Zehirli | Konular | Kitaplar

sapık fırka

"Kur'an Okusunlar Kur'an Onları Düzeltir"


Beyhaki'nin Kitabü-z-Zühd de Enes (r.a)dan rivayet ettiği hadisi şerifde sevgili Peygamberimiz "En amansız düşmanın iki yanıyın arasındaki nefsinde" buyuruyor.

Nefsin en zehirli silahı da kendini beğenme ve kibirlenme silahıdır. Benlik, Firavunun önce ayaklarını yerden kesiyor sonra denizin derinliklerinde boğuyor.

Günümüzde "Bize Kur'an yeter" diyenler iki tarafı keskin bıçakla İslâm'a saldırıyorlar. Bu söz yeni değil. Hz. Ali'nin karşısına dikilen Hariciler de aynı sözü söylemişlerdi. Hz. Ali onlara; "Batıl kasdedilen hak sözü söylüyorsunuz" demişti. Hz. Ali'nin bu sözünün türkçeleşmiş şekli "içim hile dışım şer'i"dir. Kur'an İslâm'ından bahsedenlerin ifadesi böyledir.

Kur'an İslâm'ı ifadesini yabana atamayız hatta aynen kullanırız. Çünkü Kur'an'a göre hareket edecek olursak Kur'an'da sevgili Peygamberimize itaat emrediliyor. Sevgili Peygamberimizin ahlakının en mükemmel ahlak olduğu Kuran ile ifade ediliyor.

Çağdaş din tasavvuru ve kadın erkek eşitliği

“Feodal toplum yapısında egemenlik erkeğin elindedir. Çünkü söz konusu olan, “tarım toplumu”dur. Sosyoekonomik yapı “kas gücü” üzerine kuruludur; o da erkekte mevcuttur. “Geleneksel” toplum yapısının erkek merkezli olmasının sebebi budur.

“Şimdi bunlar çok gerilerde kaldı. Teknoloj ve bilgi çağında yaşıyoruz. Hayat artık kas gücüyle değil, beyin gücüyle kazanılıyor. Bunun doğal sonucu olarak artık kadın-erkek ilişkisi “koruma/itaat” zemininde değil, “eşitlik ve paylaşma” zemininde yürüyor. Hatta pek çok alanda kadın, erkekten daha verimli/üstün olduğunu ispatlamış durumda…”

Modern çağa ait bu telakki, Modernite’nin bilincimizi nasıl bulandırdığının ve değerler sistemimizi nasıl alt-üst ettiğinin göstergesi aslında. Yaşadığımız dönemin “ahir zaman” olduğunu unutarak kapıldığımız düşünce anaforu, bize pek çok alanda yaşattığı dönüşümü, burada da “kadın” üzerinden gerçekleştiriyor.

Kas gücünün ve ataerkil toplumsal/ailevi yapının erkek tarafından kadın aleyhine nasıl istismar edildiğini gösteren (ve maalesef sık rastlanan) su-i misaller de buna hizmet eden araçlar durumunda….

Vehhabilerin İslama verdikleri zarar

Bugün bütün dünyada Müslümanlığın imajının yerle bir olmasının sebebinin büyüğü Vehhabiliktedir.
Radikal İslam denen şeyin kaynağı Vehhabilik olduğu için Türkiye'de İslam'ın radikal versiyonu tutunamamıştır, tutunamaz. Bu sebeple Afganistan, Çeçenistan ve Bosna savaşlarına 1500 Türkiyeli gitmiş ve Vehhabilikle tanışmış. (MGK Raporundan)

Bu Vehhabilik denilen şey İngiliz İstihbaratı tarafından kurulmuştur.

Mezar ziyaretlerini yasaklayanlar, kızların kendi babaları ile bile sokağa çıkmalarını yasaklayanlar onlar.

