Zehirli | Konular | Kitaplar

İÇ FİTNE

(Değerli İlâhiyatçı Muharrir Ahmed Selâmi TOSCUOĞLU’NUN Çorum’da verdiği İÇ FİTNE isimli konferansın özeti şöyledir) :

Bir fikir harbi içindeyiz. Kan akıtan harb, daha fazla kan akıtmak için yerini fikir harbine bırakıyor. İnkârcılar bile inkârı sistemleştirmişlerdir. Diğer muzır cereyanlara bir atlama taşı teşkil etmektedir. Kimse anasından komünist doğmaz. Ortaokulda eyyamcı olan, fikirsizlik taşında bulunan bir genç, lisede futbolcu olursa, üniversitede iffetsizlik cereyanına kapılırsa sosyalist veya komünist olması mümkündür. Bu bakımdan tehlikeli cereyanlara gidecek bütün yolları kapamamız lâzımdır. Vücudunu teslim etmek istemiyen kadın, küçük parmağını bile teslim etmemeli, aksi halde onu el ve kol, sonra da vücut takip eder.

İç ve dış tehlike veya fitne diye bir tefrik yapmaya imkan yoktur. İslâmın dışında olan her şey tehlikedir. İÇ FİTNE’den maksadımız, münafıklar eliyle icra edilen tehlike demektir. Kâfirden daha eşet olan münafık, İslâmın içinde müslümanlar arasında yaşar, müslüman zannedilir, onun İslâm düşmanı olduğunu feraset sahipleri ile Allah azze ve celle bilir. Bunlar mukaddes ve muazzez şeriatımızı tahrif etmek için çalışmaktadırlar. Mutlak mânâda son şeriatın tahribi muhaldir. Kürre-i arzın sonuna kadar şeksiz ve şüphesiz hiç değişmiyecektir. Hatta son zamanda bütün kürre-i arza hâkim de olacaktır. Ancak bizim korkumuz, İslâm dışılıklarla dolu, bozulup kurcalanmış bir sistemi takdim. Tahribden kast ve muradımız bu. Perde arkasında oynanan oyundan habersiz halk, mektepli, ilâhiyatlı, imam, müftü V.S. sulandırılmış, bulandırılmış bir neslin ardına takılacak. Sonu ne olacak? Birbirine düşmüş tabii ve sun’i iki çark, kütür kütür birbirinin dişlerini dökecek. Bundan kim istifade edecek? Rejim için en büyük tehlike aşırı sağdır diyenlerle İslâmın saffet ve duruluğunu taşıyan müslümanları işaretleyen ve elli senedir onları öğütememenin ızdırabını duyan toprak altına girmiş baş İblis ve onun zihnin ilkah olan Allah ve Resülünün düşmanları...

İslamın sulandırılmış ve bulandırılmış olarak İslâm diye takdimine müsaade edemeyiz. Zira şeriatımızı muhafaza her müslümanın vazifesidir.

Dış fitne müslüman olmadığını söylüyor veya o söylemese de biz bazı ölçülerle onu tanıyoruz. Fakat İç Fitnenin teşhisi pek kolay değil. Çünkü İç Fitnenin temsilcileri, şeriat ilimlerinden bahsetmekte, hattü âlim, hoca, müdakkik gibi payelerle aramızda dolaşmaktadır. Bunlar, saf, bilgisiz, tecrübesiz, İslâma ihlâs ve zekâ gözüyle bakma melekesini henüz kazanamamış müslüman halktan, münevverden ve talebelerden bir grup ve muhit sahibi olarak bile isim ve şöhret kazanmış olabiliyorlar. Az evvel bâtıla ait atlama taşlarını görmüştük. Şimdi İç Fitnede bu taşlar, başka isimlerle aramızdadır. Meselâ mezahibin telfıkı, mezhebsizlik, içtihad kapısını açmak, yeni içtihadlar yapmak gibi. Yeni içtihaddan maksat asrın ve Avrupaî âdetlerin paralelinde yeni bid’atleri din gibi içimize sokmak.

