Zehirli | Konular | Kitaplar

KURAN SÜNNET AYRILMAZLIĞI

Muhterem müslümanlar!

Son zamanlarda sık sık dile getirilen bir husus var. Kur’an ile sünneti birbirinden ayırmak, hatta sünneti hiçbir şekilde hesaba katmamak. Kur’an bize yeter diyerek sadece Kur’an ile yetinmeye çalışmak. Elbette ki bu, müslümanların kafasını karıştıran yanlış bir telakkidir. Kur’an ve sünnetin bütünlüğünü ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayat-ı pakını anlamadan Kur’an’ı anlayamayacağımızı, dolayısıyla Kur’an ile sünneti bütünleştirerek, İslamî bir hayat yaşamamız gerektiğini özellikle belirtmeliyim.

Sünnet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin söz, fiil ve takrirleridir.

Ayet-i kerimede:

“O hevasından konuşmaz ve O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir.” (Necm 3-4) buyrulmuştur.

Demek ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an olarak biz ümmete ne bildirmişse o Allah’ın kelamıdır. Bir de Kur’an olarak bildirmediği fakat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kalbine Allah celle celaluhun ilham ettiği hak sözler vardır. O sözler vahyin bir çeşididir. Bazı âlimler bu tür ilhamlara vahy-i gayri metlüv (Kur’an gibi okunmayan vahiy) demişlerdir. Bunlar da kesin doğruları içerir ve hüküm koyarlar. Dolayısıyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözlerine, fiillerine, yaptığı işlere veya yanında yapılan bir işe sükût edişlerine dikkat etmemiz ve onları çok ciddiye almamız gerekir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözleridir, fiilleridir, şahsî amelleridir diyerekten onları küçümseyenler büyük bir gaflet, büyük bir cehalet içerisindedirler. Bu kadar sıkıntılar içerisinde ümmet-i Muhammed kıvranırken, ümmetin sanki hiçbir işi yokmuş gibi, böyle şeylerle meşgul olmak, hakkında icma vaki olan bir hususu kurcalamak, ciddi müslümanların, hele ilim adamı payesi taşıyanların asla işi olamaz.

Değerli müminler! Peygamberimizin hayatı vahiyle tanzim edilmiş ve bir insanın ulaşabileceği en yüce kemalata vasıl olmuştur. O’nun Allah katındaki yüksek derecesine, gökte melekler, yerde peygamberler gıpta etmiş ve O’na ümmet olabilmek için Allah Teâlâ’ya niyazda bulunmuşlardır. Bunu böyle bilmemiz lazım. Bizim örnek aldığımız, sünnetine tâbi olmak mecburiyetinde olduğumuz peygamber, böyle bir peygamberdir. Sıradan insanların sünnet aleyhinde yaptıkları konuşmaları, ciddi telakki etmek büyük bir ciddiyetsizliktir, Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme saygısızlıktır.

Kur’an sünnet bütünlüğü, zamanımızın en mühim meselelerinden biridir. Ümmeti, Peygamberinden ayırmak istiyorlar. Ümmeti, Peygamberinin yolundan, O’nun yaşantısından ayırmak istiyorlar. Müslümanların gönlündeki Peygamber sevgisini azaltmaya hatta silmeye çalışıyorlar. Hâlbuki bizim ecdadımız, asırlardır çocuklarını, Peygamber sevgisiyle büyütmüşlerdir. Bu bir inançtır, bu bir imandır. Onun için, sünnete, sadece geçmişte bir kısım insanların veya bir kısım toplumların yaptığı, artık yapmamız gerekmeyen davranışlar olarak bakmak büyük bir yanlış, büyük bir sapıklıktır. Ümmetin imanını zedelemeye çalışmaktır.

