Zehirli | Konular | Kitaplar

MODERN İSLAM DÜŞÜNCESİNİN TENKİDİ ÜZERİNE

İlahiyatçı yazar Ebubekir Sifil’le “Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi” üzerine konuştuk

İslam Batılı Terakkiye Manidir

Hocam, modern İslam düşüncesini oluşturan etkenlerin niteliğinden başlayalım isterseniz. Nedir bu etkenler ve nitelikleri nelerdir?

Modern İslam düşüncesini anlamak için önce Modernizm’i anlamak lazım. Kısaca söylersek, Aydınlanma dönemi denen süreçle ifade edilen, Rasyonalizm (mutlak akılcılığın) ön plana geldiği, (din, gelenek gibi) diğer unsurların arka plana itildiği bir anlayış. Kutsal’a ilişkin hiçbir değer ve sınır tanımayan bir düşünce.

Bu düşünce ile Batı dünyası 19. yüzyıldan itibaren kendi yolunda müthiş bir ilerleme kaydetmiştir. Bu ilerleme karşısında İslam dünyasında yaşanan şaşkınlık sonucu bir iç muhasebeye gidilmiştir. Bu muhasebe bir soruyu gündeme getirmiştir: Batı dünyası ilerliyor, İslam dünyası ise geride kaldı. Acaba bunun nedeni ne olabilir? Bizde mi bir yanlışlık var, yoksa dini algılayış tarzımızda mı? Bununla beraber can alıcı ve yıkıcı bir soru sorulmuştur: İslam terakkiye mani midir? Bu soru sorulduğu andan itibaren modern İslam düşüncesi doğmuştur. Yapılan en büyük yanlışlık da budur zaten. Biz soruyu yanlış sorduk. Ben bu soruyu sormakla büyük bir hata yapıldığı kanaatindeyim.


Modernizm ahlaksız bir anlayıştır

Neden hatadır? Nitekim bu soruyu soran insanlar (Tanzimat aydını) dinini, vatanını, ahlakını kurtarmak için yola çıkmıştır.

Bir kere Modernizm denilen ve ilerleme olarak görülen anlayış ahlaksızdır. Temelinde, yeryüzünün kuzeyini ve batısını, güneyini ve doğusunu her alanda sömürmesi vardır. Bu sömürü olgusunu gözden uzak tutarak modern Batı medeniyetini doğru anlamak mümkün değildir. “Biz de ilerlemeliyiz” demek, “Biz de sömürelim, yeryüzünün, ekolojik dengenin tahribatına, tabiattaki birçok canlı türünün yok olmasına, ozon tabakasındaki deliğin büyümesine, denizlerin, karaların, insanların kirlenmesine biz de katkıda bulunalım” demektir. Ben hep bir benzetmeyle örnek veririm. İki komşu düşünün. Biri ahlaksız ve namussuz. Bu sayede mal ve mülk sahibi oluyor. Rahat bir hayat yaşıyor. Şimdi diğer komşu kendisine şu soruyu soruyor: Neden onun hayat standartları bende yok? Bu soruyu sorduğu andan itibaren Modernizm’in kıskacına düşmüş demektir. Çünkü o andan itibaren değerler sistemi, hedefi ve kaygısı değişmiştir. Öncelenmesi gereken “ahlaklılık ve namusluluk” mudur, yoksa zenginlik ve konfor mu? İslam dünyası ikinciyi öncelediği için yanlış başladı. Oysa bizim kimliğimiz, onu dışlama üzerine kuruludur.



Modern İslam düşüncesi bir dayatmadır.

Ama uzak tutmakla ondan kurtulamıyorsun ki! Hem kötülüğü yok edip iyiliği yaşatmakla memursun. İçine girsen batıyorsun, dışında kalsan dünya hayatın zindan oluyor ve kötülüğün gücü artıyor. Bu çelişkiden kurtulamıyorsun.

Doğru, kaçmak çare değil. Ben de “kaçalım” demiyorum zaten. Eğer bu dünya iyiye, doğruya, güzele doğru değişecekse, değişmeliyse, bu, ancak Müslümanlar’ın “kendileri kalarak” hayatı dönüştürme azmini kuşanmalarıyla mümkün. Bunu söylerken “ideolojik” ve “aktivist” bir duruştan söz etmiyorum. Benliklerin, gönüllerin, değer yargılarının ve algı sistemlerinin ıslah ve ihyasından bahsediyorum. “Neden ben de onun gibi olamıyorum?” sorusu bunun için yanlış bir soru ve aslında bu soru Modernizm’in bir dayatması. Yani Modernizm’in dayatmasıyla mı oluştu modern İslam düşüncesi?