Yedi başlı Yahudi, İslâmı yıkmak için, İslam Milletini İslâmdan uzaklaştırmak gerektiğine inanıyordu. Bunun ise reformla gerçekleşeceğini biliyordu.

Bu milleti aslından uzaklaştırılmış uydurma bir dine kaydırmak için zehiri altın kupa içinde sundular. Stratejilerini üçe ayırabiliriz:

1 — Düşman, sanayi terakkiyatını kendi imanî, içtimaî ve siyasî temel nizamlarının tabii bir neticesiymiş gibi İslâm milletine üfürmek suretiyle İslâm terakkiye mani gibi gösterilmeye çalışılmıştır. İslâmın asrın ihtiyaçlarına cevap veremiyen bir din olduğu sözde müslüman Cemaleddin Efgani gibi kimseler vasıtasiyle İslâmın asrın ihtiyaçlarına cevap veremiyen bir din olduğu işlenmiş. İslama Garb zaviyesinden bakmak hayranlığı aşılanmıştir. Efgani’nin tilmizleri Abduh ve Reşit Rıza gibileri mucizeleri Garblının bakışına göre izaha çalışmışlardır,

2 — Tahsil perdesi altında ecnebi ınemleketlere çekilen genç dimağlara Garbın her türlü âdedi şırınga edilip diploması verildikten sonra en üst devlet memuriyetine getirilme taktiği.

3 — Böylece dahilde ve hariçte yetiştirilen yerli malı ecnebi idareci kadrosu, tanzimat, ıslahat, meşrutiyet öz Türkçecilik, içtihatçılık gibi perdeler altında İslâm milletine saldırılacak, berrak olan İslâmdan ayrı olarak bulanık ve katışık fakat yine adı İslâm olan bir başka dine kaydıracaklar. Böylece düşman nihai hedefine ulaşmış olacaktır,

Müslümanların İslâma sarıldığı nisbette kuvvetli, İslâmdan uzaklastığı ölçüde zayıfladığını düşman keşfediyor. Bu keşif ve teşhis mucibince Haçlılar saldırıya geçmiştir. Haçın da Haçlının da mucidi yedi başlı yahudidir. İslâm seriatı içinde İslâm şeriatına düşman grupları peydahlayan da odur. İlk fitneyi çıkaran Abdullah İbni Sebe, Yemenli bir Yahudidir.

İbni Sebe’ her peygamberin bir varisi bulunduğunu, Peygamber Efendimizin peygamberlerin sonuncusu olduğunu Hazreti Ali’nin de varislerin sonuncusu bulunduğunu, bu bakımdan Hazreti Ali varken başkalarının halife olması zulüm olduğunu beyan ederek ŞİA’nın temellerini, atmıştır.

Hazret-i Ali’den önce Hazret-i Ebu Bekir, Hazreti Ömer ve Hazret-i Osmanı halife olarak seçen Eshâb-ı kirâma düşmanlık başlattırılıyor Böylece Eshâb-ı kirâma itmadı sarsmak suretiyle dinin esaslı bir kaynağı yok edilmek isteniyor. Şeriat hükümlerini teşkil eden kitap ve sünnet bu sahabiler tarafından istikbale devredilecek taşınacak ve nakledilecektir. İşte sahabi düşmanlığı ile bu yol tıkanmak istenmektedir. Bu sahabi düşmanlığı ile halkın kafası bulandırılacak, nice hadis-i şerifler, deliller şaibe altına girecek nice râviler, senetler, fetvalar yok olmaya, sıfır kabul edilmeye mahkum edilecektir. Şeyhayna Hazret-i Aişe’ye,

Aşere-i mübeşşereden bazılarına Hazret-i Muaviye gibi zatlara yapılan düşmanlığın altında hep Yahudi parmağı yatmaktadır. Sahabiye bağlılık ve itimat sarsıldığı zaman ondan gelecek mutlak nizama, yani İslâma olan bağlılık ve itimadın halini tüyleriniz diken diken olmadan hayalinizin eline vermeniz mümkün mü? Tek cümleyle bu sahabi düşmanlığı mutlak nizamın yolunu kesmek gayesiyle peydahlanmıştır.