Değerli müslümanlar! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bütün mahlûkatın en şereflisi, en faziletlisi ve en üstünü olarak yaratılmış ve ahir zaman nebisi olarak kendisine, hükmü kıyamet sabahına kadar geçerli olacak bir kitap gönderilmiştir. Rasulullah, yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar cihadla emrolunmuştur. Demek ki O’nun hayatı, baştan sona, nokta nokta hiç atlamadan takip etmemiz gereken bir hayat tarzıdır. O’nun hayatından bir nokta atlamak, bir satır atlamak demek Kur’an’dan uzaklaşmak, Rabbimizden uzaklaşmak, İslam’dan uzaklaşmak demektir. Çünkü tekrar ifade edeyim, âlemlerin efendisi, ahir zaman nebisi, canımız cananımız Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin temiz, mücella hayatı Kur’an-ı Kerim’in canlı bir tefsiridir. O’nu anlamadan Kur’an’ı anlamak mümkün değildir.

Rasulullah Efendimiz, hakkı bulmada tek rehberdir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme tâbi olmadan, O’nu rehber edinmeden, O’nu kılavuz edinmeden, hakkı bulmak asla mümkün değildir. Kendisine tâbi olunacak tek önder O’dur. Yolumuzu aydınlatacak tek hidayet güneşidir. Bütün yaşantımızda misal olabilecek tek örnektir. Kim ki O’nu rehber edinir, O’nu önder kabul eder, O’nun sünnetine tâbi olursa, O’nu örnek alırsa böyle bir kimseye uymak vacip olur.

Dikkat buyurun muhterem müslümanlar! O’nu önder kabul eden, O’nun hidayetine tâbi olan ve O’nu örnek alan kişilere tâbi olmak gerekir. Yoksa O’na tâbi olmayan, O’nun hayatını örnek almayan, O’nu kendisine kılavuz edinmeyen insanları rehber edinmek, onlara uymak, onların etrafında toplanmak asla caiz değildir. Evet, Rasulullah’tan ayrılanlara, nebevî yoldan ayrılanlara, başka önderler, başka rehberler edinenlere, asla uyulmaz ve asla tâbi olunmaz. Çünkü onlar sapıktırlar, dalalettedirler. Kendileri helak oldukları gibi kendilerine tâbi olanları da helake sürüklerler.

Aziz müminler! Allah celle celaluhun kitabına sarılacaksınız. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine tam olarak tâbi olacaksınız. Bir kılavuz, bir rehber olarak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin izini takip edeceksiniz. Bileceksiniz ki İslam’ı anlamak Kur’an ve sünnet bütünlüğü ile mümkündür. İşte o zaman hakkı bulur ve doğru yolda yürürsünüz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme böylece ittiba eden, bu şekilde O’nu rehber edinen insanların da peşinden gitmek, izlerini takip etmek, onlarla hemmeclis olmak gerekir, doğrusu budur. O’nun yolunu sapıtanlar, O’nun yolunu karartanlar, O’nun yolunu bulandırmak isteyenler kim olursa olsun, o kimselere uymak, onların peşi sıra gitmek asla caiz değildir.

Kur’an’a, sünnete karşı olan, hatta İslam’ın pek çok emrini reddettiğini apaçık söyleyen insanlar var. Müslümanım diyen insanlar, bu gibilerin peşinden giderse sonları helak olur, bunu bilmelidirler. Çünkü açıkça Kur’an’a ve İslam’a karşı gelen insanların imanı yoktur. Bile bile imanı olmayan insanların peşinden gitmek ise büyük bir dalalet ve ahirette büyük bir azaptır. Bilmeden bu tip insanların peşinden gidenler ise büyük bir gafletin içindedirler.

Aziz kardeşlerim! Müslümanım diyen herkes o hidayet güneşinin, o âlemlerin Efendisinin getirdiği Kur’an-ı mübini, O’nun sünnet-i seniyyesini çok iyi bir şekilde öğrenerek ittiba etmek, sadece öğrenmekle kalmayıp, ona uymak ve başkalarına öğretmek mecburiyetindedir. Şirk ve küfrün zifiri karanlığında, şehvetlerin azgınlaştığı, insanî duyguların sıfırlandığı, vahşet ve barbarlığın ayyuka çıktığı, müstekbirlerin bütün kin ve gayzları ile mustazaflara kan kusturduğu, cahilî bir yaşantıya mahkûm olan dünyamızda tek kurtuluşun Kur’an yoluna, sünnet yoluna sımsıkı sarılmak ve O’na ittiba ederek yaşantımızı İslamlaştırmak ile mümkün olacağını idrak etmeliyiz. İslam’a dönmeliyiz, Kur’an ve sünnete dönmeliyiz. Kur’an ve sünnete tâbi olmayan hiçbir fert, hiçbir toplum asla felah bulamaz. Bugün veya yarın, ama bir gün mutlaka helak olmaya mahkûmdur.

