Zehirli | Konular | Kitaplar

mezhepsizler

Kusurlu Mal Albânî

Sayın dostumuz, Uyarı ve eleştiri nâmenizi aldım, teşekkür ederim.

Nâsirüddin el-Albânî için "Zamanımızın en büyük muhaddisi, hattâ muhaddislerin imamı, hâtemü'l-muhaddisîn, hadîs konusunda en büyük otorite..." gibi övgülerde bulunuyorsunuz ve dört mezhebe uymayan inanç, fikir ve görüşlerinizi bu merdut (reddedilmiş) zata dayandırıyorsunuz.

Muhterem beyefendi!..

İslam fıkhında bir kural vardır:

Bir tâcir, kusuru olan bir malı satarken, o kusuru müşteriye söylemezse kazancı haram olur, günaha girmiş olur, müşterisini aldatmış olur.

İslam istikameti (doğruluğu, dürüstlüğü) esas kabul etmiştir.

İlmî görüşlerin açıklanması da, mecâzî mânada bir tür satışa benzetilebilir. Binaenaleyh bazı bilgilerin ve bilginlerin kusurları varsa onların muhatabı mutlaka insaflı ve adaletli bir şekilde beyan edilmesi gerekir.

Siz Albânî için:

Muhammed Esed meali

Soru: "(...) Ben yıllar evvel Yeni Şafak gazetesinin dağıtmış olduğu Muhammed Esed mealini aldım. Sonra duydum ki bir kaç yerde ehli sünnet dışı söylemler var. (Mucizenin inkarı gibi). Birkaç arkadaşla meseleyi tartıştık. Bir kısmı Esed'in önemli bir şahsiyet olduğunu söyledi. Bu konu hakkında bizi bilgilendirirseniz seviniriz."

Cevap

İtikadî noktada arızaları olan bir kimsenin bir yandan da "önemli" olarak nitelendirilmesi, neyi öne aldığımız ve önemsediğimiz sorusunu cevaplandırış tarzımıza göre değişecektir. Neye nasıl inanmamız gerektiği meselesinin önemini büyük ölçüde yitirdiği günümüzde başka hususların öncelenmesine şaşırmamalı...

Muhammed Esed'in kaleme almış olduğu, dilimize Kur'an Mesajı adıyla çevrilmiş olan mealde Ehl-i Sünnet'e aykırı yerler olduğu, gerçeği yansıtan bir tesbittir. Esed'in, mealinde Ehl-i Sünnet'i bid'at fırkalardan ayıran nesh, şefaat, kabir azabı... gibi hususlarda, hatta bid'at fırkaların dahi kabul ettiği nüzul-i İsa (a.s), cehennem hayatının ebedîliği gibi hususlara muhalif yorumlar ileri sürüp savunduğu bilinen bir husus.

Bu söylediğim hususlarla ilgili olarak şu ayetlere düştüğü notlara bakılabilir:

Nüzûl-i İsa Hadisleri: Mustafa İslamoğlu'nun bir soruya verdiği cevap üzerine

Hz. İsa’nın nüzûlü konusu İslam modernistlerinin İslam algısında kırılma noktalarından birini oluşturuyor. Bu kesimin nüzul-i İsa ve benzer konulara karşı alerjik tavrını anlamlandırmak için modern düşüncenin, içeriğinde olağanüstülük bulunan dinî konular karşısındaki takıntısıyla irtibatı ayrıca sorgulanmalı elbette. Ama şimdilik şunu söylemek mümkün; İslam modernistlerinin işbu takıntısı sebebiyledir ki, peygamberlerin mucizelerinden kıyamet alametlerine kadar ayet ya da sahih hadislerde açık ifadesini bulan birçok mesele bugünün müminleri için ayrı birer imtihan konusu olmuştur.
Mezkur kesim öncülüğünde televizyon ekranlarına kadar uzanan tartışmalar bu gibi konuları birçok Müslümanın zihninde çözüm bekleyen sorunlar haline dönüştürmüş ve haliyle şu soruyu gündeme taşımıştır:

Tercüme farkı..