Evet, bu bir dayatmadır. Ya benim gibi olursun ya da yok olursun.

Peki bizim kabahatimiz yok mu?

Dedim ya, bizim suçumuz kusuru dinimizde veya dini algılayışımızda aramak oldu. Bir kere terakki olarak görülen şeyin gerçekten terakki olduğunu kim söylemiş? O Batı’nın (ahlak ve değerden yoksun) ilerleyişidir. (Dikkat edin, “ilerleme” kelimesinin ne büyük bir imajinatif gücü var! Siz hiç, “ gelin şu ‘ilerleme’ denen şeyi bir tartışalım.

İyisiyle, kötüsüyle, artısıyla, eksisiyle masaya yatıralım” diyebilen birine rastladınız mı?) Ben diyorum ki, bu anlamda bir terakkiye İslam manidir. Hangi terakkiye? Batılı anlamdaki terakkiye. Hormonsuz ve katkı maddesiz yiyeceğin bulunmadığı, ahlak ve maneviyatın köşe bucak sürüldüğü, çıkar ve sömürü üzerine kurulu terakkiye. Hiç düşündünüz mü ABD niçin bir “şirketler devleti”dir? Her şeyi (ahlakî ilkeleri bile) ekonominin belirlediği bir ortamda, evet ilerlersiniz, ama hala “insan” olarak kalıp kalmadığınız bence şüphelidir. Bugün düşünün ki, İslam dünyasının elinde en son teknoloji olsun. Biz atom bombası veya nükleer silah yapamayız. Neden? Çünkü İslam’ın savaş hukukuna ve ahlakına aykırıdır. Kadınlara, çocuklara, yaşlılara, din adamlarına, sizinle savaşmayanlara dokunamazsınız. Peki bunları yapmadan nasıl kullanacaksın atom bombasını?



Kendi düşen ağlamaz

O halde biz her halükarda yenilmeye mahkumuz.

Modern düşünce ve hayat tarzını mutlaklaştırdığımız sürece evet. Zira bu durumda başkalarının ürettiği değer yargısı, hedef, ilke, kaygı ve korkular ekseninde yaşamayı alternatifsiz olarak kabul etmiş oluyoruz. Mesele gelip sonunda kaba güce dayanıyor ve burada tıkanıyoruz. “Başkaları gelip silahıyla bizi dize getirmesin diye, biz de aynı güce ulaşmalıyız” diyoruz. Oysa bu gücün dün Anadolu’da, Vietnam’da ve Afganistan’da işe yarayıp yaramadığını görmüş olmamız gerekiyordu. Ama öylesine yoğun bir propaganda rüzgarının etkisindeyiz ki, neden korkmamız ve neye saygı duymamız gerektiği konusunda bile kendimiz karar veremiyoruz.



Kendi düşen ağlamaz diyelim mi?

Diyebiliriz, çünkü modern düşünerek kurtulacağımıza biz karar verdik.

Mesela bir buçuk asır önce Afganî’nin Renan’a yazdığa mektupta (maalesef!) İslam’ın akla gereken değeri vermediğini, hatta Müslüman kadınlara seslenerek, “Üzgünüm ama dinimiz size erkeğe verdiği kadar değer vermiyor” dediğini biliyoruz. Şimdi aynı şeyi AB karşısında yapıyor ve adeta merhamet dileniyoruz. 150 yılda hiçbir şey değişmedi mi?

Ben onu iki yüzyıl olarak söylüyorum. İki asırdır modern dünyaya ayak uyduralım dediniz. Peki ne oldu? Bugün İslam dünyası, iki asır öncesine oranla çok daha kötü durumda.

AKP’nin penceresi Batı’ya bakıyor

Peki ne yapmalı?

İslam dünyasında ciddî bir iç muhasebeye ihtiyaç var.

Ama bu iki asırdır zaten yapılıyor.

Dedim ya, sorular yanlış soruldu diye. Demek ki yanlış bir muhasebe yapılıyor.

Örneğin AKP bir iç muhasebenin ürünü değil midir?

Evet öyledir.

Peki nedir yanlış olan?

