Zehirli | Konular | Kitaplar

modernizm

Türkiye’de İslâm meselesi

Evet, Türkiye’de İslâm bir “mesele”dir. Hem “değişmez gündem” olması dolayısıyla, hem de yaşadığımız bütün problemlerin uzaktan ya da yakından, doğrudan veya dolaylı olarak İslâm’la ilişkili bulunması sebebiyle. Ne var ki yönetici elitler bunu açık yüreklilikle, soğukkanlılıkla ve objektif olarak görmemekte ısrarlı olduğu için Türkiye yapısal problemler yaşamaktan başını alamıyor.

Size bir soru: Türkiye’nin AB’ye tam üye olması halinde (şükür ki bu bir hayal) Batılılarla birlikte, problemsiz bir şekilde yaşayabileceğimize inanıyor musunuz?

Batı’ya gidenler, hele de oralarda tavattun etmiş (oraları vatan edinmiş) olanlar, Batılılarla bir arada yaşamanın gerçekte neye tekabül ettiğini iyi bilirler. Yüzü yaklaşık 1 asırdır Batı’ya döndürülmüş olan bu toplum gerçekten Batılılaşıyor mu? Yoksa nihai olarak vardığımız nokta “Batılı gibi olmak”tan ibaret mi?.. “Batılı gibi” olmak demek, aslında ne Doğulu ne Batılı olmak demektir. “Kimliksizleşme” diye ifade edilen durum yani…

Modernist Çizgi: Nerden Nereye?

Nihai planda, İslâm dünyası içindeki modernist çizgi, "Kur'an ve Sünet'in yeniden değerlendirilmesi ve yorumu"nu öngörüyor. Bu çerçevenin içine, vahyin anlamı, vahiy ve Peygamber ilişkisi, Kur'an'ın zamana ve mekâna göre bağlayıcılığı, Hazreti Peygamber'in din içindeki konumu, söz ve davranışlarının Müslüman için değeri gibi başlıklar giriyor.

Bu da, İslâm'ın bu ana kaynaklarına "modern zamanlar"dan bakmaktan neş'et ediyor.

Soru net olarak şöyle konuyor: Kur'an ve Sünnet, 19'uncu yüzyılda da, 7'inci yüzyılda taşıdığı değeri taşıyor mu, taşımalı mı?

Cevap olarak da, dinin bir kurum olarak eskidiğinden, dolayısıyla yeni insanın herhangi bir konuda dini müracaat alanı görmesinin gereksiz olduğundan tutun da, Kur'an'a ve Hazreti Peygamber'e çok genel çerçeveler getiren değerler olarak bakıp İslâm'ın içini tamamen yeni yorumlarla doldurmaya, ya da dini sadece bir ahlâki referans, bir manevi doyum alanı olarak görmeye kadar uzanan görüşler serdedilmiştir.

"Dini modern zamanların dışına atan" görüşler, bir başka çerçeve, yani din dışı bir çerçeve oluşturuyorlar.

Özgürlük ve Allah’ın Çizdiği Sınırlar

Bizi insan olarak var eden kudret sahibi, insanlığımızı koruyarak yaşamanın yollarını da göstermiştir. İslâm’ın insanı “sorumlu varlık” olarak görmesi, bu çerçevede temel bir öneme sahiptir.

İslâm dışı inanç ve düşünce sistemleri ise, özellikle modern kültür insanı “özgür varlık” olarak tarif eder. Modernitenin hayatın temeline yerleştirdiği en temel kavramlardan birisidir “özgürlük.”

İslâm’ı bugünün modern değerler ekseninde anlama ısrarında olanların yaygın olarak düştüğü hatalardan birisi, diğer inanç ve düşünce sistemleri gibi İslâm’ın da insanı “özgür varlık” olarak gördüğünü söylemeleridir. İslâm’ın kölelik kurumunu ortadan kaldırmak için getirdiği çözümleri de bu yaygın hatayı delillendirmek için kullanırlar.

