı, cünüpken de okunamayacağı bildiriliyor. Bu açık hükme rağmen, mezhepsizlerin sözüne kanarak, Allahü teâlânın emrine, Resulullah efendimizin ve Onun vârisi âlimlerin sözlerine aykırı olarak hayzlı ve nifaslı iken namaz kılan, Kur’ana cünüp dokunan veya cünüpken okuyanlara yazıklar olsun.

DOĞRU, HİÇ BİR ŞEY YENİ DEĞİLMİŞ !...

Pakistan’ın Karaçi şehrinde bulunan , El Mektebetu’l- Fârûkıyye namında bir yayın evinin neşrettiği, “Vakfe Me’a l – Lâ Mezhebiyye” isimli, Muhammed Ebû Bekir Ğâzî Fûrî tarafından, Arapça olarak yazılan bir kitap aldım. Yenilerde yayınlanmış. Hindistan ve Pakistan coğrafyasındaki, herhangi bir Mezhebin usûlünü benimseyip o çizgiden gitmeyi reddeden, Mezhebe uymayı, sapıklık ve bid’atçılık sayan, kendilerine, Ehl-i Hadîs, Ehl-i Sünnet, Ehl-i Eser ve Selefiyyûn isimlerini takan, başkalarının ise, onları, Mezhebsizler veya Vehhâbîler diye isimlendirdiği, Mezheb tanımayanlar Mezhebi, yani, Kur’an ve Sünneti belli bir usul ile değil de, usulsüzlük usulü ile anlayanlar ve anlatanlar taifesine karşı yazılan, onları, Suud’daki Vehhâbîlere veya kendilerine “Selefiler “diyenlere ihbar eden bir kitap. Aynı çoğrafyadaki, “Duyûbendîler” isimli, “Mutedil Hanefîliğ”i sürdüren ilim medresesine karşı yazılan, ama, anlaşıldığına göre, bir hayli de iftira ve karalamayı bulunduran kitaba karşı, tamamen değilse de, büyük ölçüde benzer bir üslup ile yazılan bu “Vakfe Mea’l-Lâ-Mezhebiyye” yani, mezhepsizlerle bir otur(up hesaplaş)ma namındaki kitabın yazarı, belli ki bir çok doğrularla bir çok yanlışları harmanlamış. Hınçla ve hışımla, bir hayli de intikam hissiyle kaleme alındığı görülen kitabın yazarının muhakkık bir âlim olmaktan çok, ateşli bir taraftarlık vasfı öne çıkmakta. Haklı olduğu hususları müdafaa edeyim ve bir takım yanlışları göstereyim derken, bir çok doğruları da yerle bir etmekte...

Ehl-i kıble ve ehl-i sünnet olmak için


Sual: Günah işleyen müslümanlara kâfir denir mi, onlara lanet edilir mi?

CEVAP
Günah işleyen müslümana kâfir denmez. Çünkü Ehl-i sünnete göre, bir insan günah işlemekle kâfir olmaz. Bazı bid'at fırkaları, günah işleyene, kendileri gibi düşünmeyen müslümanlara kâfir demek sapıklığında bulunmuşlardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]

Müslümanım diyen, kelime-i şehadet söyleyen kimseye kâfir denmez. Bir savaşta, kelime-i şehadet getiren birisini öldüren kimseye, Resulullah efendimiz, (Kelime-i şehadet söyleyen kimseyi niçin öldürdün?) buyurdu. O da, dili ile söylüyordu ama kalbi ile inkâr ediyordu dedi. (Kalbini yarıp da baktın mı?) diyerek onu tekdir buyurdu.

Onun için mümine kâfir demekten, ona lanet etmekten sakınmalıdır! Lanet, sahibine döner. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kul, lanet ettiği zaman, lanet edilen buna müstahak değilse, kendine döner.) [Beyheki]