Yanlış olan şu: Muhasebenin neticesinde açılan pencerenin yönü Batı’ya bakıyor. Bu bizim zaten iki asırdır yaptığımız bir şey. Farklı bir sonuç alınabilir mi? Sanmıyorum. Çünkü başkalarının icad ettiği bir oyunu, onların koyduğu kurallarla ve onların sahasında oynuyoruz.



Din anlayışımız sakat

Doğru olan nedir peki?

Efendimiz’in tespitini hatırlayalım: “Yiyicilerin, yiyecek kabının başına birbirlerini çağırdığı gibi düşmanlarınız sizin başınıza üşüştüğünde haliniz nice olacak?” buyurmuş. Yanında bulunanlar, “Bu niçin böyle olacak; o zaman sayıca azınlıkta mı olacağız?” diye soruyor. Cevap şu: “Hayır. Bilakis o zaman sayınız çok olacak. Ama kalbinizde “vehen” bulunacak. “Vehen”in ne olduğunu sorduklarında ise söyle buyuruyor:

“Dünyaya bağlılık ve ölümden nefret.” Modernizm’in dayattığı hayat anlayışı ne üzerine kuruludur? Dünya hayatını kalıcı kılmak,konforize etmek. Ölüm bizim gündemimize sadece ya bir kaza veya hastalık, yaşlılık… durumlarında giriyor. O da bir an için. Sonra yine gırtlağımıza kadar gömüldüğümüz hayata geri dönüyor ve bıraktığımız yerden devam ediyoruz.

Şu halde doğru olan, yönümüzü tekrar ahirete çevirerek yaşamayı öğrenmek.

Din anlayışımızda da ciddî bir problem var…

Evet, hem de çok. Bir kere ait olduğumuz dini, kültürü ve medeniyeti kavrama, içselleştirme konusunda ciddi sıkıntılarımız var. Bize intikal eden ilmî bırakın “ihya”yı, “ihata” etmenin bile fersah fersah uzağındayız. Tarihi çarpık okuyoruz, dolayısıyla bugüne miyop bakıyoruz. Bakın ben Hz. Ömer’in sünnet anlayışı üzerine doktora hazırlıyorum. Görüyorum ki, bu noktada ciddi çarpıtmalar söz konusu.

Büyük bir yanlış: Dini modern yöntemlerle okumak

Bunu anlamak gerçekten zor. Türkiye’de özellikle halk ile ilahiyatçılar arasında müthiş bir uçurum var. Sürekli “siz dini yanlış biliyorsunuz. Sizinki bidat ve hurafeden ibaret.” ithamıyla karşı karşıyayız. Allah için, bu ilahiyatçıların ne farkı var bizden?

Çünkü kasdettiğiniz ilahiyatçılar dini modern yöntemlerle okuyorlar.

Yani “Din sosyal bir olgudur” diyen anlayış mı?

Evet. Modern bilimde din sosyal bilimlerin bir alt disiplini mesabesindedir. Kategorize edilmiştir yani. Bu yüzden arada fark oluşuyor.

Peki bunca iç ve dış saldırıya rağmen ehl-i sünnet itikadıyla örülü geleneksel din anlayışımız nasıl ayakta duruyor?

Bu inancın diriliğinden, bir de akıldan önce kalbe, ruha hitap etmesinden kaynaklanıyor. Modern İslam düşüncesinde akıl birinci sıradadır. Oysa ehl-i sünnet itikadında akıl nakle öncelenmez.

Önce nakil sonra akıl vardır…

Evet. Zira aklın işleyiş biçimini nakil belirleyecektir. Tersi durumda öncelikle “hangi akıl?” sorusuyla karşılaşırsınız. Aklı mutlaklaştırdığınızda inkârcı felsefeye dahi meşruiyet tanımış olursunuz. Bizim modernleşme maceramızın başlarında ortaya konan tesbitlerden biri de (bir anlamda geri kalmışlığımızın sebebi olarak) ictihad kapısının kapalı olmasıydı. Sebep böyle tespit edildi ve modern aklın öncülüğünde ictihad kapısı açıldı. Tabii bu akıl hiç sorgulanmadı. Oysa sorgulanmalıydı. Hangi akıl? Hadi aklın birinci sırayı almasını geçtik, hangi akıl birinci sıraya geçecek? İslamî akıl mı, pozitif akıl mı? Hiç düşünmeden rasyonel (pozitif) aklı birinci sıraya koyduk ve dinimize, tarihimize Batılı akılla yaklaştık. Geldiğimiz noktaya bir bakalım. Bugün başta ABD olmak üzere birçok Batılı ülkede “acaba bu teknoloji insanlığa ne sundu? Bunu bir ilerleme olarak görebilir miyiz? Teknolojisiz bir hayat mümkün müdür?” soruları soruluyor ve cevapları aranıyor. ABD’de bir insan bunu yapabiliyor, sorguluyor ortaya çıkan medeniyeti. Ama biz bunu dahi yapamıyoruz. Asıl bunu bizim yapmamız gerekiyor. Kendi medeniyetini anlayacak, Batı medeniyetini anlayacak, eksiklerini, fazlalarını çıkaracak ve yeni bir sentez ortaya koyacak.