Evet İslâm’ın köleliği teşvik etmemek, her fırsatta köle azadına yönlendirmek gibi tedbirlerle köleliği ortadan kaldırmaya yönelik uygulamalar getirdiği bir vakıadır.
Ancak bizim burada kasdettiğimiz, köleliğin karşıtı olan özgürlük değildir. Kölelik/özgürlük meselesini konuşurken, aynı kelimeleri kullanmak zorunda olduğumuz için bir zihin kayması durumu yaşıyoruz. Yoksa hukukî anlamdaki kölelik/özgürlük ile varoluşsal anlamdaki kölelik/özgürlük arasında uçurumlar vardır.

İyi 'hoca' yalnızca Nasreddin Hoca

Türk sinemasında din yıllar boyunca şekilden şekile girdi; görmezden gelindi, itildi kakıldı, tahta oturtuldu… Son yıllarda çekilen filmlerde ise dinî temalara alaka arttı. Peki, yönetmenlerin yaklaşımı eskiye nazaran ne kadar farklılaştı?

Umut, Antalya’da kendi hâlinde yaşayan bir gençtir. Kız arkadaşı ve ailesiyle sıradan ilişkileri vardır. Onun hayatındaki kırılma süreci İstanbul Üniversitesi’ni kazanmasıyla başlar. İlk etapta her şey normaldir. Okula kaydını yaptırır ve kantindeki ilanlara bakarak kalacak ev arar. Öğrenci evlerini de bu vesileyle tanır. Fakat yaşamaya başladığı evdeki mistik ve doğaüstü olaylar zamanla hayata bakışını değiştirir.

Çevresindeki ağabeylerin de etkisiyle gün geçtikçe ibadetler ve ritüellerle örülü bir dinî hayatı benimser. Başlangıçta her şey normaldir. Fakat değişiminin şiddeti gün geçtikçe artar ve Umut radikalleşmeye başlar. Bu dönüşüm onu ailesi ve çevresinden yavaş yavaş uzaklaştırır, kız arkadaşıyla arası bozulur. Gittikçe fundamentalist bir kimliğe bürünür. Umut için son durak, bir intihar eylemcisi olmaktır….

ÇAĞIMIZIN EN ÖNEMLİ ÇİRKİN BİD’ATI

Çirkin bid’at kapsamına giren fiil ve tutumlar içinde en tehlikeli olanı hangisi olabilir? Hiç şüphesiz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ilkelerine aykırı İslâm anlayışıdır.

Hangi görüntü ve iddia ile ortaya çıkmış olursa olsun, tıpkı geçmişte olduğu gibi Ehl-i Sünnet çizgiye, dolayısıyla doğru İslâm anlayışına aykırı olan her türlü akımın, “bid’at mezhep” olarak nitelendirilmesi gerekir.

İslâm tarihinde Sahabe döneminin sonlarına doğru bazı yanlış inanç ve tutumların ortaya çıktığını biliyoruz. Daha ziyade Akaid ve Kelam ilminin sahasına giren bu inanç ve tutumlar, İslâm’a yabancı din, gelenek ve felsefî sistemlerden kaynaklanmıştır.

Bu dönemde İslam coğrafyasının sınırlarının hayli genişlemesi ve farklı kültür ve dinlere mensup kitlelerin İslâm’a girmeye başlamasıyla, ağırlıklı olarak eski Hint, İran ve Yunan’a ait bazı inanç ve anlayışlar bir kısım müslüman topluluklar üzerinde yıkıcı bir etki yapmaya başlamıştır.

Çağdaş din tasavvuru ve kadın erkek eşitliği

“Feodal toplum yapısında egemenlik erkeğin elindedir. Çünkü söz konusu olan, “tarım toplumu”dur. Sosyoekonomik yapı “kas gücü” üzerine kuruludur; o da erkekte mevcuttur. “Geleneksel” toplum yapısının erkek merkezli olmasının sebebi budur.