Tarih içindeki hadiselere, meydana gelen olaylara, devletlerin çöküşüne, toplumların dağılmasına bakınız. Tamamı azgınlıktan, din düşmanlığından, dine karşı gelişten, ahlak dışılıktan kaynaklanmaktadır. Şimdi bir Bizans devletini düşününüz. Asr-ı Saadet’ten beri gelen İslam orduları Emevî, Abbasî, Selçuklu karşısında gerilemiş, nihayet Osmanlının İstanbul’u fethi neticesinde tarih sayfasından silinip gitmiştir. Bizans’ın devlet hayatındaki ahlaksızlıkları, toplum hayatındaki ahlaksızlıkları, aile hayatındaki ahlaksızlıkları dillere destan olmuştur. Helak olmuş veya devletlerini kaybetmiş ya da tarihten silinmiş milletlere bakınız durum aynıdır. Osmanlı dâhil müslüman devletler de öyledir. Bir Bizans kadar kötülüklere batmasalar bile, batış sebeplerine baktığınız zaman, İslam’ın emirlerinden, Peygamberimizin sünnetinden ayrılmak, kendi İslamî ölçülerini terk edip İslam’ın dışındaki toplumların ölçülerine tâbi olma neticesinde yıkıldıklarını görürsünüz.

Değerli müminler! Sünnete tâbi olmanın ehemmiyetine ve zaruretine bakınız ki Allah Teâlâ Rasulullah’a tâbi olmayı, kendisine tâbi olmak kabul ediyor. İşte sünnet-i seniyyeye sarılmanın, Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme uymanın, O’nu rehber etmenin ehemmiyetini düşünelim. Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Kim ki Rasule itaat ederse, muhakkak Allah’a itaat etmiş olur.” (Ahzab 71, Nisa 13)

Değerli müslümanlar! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kıyamet sabahına kadar gelen bütün müslümanlar için bir “Üsve-i Hasene”dir. Nitekim konuyla ilgili bir ayet-i kerimede:

“Şanım hakkı için muhakkak ki size Rasulullah'ta pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve son güne ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için.” (Ahzab 21) buyruluyor.

Allah’ın Rasulünde biz müminler için en güzel örnek vardır. Yine Nisa suresi 59. ayette müslümanların böyle bir örneğe nasıl tâbi olması gerektiğini ve yaşantılarında karşılaştıkları bazı sıkıntılar veya anlaşmazlıklarda nasıl hareket edeceklerini Allah celle celaluh, bize açık ve net açık olarak bildirmiştir. Durum böyle olduğu halde, hâlâ Kur’an ve sünnetin arasını ayırmak, sünneti önemsememek, birçok hadisleri reddetmek ve böylece müslümanların kafasını bulandırmak, insaf işi değildir. Bu insanlar büyük vebal altındadır ve azapları da öbür âlemde -eğer tövbe etmezlerse- çok büyük olacaktır. Bakınız Allah Teala ne buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Rasulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa 59)

Peki, bu emir apaçık bizim önümüzde durduğu halde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetini ikinci plana atmak, hatta hiçe saymak, hangi ilim adamının yapabileceği, hangi vicdanın kabul edeceği bir iştir. Allah celle celaluh:

“Ey müminler! Allah’a itaat ediniz, Rasule itaat ediniz” buyurmaktadır. Yani önce Allah’a itaat edeceksiniz, hemen akabinde Rasulullah’a, sonra da Allah’ın emrine uyan, Allah’a tam teslim olan ve Rasulullah’ın sünnetine uyan “emir sahiplerine” uyacaksınız. Fasıklara, facirlere, küfür ve şirk ehline asla uymayacaksınız. İslam’ın ölçülerine, İslam’ın ahkâmına savaş açmışlara, bunlar kim olursa olsun, asla uymayacaksınız. Peki, aranızda herhangi bir şey hususunda niza(çekişme) olduğu zaman kime müracaat edeceksiniz? O meselenizi sakın sağa sola, İslam’la alakası olmayan merkezlere değil, Allah’a ve Rasulüne götürünüz.