Bir an için Resulüllah’ın tebliğ ettiği sistemin geçiş yolu üzerinden sahabiler basamağını kaldıralım. ikinci asra, tabi ne İslam adına bir tek zerrenin geçebileceğini hayal etmek mümkün mü? Eshâb-ı kirâmın tamamını değil, birkaçını düşmanlık sebebiyle aradan çıkarsak yine İslâm şeriatına itimat kalmaz. (Meselâ İbni Sebe’nin hilesinin tesiri altında kalan bir kimse Hazret-i Muaviye’yi içtihadından dolayı (haşa) fâsık bilerek itimat etmezse Hazret-i Muaviyeden hadis rivayet eden kütüb- sitte ile diğer hadis kitaplarına itimat kalmaz. Öyle ya fâsığın rivayeti kabul edilmediğinden fâsıktan rivayet eden bir muhaddisin hadislerine de itimat edilmez. Bütün muhaddisler istisnasız Hazret-i Muaviye’den hadis rivavet ettiğine göre bütün hadis kitapları şaibe altında bulunduğundan hadis kitaplarına itimat mümkün değildir. Böylece Resûlullahın tebliğ ettiği sünnet yok olmuş olur. Hattâ Hazret-i Muaviye vahiy katibi de olduğu için Kurân-ı kerîm de —haşa— şaibe altına girecektir. İşte İbni Sebe isimli Yahudi İslâm Şeriatını böylece itimat edilmez hale getirmek istemekledir. Bazı gâfiller de İbni Sebe’ye âlet olarak Hazret-i Muaviyeye düşmanlık etmektedirler.)

İbni Sebe başlattığı bu sahabi düşmanlığı günümüzde de bazı hainler veya gafiller vasıtasiyle devam etmektedir.

(Konferansta Ahmed Selami; değil Eshâb-ı kirâmdan, tâbiînden ve tebe-i tâbiinden birkaç zevatı aradan çıkarmanın İslâma vereceği zararı uzun uzun anlattı. Sonra İmâm-ı Azam’ın kim olduğunu belirtti. İmâm-ı Azamın Allah düşmanı rejimlerin plan ve programını tanzim ettiği, mekteplerde okunmadığını, o mekteplerde okuduğu bilgilerle mason Ezherlilere müçtehid diyecek kadar ileri giden bir kimsenin İmâm-ı Azamla boy ölçüşmeye kalkışmasının vehametinden bahsetti. Telfıkçıları, müçtehid taslaklarını mezhepsizlik heveslilerini fitnenin ağına düşenleri uyardı. Bu fitnenin başını çekenlerin hain değilse mutlaka gafil olduklarını iplerinin başkalarının elinde olduğunu belirtti.

Allah’ın vâ’zedip Resûlünün tebliğ ettiği nizama samimiyetle bağlı olanlara soruyoruz :

1 — Dört imama olan bağlılık ve itimadı yıkıp, bu bağlılık ve itimad kime çevrilecek ve bu iş hangi rejim adına yapılacak?

2 — Tâbiinden İmâm-ı Âzam’a tebe-i tâbiinden imâm-ı Şafii’ye ve diğer zevata olan bağlılık koparılırsa Resûlulahtan bir zerre bize intikal edebilir mi?

“0 İmâm-ı Azam ise, ben de bilmem kimim, 0 içtihat yaparsa ben de yaparım, mezhepler birleşmeli, kitap ve sünnetten gayrısı 1âf…» diyen mezhepsizler türedi.