“Şimdi bunlar çok gerilerde kaldı. Teknoloj ve bilgi çağında yaşıyoruz. Hayat artık kas gücüyle değil, beyin gücüyle kazanılıyor. Bunun doğal sonucu olarak artık kadın-erkek ilişkisi “koruma/itaat” zemininde değil, “eşitlik ve paylaşma” zemininde yürüyor. Hatta pek çok alanda kadın, erkekten daha verimli/üstün olduğunu ispatlamış durumda…”

Modern çağa ait bu telakki, Modernite’nin bilincimizi nasıl bulandırdığının ve değerler sistemimizi nasıl alt-üst ettiğinin göstergesi aslında. Yaşadığımız dönemin “ahir zaman” olduğunu unutarak kapıldığımız düşünce anaforu, bize pek çok alanda yaşattığı dönüşümü, burada da “kadın” üzerinden gerçekleştiriyor.

Kas gücünün ve ataerkil toplumsal/ailevi yapının erkek tarafından kadın aleyhine nasıl istismar edildiğini gösteren (ve maalesef sık rastlanan) su-i misaller de buna hizmet eden araçlar durumunda….

MODERN İSLÂM ANLAYIŞI

İslâm değişmedi ve asla değişmeyecek. Çünkü dinin sahibi Cenab-ı Allah ve dinini koruyacağını vaad ediyor.

Fakat din ve dindarlık anlayışımız bize ait ve hayli zamandır tuhaf bir değişimin girdabında.

Kısaca “Modern Anlayış” diye adlandırdığımız bu yeni anlayışın “kitaplarımızda yeri yok.” Yok, çünkü kendi kitaplarımızın irfanından doğmadı. Kendi aklımızın, kendi kalbimizin teknesinde yoğrulmadı.

Bu durumu anlamamız lazım. Anlayalım ki saf ve arı duru olanı bilelim, ona yönelelim. Kurtuluşumuz orada.

Uzun uzun açıklanabilir ama “modernleşme” kelimesiyle kastedilen şeyi, kısaca, “Batılı insan gibi düşünme, onun gibi davranma, onun değerlerini benimseme tavrı” olarak özetleyebiliriz.

Müslümanın modernleşmesinin temelinde ise kendi değerlerine yabancılaşma ve Batılı insan karşısında aşağılık kompleksi duyma hissi oldukça baskın bir şekilde mevcuttur.

MEZHEBSİZLİK TEHLİKESİ VE HAK MEZHEBLER


Mezhebleri Kim Tartışıyor?

Günümüz İslam Dünyasında en çok tartışılan dini meselelerin başında, bir mezhebe bağlı olmak konusu geliyor. Özellikle oryantalistlerden etkilenen bir zümre var ki, mezheb kelimesini duyduklarında hemen karşı çıkarak; “Ne gerek var canım bir mezhebe uymaya? Hz. Peygamber zamanında mezheb mi vardı sanki? Eski alimlere uymaya ne gerek var, biz de alimiz, elimizde hadis var, Kur’an var, biz anladığımız gibi hüküm verir, ona göre amel ederiz” diye cesurca (!) bir tavır sergiliyorlar.

Kendilerini ‘alimler üstü’ gören, ancak gerçekte Sahabe ve Tabiin’den başlayarak oluşan İslam ilmi geleneği içerisinde bir yerleri olmayan böyle kimselere, olsa olsa ‘din bilimi araştırmacısı’ veya ‘din-bilim adamı’ denilebilir. Aldıkları akla ve felsefeye dayalı ‘teoloji’ (din bilimi) eğitimi ile Kur’an-ı Kerim’i kendi ‘modern’ anlayışlarına göre yorumlayıp, hadislerden sadece işlerine geleni kabul etmektedirler.

İslami ilim usulüne göre ilmî yeterlikleri olmadığı halde, mezhebleri, Kur’an ve Sünnet dışı birer ayrılık unsuruymuş gibi gösteren bu kimseler, bu halleri ile de İslam’ı içten çökertmeye çalışan müsteşriklere hizmet etmektedirler. Elbette, her ilahiyat (teoloji) eğitimi alan kişinin aynı durumda ve görüşte olduğunu söylemek doğru değildir.