Rasulullah hayatta olduğu zaman müslümanların meseleleri O’na götürülüyor ve bizzat Rasulullah tarafından çözülüyordu. Peygamberimiz öbür âleme göçtükten sonra da O’nun bize bıraktığı ve bu ikisine uyarsanız asla doğru yoldan sapmazsınız dediği Kur’an ve sünnete göre meseleler çözülmüştür. Ashab-ı kiram ve onları takip eden tabiin, tebe-i tabiin, müctehid imamlar ve sonraki İslam uleması bugüne kadar böyle yapmışlardır. Öyleyse biz müslümanların başka bir seçeneği yoktur. Aramızdaki olan meseleleri Allah ve Rasulünün bize emrettiği şekilde yani Kur’an’a ve sünnete uygun olarak çözeceğiz.

Burada hem Kur’an’a hem sünnete müracaat istenmiştir. Sadece Kur’an’a veya sadece sünnete değil, her ikisine beraber. Çünkü Kur’an ve sünnette birbirinin açıklaması var, tefsiri var.

“Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız” Bakınız şart, eğer siz Allah’a ve ahiret gününe inanıyor iseniz, böyle yapınız.

“İşte bu sizin için en hayırlı olandır. Sonuç olarak da en güzelidir.”

Yine Haşr suresi 7. ayette:

“Allah Rasulü size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir.” buyruluyor.

Rasulullah Efendimiz, canımız Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem bize ne vermişse, yani bize neyi emretmişse, Kur’an’dan ve sünnetten onu alırız. Onu yapmayın, ondan uzak durun, o zararlıdır diye nelerden nehyetmişse onlardan da uzak dururuz, onları yapmayız.

Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Kim ki bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.”(İbn-i Mace)

Bir insan, -hâşâ- “ben Rasulullah’a itaat ederim, Allah’a itaat etmem. Veyahut da Allah’a itaat ederim de Rasulullah’a itaat etmem” diyebilir mi? Böyle bir iman olur mu? Böyle diyen bir müslüman olabilir mi? Asla olamaz. Allah’ın Rasulü bu hususta:

“Kim bana itaat ederse bilsin ki, Allah’a itaat etmiş olur. Kim ki bana asi olursa Allah’a asi olmuş olur” buyurmaktadır.

Rasulullah’ın sünnetlerini sürekli terk eden, hatta sadece sünnetleri değil, Kur’an’ın tefsiri mahiyetinde olan, çeşitli ahkâm içeren bazı hadisleri bile terk eden insanlar var. Şimdi Rasulullah’ın mübarek sözlerine ve fiillerine karşı gelenler, onlara tâbi olmayıp asi olanlar, aslında Allah celle celaluha asi olmuş oluyorlar. Rabbim cümlemizi ıslah eylesin. Onun için Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kim ki sünnetime temessük ederse, yani sımsıkı yapışırsa bilhassa ümmetimin fesada gittiği zaman da, ona yüz şehit sevabı vardır” (Beyhaki, Zühd) buyruluyor.

İşte aziz müminler! Zaman, o zamandır. Peygamberimizin haber verdiği zamandır. Ümmet fesada gitmiş ve Kur’an’a, sünnete gereken ehemmiyeti göstermez olmuş. İslam’ın esaslarını ihmal etmişler hatta İslam’da en büyük ibadet ve en mühim farz olan namazı bile terk eder olmuşlardır. Namaz kılanlar da nasıl kılıyor işte görüyoruz. Hâlbuki Allah:

“Namaz, insanı kötülüklerden alıkor” (Ankebut 45) buyuruyor.