Aşağıda Muhterem Ebubekir Hocanın makalesini okuyacaksınız. Tercüme farkının son örneği, birilerinin otorite (!) diye pek övdüğü Karaman'a ait. Allah (cc) kendisinden razı olsun, Ebubekir hoca uyarmasa ve Karaman'ı okuyan biri , Ebubekir hocayı okumasa; Saduddin Teftazani gibi bir alime su'i zan yapmamız işten bile değildi.Bazen cehaletimin imanıma şahit olduğunu düşünüyorum. Ne cesaretle Kur'an ayetlerine, hadislere ya da ulema eserlerine kendi fikirlerini söylettirebiliyorlar.Allah (cc) ümmeti islah etsin.(Amin)

''ET-TEFTÂZÂNÎ VE SAHABE
Milli Gazete - 7 Şubat 2011

"Mu'âviye'yi sevmiyorum" diyen Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocanın, bu tavrını et-Teftâzânî ile desteklemek amacıyla ondan naklettiği bir pasaja 31 Ocak tarihli yazımda yer vermiştim. et-Teftâzânî'nin genel olarak Sahabe ve özel olarak da Hz. Mu'âviye hakkındaki görüşünü yine aynı yazıda özetle aktarmıştım.

Acaba et-Teftâzânî'nin konu hakkındaki tavrını hangi iktibas gerçek olarak yansıtıyor?

EHL-İ KİTAP İLE ARAMIZDAKİ 'ORTAK KELİME'

Pek çok ayetinde Ehl-i Kitab'ı "şirk" ile vasıflandırmış bulunan Kur'an'ın, 3/Âl-i İmrân, 64. ayette onlarla aramızda "ortak" bir kelime/söz/ilkeden bahsetmesini nasıl anlamalı?

Öncelikle bu ayette geçen ve tırnak içinde verdiğim "ortak" kelimesiyle ifade edilen "sevâun"dan başlayalım. Bunun, "ortak" diye çevrilmesi, Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasında müştereken kabul edilmiş bir iman umdesi çağrışımı yaptığı için sakıncalıdır. Gerek tefsir, gerekse lugat kaynaklarının ağırlıklı olarak bu kelimeyi "adl" ile karşılamış ve İbn Mes'ûd (r.a) mushafında "sevâ" yerine "adl" kelimesinin zikredilmiş olması, İbn Atıyye'nin (bkz. "el-Muharraru'l-Vecîz", I, 449) bu noktadaki tavrı üzerinde dikkatle düşünmemizi gerektiriyor.

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI-21

Hz. Ali (r.a)'ın Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz üzerine evlenmek istemesinin Efendimiz (s.a.v) tarafından kesin bir şekilde men edilmesi hadisesini ileri sürerek çok eşliliğe karşı "Hepimiz Fâtımayız" diye bayrak açan hocanın atladığı önemli gerçekler var.

Bunlardan birisi, Efendimiz (s.a.v)'in, Sahabe'den herhangi birisini taaddüd-i zevcattan men etmemiş olmasıdır.

Bir diğeri, Hz. Ali (r.a)'ın, Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz vefat ettikten sonra birden fazla kadınla evlilik uygulamasını vefat edene kadar sürdürmüş olmasıdır. Bu hususla ilgili olarak bir önceki yazıda bir-iki örnek zikretmiştim. Bu noktayı biraz daha açmakta fayda var:

Hz. Ali (r.a), Hz. Fâtıma (r.anha) validemizin vefatından sonra pek çok kadınla evlenmiştir. Bu kadınlarla yaptığı evliliklerden 14'ü erkek, 17'si (veya 19'u) kız olmak üzere 31 (veya 33) çocuğu dünyaya gelmiştir.