YENİ DİN ANLAYIŞININ SACAYAKLARI

Sahih din anlayışının itaat, teslimiyet, hakka bağlılık ve bâtıldan yüz çevirme gibi temel direkleri olduğu gibi, yeni sapkın anlayışın da üzerine oturduğu temeller var. Bunların en önemli üçünü ele aldık.

Müslüman için İslâm, Kur’an-ı Hakim’de ortaya konan, Rasul-i Ekrem s.a.v. tarafından en kâmil şekilde açıklanan ve uygulanan ilke ve hükümlerdir.

Uymakla mükellef bulunduğumuz dinî hükümlerin aklî izahını hiçbir zaman yüzde yüz oranında yapamayız.

Dünya insan için bir imtihan yurdudur ve müslüman, bu imtihan anlayışı içinde dinin hükümleri arasında kolay-zor, uygun-uygunsuz, devamlı-geçici… gibi ayrımlar yapmaz. (Hükmü Fıkıh ve Usul-i Fıkıh kaynaklarında belirtilmiş bulunan hususi durumlar bu çerçevenin elbette dışındadır.) “Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman müslüman erkek ve kadının o işte kendi istediğini seçme hakkı yoktur.” (Ahzâb, 36).

İnsanın değeri, takvası oranındadır; takva da ilme ve marifete bağlıdır. İlimde ve takvada bizden üstün oldukları için Sahabe ve Selef kuşakları şayan-ı hürmettir.

İSLAMÎ İLİMLERİN ORİJİNALLİĞİ BAĞLAMINDA MODERNİSTLER

İSLAMÎ İLİMLERİN ORİJİNALLİĞİ BAĞLAMINDA MODERNİSTLERİN USUL-İ FIKIH ELEŞTİRİLERİNE CEVAP

İslam dini, insan hayatını bütün cepheleriyle kuşatan ve en ince teferruatına kadar hayatı kainatın yaratılış gayesine uygun biçimde tanzim eden kapsamlı bir dindir. İslam dini insan hayatının sadece ruh ve gönül boyutuyla değil; inanç, düşünce, davranış, yaşayış tarzı ve ahlak boyutuyla da ilgilenir, ölçüler koyar; fertten topluma insan hayatını düzenler. İslam dininin getirdiği ölçüler Peygamber efendimizin (s.a.v) tebliğ ettiği naslar aracılığıyla insanlığa ulaşmıştır. Sözünü ettiğimiz dinî nasların bir kısmı inanç ve düşünceyle, bir kısmı davranış ve yaşayış biçimiyle, bir diğer kısmı da ahlakla ilgilidir. Nasların inanç konularıyla alakalı olarak getirdiği ölçülere “itikadî hükümler”, davranışlarla alakalı olarak getirdiği ölçülere “amelî hükümler”, ahlakla alakalı olarak getirdiği ölçülere de “ahlakî hükümler” adı verilmektedir.Bu hükümler henüz yazılı kültürün yaygınlaşmadığı İslam’ın ilk dönemlerinde ekseriyetle rivayet birikimi olarak kuşaktan kuşağa aktarılmış ancak sonraki dönemlerde kitaplara kaydedilmiştir.

Müslümanlık neyle artar?

Amerikalı “kadın imam” Amina Wadud Tempo dergisinin davetlisi olarak Türkiye’de. Derginin spotlarına bakılırsa “kadın imam”, “Örtü kimseyi daha Müslüman yapmaz” demiş…

Basit göründüğüne bakmayın; hayli girift bir bilmece bu! Dinî hassasiyetlerle ilişkisi sadece “kaşıma” seviyesinde cereyan eden bir yayın organı, kutsal “özgürlükler” çerçevesinde bir “İslam devrimcisi”ni ülkemize davet ediyor. O da saf değil ya, elbette gelecek, konuşacak, mesajını verecek, “temas noktaları” tesis edecek (şimdiye kadar edilmediyse tabii!) ve belki de hazırda bekleyen “kutsal bağlılar topluluğu” ile geleceğe dönük yapılanmaların temelini atıp gidecek.
Bu başlığı hiç görmeseydiniz ve ben bir önceki paragrafı yine yazsaydım, kimler rahatsız olurdu dersiniz? Davet eden bir “dinci” yayın organı, davet edilen de Ortadoğu’dan gelen bir bayan olsaydı ve yine ayrı tarzda başını örtmüş bulunsaydı?? Yayın organı “devrim” demeseydi de olurdu. Onu birileri zaten söyleyecekti nasıl olsa!..