Dikkat ediniz lütfen İslâmiyetin temel nizamları kimlerin elinde derlenip toplanmış ve en ince noktasına kadar kimlerin içtihatları ile bir pırlanta işlenircesine işlenerek, nakışlanarak, kopmaz dağılmaz, pörsümez, ufalmaz, dökülmez hale getirilmiştir. Eimme-i Erbaa denilen dört imamın elinde değil mi? Öyle ise tamam... Materyalist ve ateist cereyanın dıştan tazyik ve darbe ile yıkamadığı İslâm hukuku yani şeriat yani dinin temel nizamlarının bütünü demek olan fıkıh, eseri bulunan dört imamın şahsında yürütülmektedir bu gizli planlar. Dört imama bağlılık koparılınca onların lisaniyle bizlere aktarılan temel nizamlar da top atacaktır. İşte fesat şebekelerinin perde arkasındaki hedefleri, maksatları, niyetleri…

Şimdi anlaşıldı mı hainlerin kirli emelleri? İslâm hukuku dondurulmuş demelerinin arkasındaki maksadı? Fıkıh bugünün ihtiyaçlarına cevap veremiyor, modern problemler çıktı, yeni içtihatlar yapalım veya hak birdir dört hep ne oluyor? Peygamber zamanında dört mezhep mi vardı? Kitap ve sünnetten başkası bid’atir, avamın mezhebi yoktur diyerek bütün ehl-i sünnet mukallitlerini kendileri gibi mezhepsiz göstermeye kalkışmalarının iç yüzü anlaşıldı mı? Ebu Hanife de insan, o içtihat eder de biz edemeyiz mi? diyenlerin nihaî gayesi anlaşıldı mı? Mesele dört imamın nakışladığı derleyip, toparladığı ahkâm-ı İslâmiyeyi işlemez hale getirip cemiyetten tard ederek muattal bırakmaktır Bundan sonrası kolay… Fert ilâhi ahkamdan çözülünce onu başka nizamlara bağlamak basit olacaktır.. Bunu bir misalle dikkatlerinize sunmak istiyoruz.

Nikâh meselesini ele alalım. İslâmda nikah var mıdır, yok mudur? (Vardır sesleri) Varlığı ne ile bellidir? Nas ile.. Yani İslam’da evlilik esas ve şartları bulunan bir müessesedir. Yani evlilik dinî bir akittir. Şimdi biri çıksa ve dese ki “Esas ve şartlarını dinî nasların ve bunlara müstenid içtihatların tesbit etmiş olması, evliliğin dini bir akit olmasını icap etirmez.” Ne dersiniz? (Yanlış sesleri)

Aynı şahıs şıksa “Bugün belediyelerde kıyılan nikahların çoğu İslâm hukuku bakımından da muteber bir evlenmedir?” dese ne dersiniz? (Halt etmiş deriz sesleri)

İşte “telfik yapalım”, «içtihat edelim” diyenlerin mantığı. Bu mantıkla nastan Hüküm istinbat ve ihraç edeceklerse topyekün şeriatımız güme gitti demektir.

Şeriatımızda akit nedir? “Nikâh, hibe, vasiyet, bey ve şira gibi bir muamele-i şer’iyyeyi iki tarafın iltizam ve taahhüt etmeleridir.” İstilâhı Fıkhiyye Kamusu).

“Nikâh akit dağildir” denmekle ne isteniyor? İslâm karşısındaki mihrakların temel nizamları namı hesabına bu temel nizamların ayağına giden, ona râm olan onunla ahenkleşmek üzere her husus ve mahrumiyetini onun parmaklarına teslim eden bir din mevcut olması mı isteniyor?

Lâik’im dendiği halde lâik olunmuyor. Lâik olmaları için dine muhtariyet tanımaları, din ve din ile ilgili müesseseleri parmaklarının içinde, ökçelerinin altında tutmamaları icap eder. Ortodokslara ve yahudilere Iozan’la tanınan haklar mucibince lutfedilen muhtariyetin Müslümanlara da tanınması şart olur. Tağut düzenleri aslına sadık kılınan bir İslâmiyete dönüşü kabul edemezler. Âncak kendi uydurdukları bir dinin adıne İslâmiyet diyerek ona muhtariyet verebilirler.