Gazali çapında bir adam çıkmaz bizden

Yani Gazali çapında bir adam çıkarmalıyız.

Çıkmaz. Bu şartlarda mümkün değil.

Neden?

O dönemlere bir bakın. Ulema kesiminde İmam Ebu Hanife, İmam Gazali yetişmesine imkân veren bir kemiyet ve keyfiyet yoğunluğu vardı. Kalite yüksekti. Benzerleri çoktu. Gazali, İmam Şafiî, Ebu Hanife, Fahruddin Razi… gibi insanlar benzerlerinden bir adım öne çıkan kişilerdir.

Yani zemin müsaitti. Bizde olmayan şey bu mu?

Evet.

Bizden de Yaşar Nuri çıkıyor. Gelelim Yaşar Nuri ile ilgili yazılarınıza. Neden bu isim üzerinde bu kadar çok duruyorsunuz?

Benim şahsen Yaşar Nuri Öztürk ile alıp veremediğim yok. Modern İslam düşüncesi üzerine çalışma yaparken ilk bölümleri Yaşar Nuri Öztürk üzerine ayırmıştım.Yoğun talep gelince kitaplaştırmaya karar verdik ve böyle bir intiba oluştu. Bu da bir talihsizlik olsa gerek. Bu beş ciltlik bir çalışma olacak. Mesela ikinci ciltte Fazlurrahman var.

Modern zamanda İslam’ı yaşamak zor.

Bir anlayış olarak bakalım Yaşar Nuri’ye? Neden bu ısrar?

Şimdi Yaşar Nuri ve o anlayışta insanlar henüz yokken Türkiye’de modern hayat yaşayan kesimin dine yaklaşımı şöyleydi: “Biz de Müslümanız. Ama ibadet edemiyoruz. Günahkarız.” Bir saygı duyuyorlardı dindar kesime. Ama Yaşar Nuri Öztürk ve o çerçevede düşünen insanların çabaları sonucu bu insanlarda halka karşı şöyle bir düşünce oluştu: “Sizin dininiz yanlış. Siz bidat ve hurafe içinde yüzüyorsunuz. Asıl İslam bizim yaşadığımız dindir.” Bir zamanlar dinden uzak olduklarını düşünen insanlar, şimdi Yaşar Nuri’nin sayesinde asıl dindarlar olduklarını söylemeye başladılar. Dinle alakası olmayan insanların gündemine İslam’ın herhangi bir şekilde girmesi sevindirici olabilir ama bu bizim için hayırlı mıdır, şerli midir, ben o konuda pek de iyimser değilim.

Peki gelelim işin zor tarafına. Modern dünyada Müslüman olmak. Bir problem midir bu?

Evet, hem de bizim için çok ciddî bir problemdir.

Neden problemdir?

Çünkü modern zamanda İslam’ı yaşamak zor.

Neden zor?

İslam ilim ve kültür mirasımızı değerlendirecek ve reel dünyayı iyi okuyabilecek kadrolardan yoksun olduğumuz için, “kendimiz olarak” yaşamanın zorluğundan dolayı zor. Dışımızdaki hayatın dayatmalarına karşı direnç mekanizmaları geliştirmemiz zor olduğu için zor.

Peki bu zorluk nasıl aşılacak? Nedir herkesin sorduğu bu soruya cevabınız?