Hıristiyanlığa geçme ve 18 yıllık "Türkçe Ezan" serüveni

"Bu topraklarda “yabancı ses Tanrı Uludur”un minarelerden ilk yükseldiği günün üzerinden tam 75 yıl geçti.." Muharrem Coşkun'un kaleme aldığı yazı dizisinin tam metni:

Ezanın Özgürleşmesi

Bu topraklarda “yabancı ses Tanrı Uludur”un minarelerden ilk yükseldiği günün üzerinden tam 75 yıl geçti..

29 Ocak 1932 tarihinde yani bir ramazan ayında başlayan dinde reform girişimlerinin bir parçası olan Türkçe Ezan, ilk kez Hafız Rıfat tarafından Fatih Camii minaresinden seslendirilmişti.. Aslında Osmanlının Batılılaşmasını savunan kesimin son 200 yıldır istediği şey de reformasyondu.. Cumhuriyet işte bu istekleri hayata geçirmek için oldukça elverişli görülüyordu. 1932 Ramazanına kadar çeşitli yıllarda nabız yoklamayla yapılan denemeler 1932 ramazanında fiilen uygulamaya konulacaktı.. Program çerçevesinde ilk Türkçe Kur’an için Yerebatan Camii (22 Ocak 1932), İlk Türkçe Ezan için Fatih Camii (29 Ocak 1932) İlk Türçe Tekbir için Ayasofya Camii -şimdi ibadete kapalı- (4 Şubat 1932) ve İlk Türkçe Hutbe için de Süleymaniye Camii (5 Şubat 1932) seçilmişti.. Aslında Reformasyon hareketi sadece ibadetin dilinde görülmeyecek, giyimden kuşama, medeni hayattan, sokaklara, harften kanunlara kadar her alanda kendini gösterecekti.. Zaten ilk Türkçe hutbeyi Süleymaniye’de seslendiren Hafız Sadettin Kaynak’ın fraklı ve başı açık, cemaatin de fötr şapkalı olması bunun açık göstergesiydi.. Türkçe Ezan uygulaması 18 yıl aradan sonra, Demokrat Parti (DP)’nin iktidara geldiği 14 Mayıs’tan sadece 1 ay sonra 16 Haziran 1950 tarihinde sona ermişti.

"Modernist görüşler merdud,sapkın ve saptırıcıdır."

Selman el-Huseynî en-Nedvî hoca: "Cumhura muhalefet insanı bazen dinden çıkaran bir sapmadır."

Selman en-Nedvî hoca, Dâru'l-Hikme'nin hocalarıyla

Selman en-Nedvî hocayla, İmâm Ahmed es-Serhendî, Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, dedesi Ebu'l-Hasan en-Nedvî, Arap dünyasındaki Arap milliyetçiliğine karşı yayın yapan ve dönemin Mısır hükümeti başta olmak üzere birçok Arap ülkesinin tepkisini çeken ama aynı zamanda bu ülkelerde ilgiyle takip edilen el-Ba‘sü'l-İslâmî dergisi, İngiliz emperyalizmine karşı destansı bir direniş ortaya koyan Diyobendî ekolü ve "İpek Mendiller" hareketi, Abdülfettah Ebu Ğudde hoca, Nedvetü'l-Ulemâ, modernist yaklaşımlar vb. birçok konuyu konuştuk.

Ömer Faruk Tokat: Hocam, Türkiye'de sizi az kişi tanıyor. İsterseniz bu sohbetimize sizi tanıyarak başlayalım.

