Zehirli | Konular | Kitaplar

IRAK SAVAŞI'NIN PERDE ARKASI


Tüm dünyanın karşı çıkmasına rağmen patlak veren Irak savaşının planı 1982 yılında gerçekleştirilen Dünya Siyonist Kongresi’nde yapıldı. “Gizli Dünya Egemenliği Projesi”ni hayata geçirmeye çalışan İsrail’in bundan sonraki hedefleri arasında Mısır, Suriye, İran ve S. Arabistan var…

Bu satırlar yazılırken, Amerika Birleşik Devletleri Irak'ı vurmaya başlamıştı. Dünyada pek çok ülkenin, hatta ABD müttefiklerinin çoğunun bile karşı çıkmasına rağmen, ABD yönetimi Irak'ın vurulması konusunda çok ısrarlıydı. Bu ısrarın perde arkasını araştırdığımızda ise, karşımıza 20. yüzyılın başından bu yana Ortadoğu’da akan kan ve gözyaşının tek sorumlusu İsrail çıkıyor. İsrail Devleti’nin Irak’ın parçalanmasını hedef alan politikası oldukça geçmişe dayanıyor.

İSRAİL’İN IRAK’I PARÇALAMA PLANLARI

Enformasyon Dairesi'nin İbranice yayın organı Kivunim'de yazdığı “1980’lerde İsrail İçin Strateji” başlıklı raporu tüm Ortadoğu’yu İsrail’in hayat sahası haline getirmeyi amaçlıyordu. İsrail Dışişleri Bakanlığı çalışanlarından Oded Yinon tarafından hazırlanan raporda “Irak’ın parçalanması” senaryosu şu şekilde anlatılır:

“Irak bir yandan petrol bakımından zengin, öte yandan da içte bölük pörçük bir ülke olarak, İsrail için sağlam bir hedef olmaya adaydır. Irak'ın bölünmesi bizim için Suriye'nin bölünmesinden çok daha önemlidir...

Irak, çoğunluğun Şii, yönetici azınlığın ise Sünni olmasına karşın özde komşularından farklı olmayan bir ülkedir. Nüfusun % 65'nin iktidara hiçbir siyasi katılımı yoktur. İktidar, % 20'lik bir seçkin tabakanın elindedir. Ayrıca, kuzeyde büyük bir Kürt azın-lık vardır. İktidardaki rejimin elinden petrol gelirleri ve ordu alındığında Irak'ın gelecekteki durumu, Lübnan'ın geçmişteki durumundan farklı olmayacaktır.... Irak etnik ve mezhebi temeller üzerine bölünecektir; kuzeyde bir Kürt Devleti; ortada bir Sünni ve güneyde Şii devleti.”

Bu senaryonun 1991'deki Körfez Savaşı'ndan sonra kısmen uygulandığını, Irak'ın resmi olarak olmasa da fiili olarak üçe bölündüğünü hatırlatmaya gerek yoktur sanırız. Bu makalenin kaleme alındığı sıralarda gündemde olan Irak'ın ABD tarafından işgali planının da yine böyle bir parçalanmayı ateşleyebilecek olduğu gerçeği ise, somut bir tehlikedir.

KÖRFEZ SAVAŞINDA İSRAİL’İN ROLÜ

Saddam Hüseyin, 1 Ağustos 1990 günü ani bir saldırıyla Kuveyt'i işgal etti. Böylece uluslararası bir kriz doğdu. Bu krizi körükleyen güçlerin başında ise İsrail geliyordu. İsrail, ABD'nin Kuveyt işgalinin hemen ardından takındığı tutumu en ısrarlı destekleyen ülkeydi. Hatta İsrailliler ABD'yi ılımlı bile buluyorlar, daha sert bir politika istiyorlardı. Öyleki İsrail Cumhurbaşkanı Haim Herzog, Amerikalılara nükleer silah kullanmalarını bile tavsiye etmişti. Öte yandan, ABD'deki İsrail lobisi de Irak'a karşı geniş kapsamlı bir saldırı düzenlenmesi için çalışıyordu.

Tüm bu durum, Amerika'da, Irak'a karşı düzenlenmesi düşünülen saldırının gerçekte İsrail çıkarları adına planlandığı düşüncesini yaygınlaştırdı. Ünlü köşe yazarı Patrick Buchanan, bu düşünceyi, "Washington'da Irak'a karşı bir savaş açmamızı savunan yegane güç, İsrail ve onun buradaki 'ağlama duvarı' (yani lobisi)dir" diyerek özetliyordu.

Öte yandan, İsrail konu hakkında ciddi bir propaganda kampanyası da başlatmıştı. Bu kampanya daha çok el altından yürütüldüğü için de, Mossad devreye girmişti. Eski Mossad ajanı Victor Ostrovsky, bu konuda önemli bilgiler aktarır. Ostrovsky'e göre, İsrail, Körfez Krizi'nin başlamasından bile çok daha önce Amerika ile Saddam'ı savaştırmak istiyordu. Öyleki, İsrail bu yöndeki planını İran-Irak savaşının hemen ardından uygulamaya koymuştu. Ostrovsky'nin yazdığına göre, Mossad'ın LAP-LohAma Psicologit (Psikolojik Savaş) bölümü, çeşitli dezinformasyonlarla (yalan haber) bu konuda etkili bir kampanya başlatmıştı. Saddam'ı kanlı bir diktatör ve dünya barışına yönelik büyük bir tehdit olarak göstermeye yönelikti bu kampanya. (Victor Ostrovsky, The Other Side of Deception, ss. 247, 252-54.)