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI

Hocanın, 4/en-Nisâ, 3. ayeti üzerinde dururken söylediği çok önemli şeyler var. Diyor ki: "Şu halde İslâm bunu (teaddüd-i zevcâtı, poligamiyi) getirmemiş, mevcût uygulamayı belli şartlara ve hukuka bağlayarak devam ettirmiştir. Devam ettirirken de iki durumu birbirinden ayırmış gibidir: a) Henüz evlenmemiş olanlara -bu âyette- bir kadınla yetinmelerini tavsîye etmiş, birden fazla kadınla evli olanlar için adâlete riâyet edememe tehlikesinin bulunduğunu, bundan uzak kalmanın en uygun yolunun ise bir kadınla evlenmek olduğunu dile getirmiştir. b) 129. âyette ise birden fazla kadınla fiilen evli olanlara hitap etmiş, birden fazla kadın arasında adâlete tam riâyetin mümkün olmadığını bir kere daha hatırlattıktan sonra hiç olmazsa adâletsizlikte, farklı ilgi ve muamelede ölçünün kaçırılmamasını istemiştir.

"Burada ne kadar istense, üzerine düşülse, gayret edilse de birden fazla eş arasında âdil davranmanın mümkün olmadığı açık ve kesin bir ifade ile dile getirilmiştir. Bu gerçeklik karşısında beklenirdi ki Allah Teâlâ birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklasın; ancak O, zarûretleri, mübrem ihtiyaçları, fevkalâde halleri bildiği için bunu yasaklamadı, kulların uygulamada zorlanacakları bir yasak hükmü yerine ikili bir tavsiye ile yetindi: a) Tek hanımla evli olanlar -aksine bir zarûret bulunmadıkça- bununla yetinmelidirler;

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI-18

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI-18

Milli Gazete - 8 Kasım 2010

Hocanın kölelik ve cariyelik konusunda Seyyid Sâbık'ın Fıkhu's-Sünne'sinden naklen ve tasdiken söyledikleri tek tek ayrıntılı olarak tartışılmaya muhtaç şeyler.

Söz gelimi "Kur'an-ı Kerim'de köleleştirmeyi serbest bırakan bir ayet yoktur, aksine mevcut köleleri azad etmeye çağrı vardır" tesbiti.

Kur'an ve Sünnet'in delalet vecihleri konusunda az-buçuk bilgisi olan herkes bilir ki, Kur'an'da köleleştirmeyi yasaklayan bir ayet yoktur. Mevcut kölelerin azad edilmesini teşvik etmek başka şeydir, köleleştirme uygulamasını yasaklamak başka şeydir. Daha önce de ifade ettiğim gibi Kur'an içkiyi, faizi, zinayı ve daha birçok fiili/uygulamayı kesin bir şekilde yasaklamış olmasına rağmen köleleştirme uygulaması hakkında yasaklama ifade eden herhangi bir ayet yoktur.

Karaman hocanın “Var”ları ve “Yok”ları

Prof. Dr. Hayreddin Karaman hoca, "İslam'da Ne Var Ne Yok?" sorusuyla başlattığı seri yazılarına kölelik ve cariyelik meselesiyle devam ediyor ve "Köle Ve Cariye Yok (Olmalıydı)" başlığı altında şöyle diyor:

"İslam'da var sanılan veya gösterilen birkaç konuya temas etmekte olduğum yazılarımda bugün kölelik meselesine geldik. Diğer konularda "yok" dediğim halde bu konuda "yok olmalıydı" dedim. Bundan maksadım şudur:

"Temel kaynağımız Kitab'a ve onun açıklaması, uygulaması mahiyetinde olan sünnete baktığımda şu sonuca varıyorum: İslam gelince önce köle ve cariyelerin perişan durumları ıslah edilecek, sonra da -İslam'ın aldığı tedbirler ve yaptığı düzenlemeler sayesinde- zaman içinde İslam toplumunda köle ve cariye kalmayacaktı. Vakıa böyle oldu mu? Hayır. Peki kusur kimde, dinde mi, Müslümanım diyenlerde mi? Şüphesiz zevklerini ve menfaatlerini ilahi maksada tercih eden Müslümanlarda.

