Zehirli | Konular | Kitaplar

Mutasavvıflar

AKLI KARIŞIKLAR İÇİN TASAVVUF MÜDÂFÂSI -I-

Giriş; bu makaleyi niçin yazdık?

İslam Alemi, Osmanlı’nın imzaladığı Karlofça antlaşmasından itibaren siyasi bir gerileme süreci yaşamaktadır. Bu süreçte, Müslümanlar muhtelif fikir çatışmaları yaşadılar. Ancak su götürmez bir gerçek olarak söylemek gerekir ki üç asırlık dönemde, mutasavvıflar kadar acımasız, sert ve insafsız tenkide uğrayan bir başka zümre yoktur.

Asr-ı Saadette ve Selef-i Salihin devrinde, İslamî İlimler bugünkü gibi dallara ayrılmamış, sınırları çizilmemişti. Zaten o devirde, ilim tahsili bugünkü gibi de değildi. Selef uleması, ilmi başkaları için değil kendi kemalatları ve yaşantılarını düzeltmek için tahsil ediyorlardı. Ne amelî ne itikadî mezhepler vardı, ne de tarikatlar mevcuttu.

Bu devrede tasavvuf, zühd hayatı olarak algılanmış ve yaşanmış, zaman içinde sistemleşmesini tamamlamış ve bugünlere ulaşmıştır. Bu tarihsel süreç; fıkıh için de, hadis için de böyledir. Zaman içinde fıkıh ilmi nasıl sistemleşip mezhepler zuhur ettiyse, tasavvufun da sistemleşmesiyle tarikatlar meydana gelmiştir

AKLI KARIŞIKLAR İÇİN TASAVVUF MÜDÂFÂSI -III-



Kur’an zikri emrediyor

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde, selim akıl sahipleri için gerçekten açık, ibretli deliller vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve ‘Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru’ derler.” (Âli İmran, 190-191)

Bu ayet, tek başına mutasavvıflara yöneltilen çok zikirle ilgili tenkitleri çürütmeye yeter. Çünkü zikrin özel bir tarifi bu ayette yapılmıştır. Mutasavvıflar buna “Murâkabe” ismini verirler ki, ileride daha detaylı değineceğiz. Bu ayette, zikredenlerin her durumda zikrettikleri ve tefekkürde bulundukları belirtilerek, zikir ehli övülmektedir.

‘Zikir’ lügatte; anmak, hatırlamak, zihinde tutmak, unutmamak manalarına karşılık gelmektedir. Kur’an’da ise; Allah’ı anmak ve hiç unutmamak manalarında kullanıldığı gibi namaz (1) ve Kur’an (2) manalarında da kullanılmıştır. Bu itibarla namaz kılmak da bir zikirdir, Kur’an okumak da. Ancak sufîlerin ‘zikr-i daimi’ veya ‘zikr-i sultani’ olarak isimlendirdikleri, her an Allah’ı hatırda tutma, yani her an O’nu anmak ise işte bu ayetin övdüğü zikirdir.

AKLI KARIŞIKLAR İÇİN TASAVVUF MÜDÂFÂSI -IV-

Tasavvuf müessesesi, özellikle son dönemde ülkemizde inanılmaz bir tenkit ve tabiri caiz ise bir tekfir yağmuruna tutuldu. Medyaya da malzeme olan ve köklü tasavvufi kurumların dışladığı kötü malzemeye bakarak, mutasavvıfların tamamını kötü kabul etmek, zandan kaçınmayı emreden Kur’an ile taban tabana terstir. Buna rağmen bu yazımızda, özel bir takım iftira ve iddiaları dile getirmek istiyorum.

Mutasavvıfların Akidesi Ehl-i Sünnet ile Uyuşmaz İddiası

Mutasavvıfların maruz kaldığı iftiralardan en büyüğü olan bu akıl almaz ve mantık kabul etmez iddianın sahipleri, Şah-ı Hazne ve Seyyid Abdulhakîm Hüseyni’nin (kaddesallâhu esrârahum) de yetiştiği Halidî yolunun temel eserlerinden Âdâb-ı Fethullah’a bakmış olsalar, aslında hadiseyi kafalarında çözmüş olacaklardı.

Âdâb isimli eserinde Şeyh Fethullah-ı Verkânisî (ks) Nakşî-Halidî yolundan istifade etmek isteyen kimse için gerekli olan en mühim şartın, itikadını Ehl-i Sünnete göre tanzim etmesi olduğunu bildirmiştir. Yine Mustafa İsmet Efendi’de (ks) Risâle-i Kudsiyye’sinde “Bir Ehl-i Sünnet olmak isterse mensûb” beytiyle, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaât itikadında olmayanlara, tarikat dersi verilmeyeceğini beyan etmiştir.