Dört ehl-i sünnet mezhebini birleştirerek beşinci bir mezhep vücuda getirmek istiyorlar Yani itina ile işlenmiş dört elm ası öğütüp, bu öğütülen parçalardan yeni bir elmas meydana getirmek. yolu dört mütehassıs kuyumcu (dört imam) derecesinde bir sanatkârı değil, kuyumcu geçinen kaldırım taşı kırıcılarına bir tek elmas ısmarlamak.. Cinnetin derecesine bakın, ortada itina ile işlenmiş dört elmas kalmadığı gibi kaldırım kırıcıları elinde öğütülen elmas tozları uçup gitmiştir.

Ne idüğü belirsiz Reşit Rıza isimli Mısırlı bir adamın «MEZAHİBİN TELFIKI İslâmın bir noktaya cemi» adını taşıyan apaçık manâsı dört elması öğütüp sonra bu tozların bir noktaya cem’î gibi ucube ve hilkat garibesi bir manayı aksülamelinden çekindiği için belki de İslâmda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri şekline inkilâp ettirerek perdeli bir kıyafetle takdim eden ve bu sadeleştirme denilen nesneyi Diyanet İşleri Başkanlığı isimli yerde çörekli aynı menşeli bir yardımcı marifetiyle ve duyduğumuz hikayesiyle alelacele hırsızdan mal kaçırırcasına diyanet neşriyatı arasında da basıp yaymaya muvaffak olan o İslâm enstitüsü muallimin akıl ve mantığına yeniden dönüyoruz.

Ne diyordu bu fıkıh öğretmeni? “Esas ve şartlarını dinî ve bunlara müstenid içtihatların tesbit etmiş olması, evliliğin dini bir akit olmasını icap ettirmez. İslâmda rııhbanlık ve din adamlığı gibi bir mukaddes sınıf mevcut olmadığı, evlenme akdinin imam tarafından veya camide yapılması da şart değildir. Bugün Belediye deirelerinde kıyılan nikahların çoğu —süt akrabaları arasında evlemeler, İki şahidin de kadın olması gibi bazı istisnaları bir tarafa— İslâm hukuku bakımından da muteber bir evlenmedir.”

Zaten birinci hüküm bu neticeyi elde etmek üzere ortaya konuyor ve bu usule göre müçtehidimiz içtihadını yapıyor. Yani NAS’ını kendisi tayin edip sonra da bu nastan hüküm istinbat ediyor. Peki mücerret şeri nikâh belediye dairesi hukuku bakımından da muteber bir evlenme midir? Elbette muteber değildir. Peki şer’î nikâh belediye hukukunda muteber bir olmuyor da Belediyedeki anlaşma şer’i hukuk bakımından nasıl muteber oluyor? Bu uygar içtihatlarla hangi nikâh hangisi namına eritilmek isteniyor? Nikâhı olmayan uydurma dinin müçtehitleri buna da cevap verin! Neden belediyeden sonra ikinci bir nikâha lüzum görülüp dini nikâh yapılıyor? Yapmayalım. yapmayınız, yapmasınlar!.. Bu ne halt etmektir efendiler! Din ayrı laik devlet ayrı değil mi? Birindeki kanunların ve şartların temeli vahiy, diğerininki ise vahiy dışılıktır.

Mümin vatandaş Allah istiyor diye Allah’ın istediği nikâhı yapar, rejim istiyor diye de belediyedeki nikahı yapar. Niye vahyin elindeki nikah vahiy dışılığa feda edilecekmiş?