Karaman hocanın “Var”ları ve “Yok”ları

Hocanın, recmle ilgili yazılarını nihayetlendirirken kullandığı ifade hayli dikkat çekici: "İslam alimleri arasında recim cezasının değişmez bir ceza olmadığını veya Yahudi şeriatına ait olan bu cezayı İslam'ın kaldırdığını ve şeriat adına uygulamanın mümkün ve caiz olmadığını savunan önemli isimler vardır. Bu sebeple günümüzde İslam aleyhine kullanılan ve insanları İslam'dan korkutmaya yarayan bir cezayı sahiplenmek ve savunmak uygun değildir."

Tarihin herhangi bir döneminde İslam'ın herhangi bir hükmünü tartışmaya açan birisinin varlığının bizi "bu hüküm tartışmalıdır" noktasına götürmesi normal değil. Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocada sıklıkla görmeye başladığımız bu tavrın -hoca Fıkıhçı olduğuna göre- usulî/metodolojik ve fıkhî bir izahı da olsa gerek.

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI-1

"Modern dönemde Müslümanların karşı karşıya bulunduğu "en sinsi" problem nedir?" sorusuna değişik cevaplar verilebilir. Kanaat-i acizeme göre bu sorunun en doğru cevabı, "İslam hakkında konuşurken, hakim/modern/gayri fıtrî değer yargılarının, değerlendirme tarzlarının ve kavramların esas alınması" olmalı. Zira bu durumda İslam, "önceden verilmiş kararlar" ve "tartışma dışı ilan edilen doğrular ve yanlışlar" üzerinden değerlendirmeye alınıyor kaçınılmaz olarak.

Bu meselenin ne kadar önemli olduğunu bu köşede değişik vesilelerle ve sık denebilecek aralıklarla vurgulamaya çalışıyoruz. Yazık ki gelişmeler haklılığımızı teyit edip duruyor.

Bu bahsi gündem etmemin sebebi Prof. Dr. Hayrettin Karaman hocanın Yeni Şafak'taki son yazıları. "İslam'da Ne Var Ne Yok" sorusunu başlığa çekerek başladığı seri yazıda şimdiye kadar Hoca, kadının dövülmesi ve kızların sünnet ettirilmesi meseleleri üzerinde durdu. Son yazısı recm hakkındaydı. Anlaşıldığı kadarıyla "eleme" işlemine kadının mirastan aldığı pay, el kesme, kölelik… gibi "netameli" mevzularla (kendisi 9 konu olacağını söylüyor) devam edecek hoca.[1]

"Eleme işlemi" demeyi tercih ettiğim tavrı benimsemesinin gerekçesini Hoca, ilk yazısında şöyle bir örnek üzerinden açıklıyor:

SAPTIRILAN GERÇEKLER

GİRİŞİM dergisinin Temmuz-89 sayısında Doç. Dr. Yunus Vehbi Yavuz’un “İslam Tarihinde Hilafetten Saltanata Geçilmesi ve Doğurduğu Sonuçlar” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Doğrusu sayın Yavuz’un ağzından tarihi ve fıkhi gerçeklerden bu derece nasipsiz şeyler duymak bizleri oldukça şaşırttı.

Hilafetten Saltanata geçişin, İslam dünyasında yol açtığı yönetimsel, toplumsal ve fikri yapılanma hiç kimsenin gizlisi değildir! Ancak bunları öne sürerek ve olaylar arasında zorlama bağlantılar kurarak kimi sonuçlara varmak, bilimsel yaklaşım değildir! Buna realite de izin vermez.

6 sayfalık yazısında Hilafetten Saltanata geçişi, “Din ve Dünya işlerinin birbirinden ayrılması” olarak niteleyen Doçentimiz, içinden çıkılmaz çelişkiler sergiliyor, tarihi ve fıkhi bir çok gerçeği çarpıtarak veriyor. İşte çarpıtılan gerçekler:

1- Yazısının ilk sayfasında şöyle diyor: “...Bu yönetimin (Hz, Peygamber (sav) yönetiminin- E.S ) iki ana kaynağı vardı. Biri Kur’an, diğeri Şûra idi...”

Bu ifade Kur’an’dan sonra ikinci teşri kaynağı olduğu ittifakla kabul edilen Sünnet’i rafa kaldırmaktadır.