Bunun iki yolu var: 1- Sahih iman. 2- Salih amel. “Allah, sizden iman edip salih amel işleyenlere şöyle vaat etti: Yemin olsun ki, onlardan öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi kendilerini de yeryüzüne mutlaka sahip ve hakim kılacak ve behemehal onlara, kendileri için razı olduğu dinlerini kuvvetle icra kudreti verecek ve onları muhakkak korkularının arkasından güvenliğe kavuşturacak.” (Nur, 55)



EBUBEKİR SİFİL

ANADOLU GENÇLİK DERGİSİ- Temmuz 2004


2 yorum

sıkıştık

islam türkiye'de yanlış anlatılıyor hocama katılıyorum. Kitabı Türkçe direkt okuduğumuzda iran ve suudi arbistan'ın büyük ölçüde islamı uygulamaya çalıştıklarını görüyoruz. Sonra bakıyoruz biz islam'ı yaşıyor muyuz? cevap kendimize göre evet, peki arabistandaki islamı yaşamak istiyor muyuz? hayır.. Suudi arabistandaki dini kendimize uygun görüyor muyuz? hayır.. peki aslında din uygulanırsa oradaki uygulamaya daha yakın.. biz o zaman istediğimiz gibi bir din icat ettik de onu yaşıyoruz.. yani harbi olmalıyız ya bir yandan büyük zulüm gibi gösterilen dini yaşamalı ve kabul etmeliyiz ya da bu günkü gibi kendimizi aldatmalıyız.. ikisi de kötü geliyor insanoğluna, ikisi de zor.. çok benciliz hem şeriatın ağır kurallarını uygulamak cesaret istiyor, bazıları zulüm olarak da görebiliyoruz; hem de cenneti istiyoruz

02.09.2009 - misafir

Kusura bakmayın ama çok

Kusura bakmayın ama çok saçma. Olayın en ufak bir kısmı bile bununla alakalı değil. Arabistan'daki ve İran'daki İslam sadece İslam'ın kabuğu. Bana göre İslam'ın özünden Türklerden daha uzaklar. İslamı yaşamak sadece namaz kılmak, zikirler yapmak demek değil. Bunlar çok ama çok önemli elbette, Türk toplumu bu ibadetlere yeteri kadar önem vermediği için bir sürü sorunla boğuşuyor ama esas mesele gerçek İslam'ı anlamak. Sifil Hoca'nın da dediği gibi toprak kurumuş toplum artık değerli alimler yetiştirmiyor. Müslüman gibi düşünmek, müslüman gibi yaşamak her şeyin temeli. Bunun içinde toplumlar arasında barışı tesis etmek de var, bilimsel gelişmede birincilik bayrağını eline almak da var, kadınlara Efendimiz (SAV)'in yaptığı gibi hak ettikleri değeri vermek de var. İslam'ın yanlış yorumlarından sıyrılmak zorundayız. Müslümanların çoğunun inandıkları şeyler haktır, doğrudur çünkü Müslümanlar'ın çoğunluğu yanlış üzerinde ittifak etmez. Ancak bugün dinimizi bilmiyoruz, biz bilmediğimiz gibi alimlerimiz de bilmiyor. Alimler bilirse biz de bileceğiz, biz bilirsek alimler de bilecek. Kadınları geri plana iterek dinin emirlerini yerine getirdiğine inanan alimler yerlerini Kur'an'a ve sünnete dayalı açıklamalar yapan alimlere bırakmalı. Bugün hangimiz Hristiyanların camilerimizde ibadet etmesine izin veririz, ama Hz. Peygamber (SAV) verdi. Hangimiz bir kadının yönetici olmasının doğru olduğuna inanırız ama sahabiler bir kadının peşinde savaşa gitti. Hangi müslümanlar eşlerine danışıyorlar önemli kararlarda? Ama Efendimiz (SAV) danışırdı. Bugün yabancı ülkelere gittiklerinde yabancıların kaplarından yemek yemeyen müslümanlar var. Hassasiyetleri görmek çok güzel ama Efendimiz (SAV) Hristiyanların kaplarından yemek yemişti. Ben de din konusunda çok bilgili değilim ama şu anda yaşadığımız geleneklerle dolu İslam Efendimiz (SAV)'in bize örnek olduğu İslam'ın neresinde. dediğim gibi inançta sorunumuz yok. Elhamdulillah hepimiz itikadda doğru şeylere inanıyoruz ama uygulamalarda İslam'da olmayan, kabile hayatlarından kalma bazı adetleri dinimiz gibi yaşıyoruz.

19.05.2011 - misafir

Konular