İslâm Enstitüsü Fıkıh hocası kişinin usul ve mantığına göre: Esas ve şartlarını dini nasların ve bunlara müstenid içtihatların teşkil etmiş olması evliliğin dini bir akit olmasını icap ettirmez hâşâ… Yine aynı şartlarla hibenin de dini bir akit olmasını icab ettirmez hâşâ... Vasiyet, rehin ve icare de dini bir akit değildir hâşâ… Sayın sayabildiğiniz kadar. Yani dini akit diye bir şey yoktur hâşâ… Ehl-i sünnet 1400 yıldır vardır desin, fıkıh kitapları, kamuslar yazsın. Sen çık kabul etme. Burhan Felek de kabul etmiyor. Laik nikah yaşamalı öteki beriki namına ölmeli imiş. Gaflet veya hıyanetlerinden kimler kimlerle el ele, omuz omuza gidiyor, göz göze, diz dize yaşıyor görelim. Hangi esasları hangi esaslar namına dünyadan tard etmek istiyorlar bakalım.

Burhan Felek İmâm-ı Felek olarak yaptığı laiksel içtihadında “Dini nikah diye bir şey yoktur. Nasıl Mecellede alışveriş, kira, rehin gibi akitler var ise nikâh da böyle bir akittir, nasıl dini icare yoksa dini nikâh da yoktur.” diyor.

(İslâmda namaz vardır, oruç vardır. nikah vardır. Fakat bunlara dini namaz, dini oruç, dini nikâh demeye lüzum yoktur. Dinimiz hepsinin nasıl yapılacağını sarahaten göstermiştir. Namaza dini namaz denmediği için feleksizlerin iddia ettiği gibi “Esas ve şartlarını naslarla bunlara ait içtihatların tesbit olmuş olması namazın dini bir ibadet olmasını icap ettirmez.” denebilir mi ?

Bu adamlara göre bir akit esas ve şartlarını dini naslar ve içtihatlardan alacak, hem de dini olmayacak. Artı k buna cahillik mi dersiniz, gafillik mi dersiniz, ne derseniz deyin, mesele artık şirazesinden çıkarılarak ayağa düşmüştür.

Burhan Felek’in yazdığı yazı ile İslâm Enstitüsü Fıkıh mualliminin (Hayrettin Karaman’ın Mukayeseli İslâm Hukuku s. 236’daki ifadeleri arasında hedef ve gaye bakımından Allah rızası için bana bir fark gösterin. İhtiyar Felek, Mecelle cümlesindeki hükmü ile “Dini nikâh yoktur.” deyişinin mütenakız düştüğünün acaba farkında değil mi?

Felek, BAB-I NİKÂH adı altında ciltler dolusu kitaplardan bihaber ise, bu ona “İslâmda nikah yoktur,” gibi cahillere has cesaret ve cür’et hakkı veremez ki...

İslâmda yalnız nikâh mı var? Onda olmayan ne var ki? İslâm muamelât, ukubat, münakahat, ibadâtı ile topyekün bir hayat dinidir, Halbuki Ateist ve masonik zihniyet bu yüce dini, mücerret namaz, oruç, kandilde ampul yakma, birtakım şahsiyet müflislerine mevlid okutma gibi ibadet ve âdâtın 3-5 tüzüğünden ibaretmiş gibi kabul ettirme. beyin şartlandırması ve propagandası içinde bulunuyor, Gaye onda dokuzu budanan İslâmiyeti muharref Hıristiyanlık gibi saptırmak ve gitgide tamamen insan mamulâtı bir nesne haline getirmek... Gaye bu. Buna yarım asırdır didinip durmaktadırlar.

Şeri nikâh ile medenî nikâhın istediği şartlar ayrı ayrıdır, Birine göre öbürü muteber değil, diğerine göre beri ki geçerli değildir.

Adam on defa hacca gitmiş, bakıyorsunuz bankaya on kere girip çıkıyor. Bu adama neyin içtihadını yapıp göstereceksiniz? Adamın imanı zayıflamış, çürümüş. Böyle bir cemiyette içtihat yapın denirse adam çıkar, “Evlilik dini bir akit değildir.” der. Bakar fazla bir tepki, görmedi mi yeni yeni içtihatlara cüret eder. “Erkeklere altın yüzük artık mübah demenin zamanı geldi.” der.