Aşırılık her alanda kendini gösterdi ve Vehhabilik sonradan gelişen her türlü yeniliğe sonradan olma diyerek hep karşı çıktılar. Böylece tüm yenilikler engellendi. Dikkat edilirse bu tür davranışlar ağır baskı rejimleri ve istila zamanlarında ortaya çıkıyor.

KUR'AN-I KERİM DEĞİŞMEDİ

İbni Sebeciler, Kur’anı ilk üç halife değiştirdi diyorlar. Kur’anı değiştirmek mümkün mü?

CEVAP
Diğer hususlarda olduğu gibi burada da ibni Sebecilere en güzel cevabı Allahü teâlâ vermektedir. Bu cevap karşısında ibni Sebecilerin beli kırılmaktadır. Onlar da cevap veremedikleri hususları inkâr ederek, masal diyerek ya da üç halife değiştirdi diyerek bulundukları küfür yolunda kalmayı tercih ediyorlar, yani küfür yolunu seçiyorlar. Halbuki bozuk itikadlarına tevbe edip, iman yolunu yani ehl-i sünnet yolunu seçselerdi kendileri için iyi olurdu.

Şimdi âyet-i kerimelere bakalım:

HAZRET-İ ALİ'YE DİL UZATILAMAZ


Sual: İbni Sebeciler, Peygamber efendimizin mübarek damadı Hazret-i Ali’ye, eshabı sevmediği halde senelerce onları idare etti, yani ikiyüzlülük etti diyerek hâşâ münafıklık isnat ediyorlar. Allah’ın verdiği ilmi sakladı sadece torunlarına verdi, onlar da bunu gizledi, ahir zamanda Mehdi meydana çıkaracak diye de hâşâ küfür isnat ediyorlar. Bunların dinde yeri nedir?
CEVAP
Hazret-i Ali (radıyallahü teâlâ anh), Allah Resulünün damadı, Hazret-i Ömer’in kayınpederidir. İslam halifelerinin ve ismen Cennetle müjdelenen on kişinin dördüncüsüdür. Ehl-i beytin birincisidir. Allahü teâlânın aslanı idi. Çeşitli hadis-i şeriflerde methedildi. Evliyanın büyüğü, vilayet yolunun reisidir. Her tarikatta herkese Vilayetin feyzleri ve marifetleri Hazret-i Ali’den gelmektedir.

Hazret-i Ali, Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

HAZRET-İ OSMAN'A DİL UZATILAMAZ


Sual: İbni Sebeciler, Peygamber efendimizin iki kızını verdiği mübarek damadı Hazret-i Osman’a da hâşâ kâfir diyorlar. Kur’an-ı kerimi değiştirdi, iş başına hep akrabalarını getirdi diyorlar. Böyle söylemek doğru mudur?

CEVAP
Hazret-i Osman (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimizin iki kızıyla evlenmekle şereflenmiş damadıdır. İnsanlık tarihinde bir peygamberin iki kızıyla evlenmek ondan başkasına nasip olmamıştır. Hayatta iken ismen Cennet ile müjdelenmiş on kişiden biri olup, Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’den sonra eshab-ı kiramın en büyüğüdür. İlk iman edenlerden ve malını canını Allah ve Resulü için feda edenlerdendir.hâşâ ona dil uzatanların, kâfir diyenlerin kendilerinin kâfir olduklarına dair yeterli delil vardır. Burada birkaçını tekrar yazalım:

Hazret-i Osman, Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

ALLAH'TAN BAŞKASINA DUA

Sual: İbni Teymiyeci bir yazar, (Sizlere fayda ve zararı olmayan, Allah’tan başkasına dua etmeyiniz) ve (Allahü teâlâ ile birlikte başkasına dua etmeyiniz) âyetlerini gösterip, evliya, hatta peygamber de olsa, Allah’tan başkasından bir şey isteyenin kâfir, müşrik olacağını söylüyor. Dinimizin bu husustaki hükmü nedir?