Selman Nedvî Hoca: Sizin azınız benim için yeterlidir. Ancak senin azına az denmez. Az dediğiniz bir topluluk tarafından tanınmak bana yeter. Bununla birlikte müminler kardeştir.

İslami İlimler, Medeniyet Ve Modernizm Üzerine

Ömer Faruk Tokat: Modern İslam düşüncesi, çağdaş İslam düşüncesi, modernist yaklaşım vb. dendiğinde ne anlamalıyız? Sohbetimize belki böyle bir soruyla başlayabiliriz.

Ebubekir Sifil Hoca: Öncelikle, her şeyi insan aklının ve insan inisiyatifinin belirlemesi gerektiğini söyleyen bir bakış açısı var aydınlanmadan bu yana. İnsanı merkeze alan, insan aklını merkeze alan ve değerleri insanın belirlemesi gerektiğini söyleyen bir duruş… Bu, modern zamanlara mahsus bir durum; kutsalı yok… dünyasal… insandan başka değer tanımayan bir duruş. Modern İslam düşüncesi de bu temel değerlerin üstüne İslam'ı oturtmaya çalışan bir bakış açısı. Yani modern değerleri merkeze alan, İslam'ı ve diğer dinleri, esâsen "din"i, "aşkın" dediğimiz alanın temsil ettiği, sembolize ettiği ne varsa, kutsal dediğimiz alanın içine giren ne varsa hepsini, insan aklını merkeze alarak tarif etme iddiasında olan, tanımlama iddiasında olan, sorgulama iddiasında olan bir bakış açısı. İnsanı merkeze koyunca insan her şeyi tarif eden, tanımlayan, her şeyin içini dolduran yegâne değer kaynağı haline geliyor.

Modern İslam düşüncesi de çok genel olarak söylersek, bizâtihi İslâm hakkında üretilmiş modern yorumları, İslâm'ın temel kaynaklarının modern okuma biçimini

Prof. Dr. Lütfullah Cebeci İle Mülakat Kur'an Ve Sünnet İlişkisi

"Peygamber Postacı Değildir"

Kur’an’da Şer Problemi, Kur’an’a Göre Takva, Kur’an-ı Kerim’e Göre Cin, Melek ve Şeytan gibi eserlerin sahibi olan Prof. Dr. Lütfullah Cebeci, 1954 yılında Kayseri’nin Develi ilçesinde doğdu. Mekke’deki Ummu’l Kura Üniversitesi’nde araştırma ve incelemelerde yaptı. “An Essay on Sociology of the Holy Qur’an” (Kur’an-ı Kerim’in Sosyolojisi Üzerine Bir Deneme) adlı tebliği ile Sudan’da yapılan “Bilginin İslâmîleştirilmesi” konulu bir kongreye katıldı ve 1992 yılında “Dinler Arası Diyalog” çerçevesinde Newyork’ta bulundu. Evli ve dört çocuk babası olan Lütfullah Cebeci, halen Erzurum Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesinde tefsir profesörü.

Aydınlarının büyük bir ekseriyeti tarafından içinde yaşadığımız bu çağın adeta kutsandığı bu ülkede, dinî ilimlerde çalışma yapan akademisyenlerin de bu istikamette tavır aldığını görmekteyiz. Onların dini çağdaşlaştırma yolunda ileri sürdükleri fikirler, İslâm hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanlara, sanki İslâm çağlara yön verecek bir değerler ve uygulamalar bütünü değil de, zamane insanının gidişatını onaylamaya mecbur bir “vicdanî müessese” izlenimi vermekte... Bu tarz düşünenlerin ifadelerinde, şekil veren, ıslah eden, ebediyete doğru ufuklar açan bir din yerine, batılı değerler ve sözde erdemler kalıbında şekillenen, yani reforme edilebilen, ıslaha muhtaç bir din buluyoruz.

İşte böyle bir akademi dünyasında, çağdaşlık ve modernlik modası karşısında İslâm’ı çağlara hakim bir din olarak algılamış kıymetli bir ilim adamıyla siz okuyucularımızı tanıştırmak istedik.