‘İslami’ kristoloji?!

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Star gazetesine bir mülakat vermiş.(1) Gazetenin internet sayfasından izlenebileceği gibi(2) bu mülakat, "Diyanet İşleri Başkanı (...) "dinin yasakladığını devlet serbest bırakabilir" dedi" sözleriyle değerlendirildikten sonra, söz konusu mülakat üzerine yazılmış bir yazıya yer veriliyor.

"Bardakoğlu'nun din ve laiklik ilişkisini yeniden gündeme taşıyan bu ifadeleri üzerine yazdığı yazıda ilahiyat profesörü Düzgün, İslam siyaset teorisini şekillendiren saikleri ele alıyor ve siyaset alanındaki ilkelere dikkat çekiyor" ifadeleriyle takdim edilen yazısında Ankara İlahiyat'tan Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, Din'in, 50 yıl öncesine nazaran bireyin ve toplumun hayatına daha etkin biçimde döndüğünü söylüyor ve bunun hem "iyi", hem de "kötü" haber anlamına gelebileceği değerlendirmesinde bulunuyor.

Hangi Diyanet

"Konuya girmeden önce İslam anlayışında "kutsal metin" ve "Allah kelamı" hakkında şunları belirtmek isterim: İslam anlayışında tartışmasız tek kutsal, uluhiyettir. Ancak Kur'an'ın Allah kelamı mı, yoksa Allah kelamının yansıması mı olduğu son derece tartışmalı olduğundan Kur'an'ı kutsal kitap olarak nitelendirmek daima sorunludur." (...)

"Modernizm kendi kural ve değerlerini yerleştirerek her şeyi tersine çevirdi. Müslümanların ek olarak Kur'an'la alakalı değişim ve yenilik fenomeni üzerinde düşünmeleri gerekti. Çünkü Kur'an vahyi hayatın hiçbir alanında güne uymuyordu. Kur'an ne güncel kavramlarla konuşmakta ne de güncel sorunları irdelemekte. Bu nedenle Kur'an'ın vahyi ile güncel dış dünya arasında birebir bağlantı bulunmamakta..."

“Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” Hareketinin Seyrettiği İstikâmet

Aşağıda okuyacağınız ibret makalenin bir cümlesine katılmadığımı ifade etmeliyim. O da şudur : Bunca kelime-i küfrü kusan birine ben -haşa- ''hocaefendi'' demem! Gülen'le ilgili cancenk.blogspot.com'da da farklı uyarıcı bilgileri daha önce okumuştuk.( Abdülkadir )

F. Gülen Hocaefendi’nin Favorit Mecmuasındaki Mülâkâtı ve Bazı İfâdeleriyle Alâkalı Mülâhazalarımız

“Evet, aynı kökten geldikleri, aynı temel esaslara sahip bulundukları, aynı kaynaktan beslendikleri halde, asırlarca rakip dinler olarak yaşamış bulunan İslâm, Hıristiyanlık ve Mûse¬vîlik arasın-da başlayan, hattâ eski Hind ve Çin dinlerini de içine alacak şekilde gelişen diyalog teşebbüsleri¬nin olumlu netice-ler verdiği müşâhede olunmaktadır." (F.Gülen, Zaman, 04 Ekim 2004)

“Odessalı Hıristiyanların ise el¬bette rehberleri, din büyükleri vardır ve onla-ra söylenmesi gerekeni söyle¬mektedirler. Bir Müslüman, yani dinle¬rin temel birliğine inanan biri olarak, onların söylediklerinin bir Müslü¬man’ın söylediğinden ve söyleyece¬ğinden farklı olacağını düşünmüyo¬rum” (F.Gülen, Favorit, Nîsân 2009)

“Kâfire kâfir demek mü’minin vazi¬fesi değil. Kâfir demek insanın insan¬lığına saygısızlıktır.” (F.Gülen’le 11 Gün. s. 87)

“Biz renk körleriyiz” (F. Gülen’den naklen M. Şener)

“Bütün dinler buluşuyor, biz hepi¬miz kardeşiz” (4. Türkçe Olimpiyad finali)