CEVAP
Bu âyet-i kerimede yasak edilen dua, ilim dilinde kullanılan dua demektir. Yani tapınarak yapılan duadır. Bu dua, ancak Allahü teâlâya olur. Fakat, bir kimse, yalnız Allahü teâlâya dua edileceğini, Allahü teâlâdan başka kimsenin yaratıcı olmadığını, her şeyi Onun yaptığını bilerek, enbiyayı ve evliyayı vesile eder, onların Allah’ın sevgili kulları olduklarını ve Allahü teâlânın, onların ruhlarına, insanlara yardım edebilmek kuvvetini verdiğini düşünerek, ruhlardan yardım beklerse, caiz olur.

Onlar, mezarlarında, bilmediğimiz bir hayatla diridirler. Ruhlarına, kerametler ve tasarruf kuvveti ihsan edilmiştir.

İŞİTTİRMEK KABUL ETTİRMEK DEMEKTİR

Sual: Vehhabiler, ruhun ölmediğini söyledikleri halde, Resulullah da ölüdür, işitmez, şefaat ya Resulallah diyen kâfir olur diyorlar. Sebebi ne?

CEVAP
Mecazı bilmiyorlar. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman da, sen değil, Allah attı.) (Enfal 17)
Birileri, ötekileri öldürüyor, Allahü teâlâ, ben öldürdüm diyor, Resulullah atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor.

Aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.
(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.) [Bekara 18]
(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bakara 171]
Yani hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir. Buradaki işitmek, kabul etmek demektir. (Beydavi)

(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72]
Bu âyette de yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır.

RUH ÖLMEZ ÖLÜ İŞİTİR

Sual: (Ölüler işitmez. Peygamberler de ölüdür. Onlar da işitemez. Onun için şefaat ya Resulallah veya yetiş ya Resulallah demek şirktir) diyenlere nasıl bir cevap vermek gerekir?

CEVAP
Bunlar vehhabilerin ve bunlara aldanan bazı mezhepsizlerin iddialarıdır.
Şirk demek büyük hatadır. Çünkü ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Bir âyet meali şöyledir:

(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır.) [Zümer 42]

Bu âyet-i kerime de ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba duçar olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müminlerin ruhları 7. kat göktedir. Orada Cennetteki makamlarını seyrederler.) [Deylemi]

BEDEN ÖLSE DE RUHLAR ÖLMEZ

Vehhabiler diyor ki:
(Resulullahın ve Evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kâfir olur. Kabirde olandan işitmeyenden dua istemek şirktir. Ölü ve uzaktaki diri, işitmez ve cevap vermez. Bunların fayda ve zararları olmaz. Ölmüş peygamberden de bir şey istemek şirktir.)

CEVAP
Bu iddialarına aşağıda ve diğer maddelerde cevap veriyoruz:
Ruhun ölmediğine Ehl-i sünnetin inandığı gibi vehhabiler de inanıyor. Beden ölse bile ruhun ölmediğine inanıp da, bu ruhun hareket etmesine inanmamak açık bir çelişkidir.

Böyle olunca, ruhdan şefaat dilemek, ondan yardım istemek gibi, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta olmasını beklemeye, karşı olmamak icap eder. Çünkü, bütün dinler, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildirmektedir. Diri insanlar, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep oldukları gibi, diri ruhların da, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olacağı red edilmez.

SELEFİYECİLİK NEDİR

Sual: Selefiyecilik nedir? Selefiye mezhebi diye bir mezhep var mı?

CEVAP
Selefiyecilik, vehhabiliğin kamufle adıdır. Vehhabiler, bu isim altında kendilerini gizliyorlar. Hatta kendilerine hakiki ehl-i sünnet anlamında Ehl-i sünneti hassa diyorlar.