Tehlike büyüktür. Devlet-i Ali Osman yıkılmıştır. Bir avuç ehl-i sünnet kalmıştır. 0 da eridiği zaman mesele tamamdır, plân bu...

Ehl-i sünnetin imâmı, İmâm-ı Azam, kaynaklardan 64 bin umumî kaide istinbat ediyor, yarım milyon meselenin hükmünü ortaya çıkarıyor. Talebelerinden kırk müçtehid yetişiyor, 55 defa hacca gidiyor. İki rek’atta Kur’ân-ı kerîm’i hatmediyor. Kırk sene yatsı abdesti ile sabah namazını kılıyor. İlimde dedesinin dedesi İbni Mes’ud (Radıyallahü anh) a dayanıyor. Şimdikilerin ilimde demeyelim de bilimde dedesinin dedesi Cemalettin Efgani denilen mason köpeği…

Sadece Efgani mi mason? Onun yetiştirmesi Abduh da mason… Onun yetiştirdiği Reşit Rıza da masondur. Hayrettin Karaman bu Reşit Rıza’nın kitabını Diyanet neşriyatı arasında sadeleştirip yayıyor. 1400 senedir kitabı çevrilecek hiç hiçbir adam kalmadı da masonların tilmizlerinin Mısır’da yazmış olduğu ve mücerret fitne çıkarmak için yazdıkları TELFIK kitapları mı kaldı? Allah rızâsı için cevap verin bu kadar iğrenç plân olur mu?

Yeni bir müctehid var, mühendistir, adı Süleyman Karagülle… Biz onunla epey boğuştuk. Karagülle çıkıyor : “Müslümanlar kendi dini inançlarını yürürlükte olan mevzuata göre çözmeler zaruridir.” Diyor. Peki mevzuat ne? Diyelim ki Paris’te meclisi topluyorlar, mirasta kadın 5, erkek ise 1 alacak diye karar alıyorlar. Şimdi ben mirasımı bu mevzuata göre mi yürüteceğim? (Belediyede nikâh oldu diye ayrıca dinime göre bir nikâh yaptırmayacak mıyım? İngiltere’deki bir Müslüman, hemcinsin birbiriyle evlenmesi kanununa uyarak oğlunu başka bir erkekle mi evlendirecek? Müçtehid devam ediyor : “Müslüman İslâmiyeti yaymak için İslâma aykırı kanunlara uyar, bundan dolayı da hiçbir günaha girmez.” İslâmiyeti yaymak için erkeği erkekle çiftleştireceğiz ve de hiçbir günaha girmeyeceğiz öylemi?) Bunlar nasıl içtihad? Bundan sonra din diye bir şey kalır mı ortada? Kanun bu, daha ne kanunlar çıkabilir? Dinimizin icaplarını yürürlükteki mevzuata uyduracağız, yok asra uyduracağız, dersek dinimiz, mevzuat veya kanunlar olmaz mı?


2 yorum

Terbiyeli olun

YAzınız da terbiyesizce ifadeleri kullanmayın ki ehli sünnetin nadide güllerinden olun Ebu Sufyanı ve Yezidi bile saygı ile anarken Mervan arkasından fatihalar okurken günümüzde yaşamış alimlere karşı sıfatlandırmalarla ifadeler yakışmaz.

02.06.2007 - misafir

yasakaşk

ahmetselami beyin verdiği konferans beni son derece doyurdu.mutmain oldum kendisiyle bizat görüşüp kendisinden feyiz ve ilham almak isterm .ayrica birkaç özel sorularım var kendisiyle görüşmem gerekiyor. istanbulda yaşıyorum yardımlarınız için şimdiden teşekkür ederim.

08.11.2007 - misafir