Hani, hangimizin namazı bizleri kötülüklerden alıkoyuyor? Hangimiz her kıldığımız namazdan sonra daha güzel ahlak ediniyoruz? Yok, yine bildiğimizi yapıyoruz. Aynı kötülükleri tekrar ediyoruz. Ümmet fesada gitmiş. Dünyanın dört bucağında olanları ve bizlerin bu olanlar karşısındaki duyarsızlığını görüyorsunuz. İslam’ı, Kur’an yolunu terk etmişiz. Yönümüzü Avrupa’ya dönmüşüz; Avrupa’daki ahlaksızlıklar, din dışılıklar, ahlak dışılıklar insanlığın bütün vasıflarını, meziyetlerini tahrip eden kötülükler, sonuna kadar yurdumuzun kapılarını açmış içeri hücum ediyor. Bizler de onu gayet rahatlıkla alıyoruz.

Televizyonların ekranlarında olanlara, radyo mikrofonlarına, gazete, dergi sayfalarına bakınız, ümmet fesada gitmiş hatta birçok insan inanmıyor. Gençlerimizde ahiret inancı noktasından zaaf olduğu gibi, kendisini mevcut sisteme adapte etmiş pek çok yaşlı insanımızda da iman zaafı vardır. İslam’ın esaslarını bilme ve onlara uyma noktasında da çok büyük sıkıntılar vardır. Ülkemiz insanında bozulma çok ileri safhadadır. Sadece Türkiye değil, bütün dünya müslümanları bozulmuş durumdadır. İslam ümmetinin zillet içerisinde olmasının asıl nedeni de budur.

Küçük küçük topluluklar, sığınak gibi belirli adalara toplanmışlar, kendilerini korumakla meşgul. Bırakınız kötülüklerle mücadele etmeyi, kendilerini kötülüklerden koruma mücadelesi veriyorlar. Bu da güzel bir şey, ama yeterli değil. İşte böyle bir zamanda yaşıyoruz. Ümmetin fesada gittiği bir zamanda, hatta müslümanların imanlarından olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Adam namaz kılıyor ama İslam ile alakası kalmamış, hâlâ ben şuyum diyor. İslam’ın birçok esaslarını inkâr edenler, namaz da kılıyor, oruç da tutuyor. Yaşadığı hayatın da İslamî olduğunu zannediyor. Bilinsin ki bu yaşanılan hayat İslamî bir hayat değil.

Aziz müslümanlar! İslam’ı yaşayanlarımız bile İslam’dan ancak bazı bölümleri yaşıyor. İslam’ı bütünüyle yaşamıyoruz. İslam’ın bütününü yaşamadığımız için de toplum fesada gitmiş. İyi mücadele etmemiz, kendimizi iyi tahkim etmemiz, İslam’ı iyi öğrenmemiz lazım. İmanımızı çok kuvvetlendirmemiz, birbirimize bu hususta yardımcı ve destek olmamız ve sonra da Allah yolunda diğer insanlara İslam’ın güzelliklerini, hakikatlerini anlatmamız gerekmektedir.

Böyle İslam’ın garip hale geldiği, insanların sünnetten uzaklaştığı bir zamanda sünnet-i seniyye üzerinde yaşayanlara, Allah Rasulünün sünnetine tâbi olanlara, Kur’an’a tâbi olanlara Rasulullah bir müjde veriyor:

“Ümmetimin fesada düştüğü bir zamanda benim sünnetime sarılana yüz şehid sevabı verilecektir.”

Bir şehidin ne büyük bir sevaba nail olduğunu hepimiz biliriz. Peygamberlerden sonra derecesi en yüksek olanlar şehitlerdir. Ümmetin fesada düştüğü bir zamandayız. Kur’an’a sarılalım, O’nun tefsiri mahiyetinde olan sünnet-i seniyyeye sarılalım. Televizyon ekranlarında, radyolarda, sünnete, Rasulullah’ın o eşsiz pak hayatına karşı mücadele edenlere, sakın ola ki aldanmayalım. Onların yanlış telkinlerini saf dışı etmek için başka insanlara da anlatalım.

Allah cümlemize, din-i mübini İslam üzere yaşamayı, iman üzere ölmeyi ve iman üzere dirilmeyi nasip eylesin. Âmin.

Kaynak:İlkadım Dergisi


Konular