Selef, önceki demektir. Istılahta Sahabe ve Tabiine Selef veya selef-i salihin denir. Selef-i salihinin yolunda bulunan müslümanlara (Ehl-i sünnet) denir. Ehl-i sünnet olmayıp, Ehl-i sünnet âlimlerinin nasslarda açık bildirilmemiş olan ahkamdaki ictihadlarını beğenmeyen ve bu manası açıkça anlaşılamayan nassları yanlış tevil ederek, anladıklarını Selef-i salihinin yolu olarak savunan sapıklara Selefiye denir. Selefin mezhebi vardır, selefiye mezhebi diye bir şey yoktur. Selefin mezhebi ise ehl-i sünnet vel cemaattir.

Ehl-i sünnet itikadından ayrılan bazı din adamları Selefiye adını verdikleri sapık bir yol tutmuşlardır.

Bunun itikadda mezhep olduğunu söyleyip, kitaplarında yazmışlardır. Halbuki İslamiyet’te Selefiye mezhebi diye bir şey yoktur.

VEHHABİLİK SON DİN Mİ Kİ

Vehhabiler, (Münafıkları Allahü teâlâya ve Resulüne çağırırsanız, yüz çevirirler, gelmezler) âyet-i kerimesini yazarak, Ehl-i sünneti bu münafıklara benzetiyorlar. (Ehl-i sünnete âyet, hadis gösterilince, bunlardan yüz çevirip mezhep imamlarına uymakta ısrar ediyor, müşrik oluyorlar) diyorlar. (Feth-ül mecid, s.393)

CEVAP
Burada da, Ehl-i sünnet olan müslümanlara iftira etmektedirler. Münafıklar için, kâfirler için, puta tapanlar yani müşrikler için gelmiş âyet-i kerimeleri güya delil göstererek kendileri gibi inanmayan müslümanlara müşrik, kâfir demektedirler. Kendileri gibi yani vehhabi gibi inanmadığımız için, atalarımız da biz de güya şirk üzere yani kâfirlik üzere imişiz. Asırlardır milyarlarca müslüman hep müşrik olarak yani kâfir olarak ölmüşler.

Birinci maddede yani Vehhabilik Nedir maddesinde de yazdığımız gibi şöyle diyorlardı:

(Vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi tamam oldu. Allah sizden razı oldu.

"FIKHUS SÜNNE" ÜZERİNE

Son yıllarda Türkiye’de ve diğer memleketlerde gündeme gelen ve “Kaynaklara Dönüş, Selefî Metod, Kur’an ve Sünnetle Amel...” gibi ilk bakışta gerçekten cazip başlıklarla takdim edilen bir faaliyet ve bu meyanda gerçekleştirilen bir çalışma olan “Fıkh-us Sünne” adlı eserin tercüme ve yayınını duyuran yazı dolayısıyla, bu yazıyı kaleme almayı ve söz konusu yazıda değinilen bir kaç noktayı ele almayı bir zorunluluk olarak addettik. Allah’tan (cc) bizlere doğru olana bağlanıp, ondan ayrılmadan, taviz vermeden ihlasla yürümeyi nasip etmesini bütün kalbimizle niyaz ediyoruz.

Eserin giriş bölümünden yapılan bir alıntıda yazar şu ifadeleriyle “Taklid” konusuna değiniyor. Ve yanlış anlamıyorsak -ki aksini iddia etmek oldukça zordur- Taklid’i zemmediyor, kabul etmiyor: “... bunlar, olanca gayretleriyle insanlara dinlerini öğretmeye çalıştılar. İnsanların, kendilerini taklit etmelerini istemedikleri gibi, onları kaynaklara yönelttiler.”

Ahmed b. Hanbel’in sözü:

“Ne beni, Ne Malik’i, ne Şafiî’yi ne Evzâî’yi ne de Sevrî’yi taklit edin. Aldıkları yerden alın”

Ebu Hanife de şöyle diyordu:

“Bizim nereden aldığımızı bilmeden, bir kimsenin, sözümüzü alması caiz değildir.”

SELEFİLİK İTİKADI BİR MEZHEP MİDİR?

Nazariyede doğru kabul edilebilir gibi görünen, fakat pratikte yanlış neticelere sebeb olan hükümlere “Paradoks” denilir. Bu hal, insan aklının kendi kendine kurduğu bir tuzaktır. Muhakkak ki her mü’min; Resûl-i Ekrem (sav) ve Ashabının takip ettiği yolu (yani Asr-ı Saadeti) esas kabul eder. Ehl-i Sünnet ve’l cemaate mensup olabilmenin ilk şartı budur. Son yıllarda “Selefilik” adı altında; herhangi bir usule bağlanmayı ve müctehid imamlara tabi olmayı hakir gören bir akım teşekkül etmiştir. Daha ziyade sloganlarla ve suçlayıcı mantıkla yürüyen bu akımın, selefi salihin ile bir alakası yoktur. Bazen hak bir söz ile batıl murad edilebilir. Nitekim hariciler; “Hakem Hadisesini” bahane ederek ve “Hüküm ancak Allahû Teâla (cc)’ya aittir” diyerek, Hz. Ali (ra)’yi küfre düşmekle suçlamışlardır. Bunu duyan Hz. Ali (ra): “- Hak bir söz!.. Ancak bununla batıl murad edilmekte” demiş ve üzüntüsünü beyan etmiştir.

İslâm teşri tarihinde; “Selefilik” diye bir mezhep ve usûl mevcut değildir. Selef-i Sali-hin’e muhabbet noktasında her mü’min samimidir. Bazı kimselerin “-Biz selefiyiz” diyerek, diğer mü’minleri “Selef-i Salihin’e muhalefetle” suçlamaları iftiradan ibarettir.

İBNİ KAYYIM'IN VEHHABİLERİ YALANLAYAN SÖZLERİ

Vehhabîlerin Allâme ismini verdiği ve yazılarını kendilerine sened olarak kullandığı İbni Kayyım-ı Cevziyye 751 [m. 1350] de vefât etdi. Bu Kitâb-ür-rûh kitabında diyor ki:

“Bir kimse, bir kabri ziyâret edince, kabirde bulunan meyyit, ziyâret edeni bilir. Onun sesini işitir. Onunla ferâhlanır. Onun selâmına cevab verir. Bu hâl, yalnız şehîdlere mahsûs değildir. Başkaları için de böyledir. Belli bir zamana mahsûs da değildir. Her zaman böyledir.”

Bu kitabın İz Yayıncılık tarafından basılmış tercümesinin değişik yerlerinden bazı pasajlar:

Rasûlullah, ümmetinin ölülere: "Ey mü'minler topluluğu! Allah'ın selamı üzerinize olsun (Es-selamü aleyküm dâre kavmin mü'minin)" şeklinde selamlarını alıyormuş gibi selam vermelerini önermiştir. Haddizatında bu şekilde selam, duyan düşünen insanlara verilir. Ölüler kendilerine verilen selamı duymamış olsalardı (ki, yokluk ve cansıza hitap olacağından) bu abes olurdu. Ölünün ziyaretçilerini tanıması tevatüren sabit olduğu gibi selef alimleri de bu konuda müttefiktirler.

[Ölülerin] bedenleri dağılsa da söylenenleri duyacakları bildirilmiştir. Bu durumda ölülere hitaptan maksat, bedenlere bağlı sözkonusu ruhlara hitaptır."Kabirde olanlara sözlerini duyuramazsın" âyeti celîlesinin siyakından kâfir bir kimsenin faydasına olacak bir biçimde hayatta olanın sözünü duyamaması anlaşılmaktadır. Nitekim kabirde bulunanlar söylenenleri işlerine yarayacak biçimde duyamazlar. Ancak Yüce Allah ölülerin hiçbir şey duyamayacaklarını ifade etmemiştir. Bilakis Ölülerin ziyaretçilerinin ayak seslerini duyduklarını; Bedir ölülerinin Rasûlullah'ın konuşmasını duyduğunu bildirmekte ve de yaşayan birine hitap