MOSSAD AJANI KÖRFEZ SAVAŞINI ANLATIYOR

Ostrovsky, Mossad'ın bu propaganda için farklı yerlerdeki ajan ya da sempatizanlarını kullandığını, örneğin Amnesty International ya da Amerikan Kongresi'ndeki "gönüllü ajan"ların (sayanim) devreye sokulduğunu anlatıyor. Irak'ın İran'la olan savaşı sırasında İran'daki sivil hedeflere yolladığı füzeler de kampanyanın malzemeleri arasındaydı. Ancak, Ostrovsky'nin dediği gibi Mossad'ın Saddam'ın söz konusu füzelerini malzeme olarak kullanması biraz garip bir durumdu; çünkü o füzeler, Amerikan uydularından gelen bilgilerin de yardımıyla, savaş sırasında Mossad tarafından hedeflere yönlendirilmişlerdi. İsrail, İran'a karşı yürüttüğü savaş boyunca desteklediği Saddam'ı şimdi canavar olarak gösterme çabası içindeydi. Ostrovsky, şöyle diyor:

“Mossad liderleri, eğer Saddam'ı yeterince korkunç göstermeyi başarırlarsa ve onun Körfez petrolü için bir tehlike olduğu —ki Saddam daha önce bu konuda bir güvence olarak algılanıyordu— düşüncesini yerleştirebilirlerse, ABD ve müttefiklerini Saddam'a saldırtabileceklerini hesaplıyorlardı.” (Victor Ostrovsky, The Other Side of Deception, s. 254)

İsrailliler bu konuda o denli kararlı ve ABD üzerinde de o denli ısrarlıydılar ki, 4 Aralık 1990 günü, İsrail Dışişleri Bakanı David Levy, Amerikan Büyükelçisi William Brown'ı diplomatik dille tehdit etmiş, ABD'nin "Körfez Krizi'nin başlangıcında verdiği tüm sözlerini tutmasını", yani Irak'a saldırmasını istemişti. Levy'e göre, eğer ABD Irak'a saldırmazsa, İsrail bu işi kendi başına gerçekleştirecekti. (Andrew & Leslie Cockburn, Dangerous Liaison, s. 356.)

İsrail açısından savaşı ABD'ye yaptırmak ve de savaşın tümüyle dışında kalmak çok avantajlıydı. Nitekim öyle de oldu.

İSRAİL ABD’Yİ SAVAŞA ZORLUYOR

Ancak İsrailliler ABD'nin savaş planlarına aktif olarak katıldılar. Çöl Fırtınası harekatını planlayan bazı ABD kurmayları, İsraillilerden "Saddam'ı yaralamanın en iyi yolunun ailesini vurmak olduğu" yönünde ince taktikler aldılar.

Ostrovsky'nin yukarıda anlattığı Mossad kaynaklı propaganda ise, Körfez Savaşı için gerekli olan kamuoyunu oluşturdu. Savaşın fitili de yine Mossad'ın "gönüllü ajanları" tarafından ateşlenmişti. Kongre üyelerinin Saddam'a karşı savaşa ikna edilmesi için Yahudi lobisinden Tom Lantos'un yönetimindeki Hill and Knowlton lobi şirketi dramatik bir senaryo yazmıştı. Turan Yavuz, olayı şöyle anlatıyor:

“9 Ekim 1990. Hill and Knowlton lobi şirketi Kongre'de 'Irak'ın Vahşetleri' başlığı altında bir oturum düzenliyor. Lobi şirketi tarafından oturuma getirilen bazı 'görgü tanıkları' Iraklı askerlerin yeni doğmuş çocukları hastane odalarında öldürdüğünü öne sürüyor. Bir 'görgü tanığı' vahşeti tüm detaylarıyla anlatıyor ve Iraklı askerlerin bir hastanede 300 yeni doğmuş çocuğu öldürdüğünü söylüyor. Söz konusu bilgiler, Kongre üyelerini hayli rahatsız ediyor. Bu da Başkan Bush'un işine yarıyor. Ancak sonra anlaşılıyor ki, Hill and Knowlton lobi şirketinin kongre önüne getirdiği 'görgü tanığı' aslında Kuveyt'in Washington'daki büyükelçisinin kızıdır. Buna rağmen kızın söyledikleri Kongre üyelerinin Saddam Hüseyin'e 'Hitler' lakabı takmasına yol açacaktır.” (Turan Yavuz, ABD'nin Kürt Kartı, s. 307.)

İncelediğimiz tüm bu bilgiler, bizi tek bir sonuca götürüyordu: ABD'nin 1991’de Irak'a karşı savaşa girmesinde İsrail etkisinin önemli bir rolü vardı.

“TERÖRE KARŞI MÜCADELE” BAHANESİ

Aslında Irak'ın vurulması ve Saddam Hüseyin rejiminin silah zoruyla yıkılması planı, sanıldığı gibi 11 Eylül 2001 sonrasındaki "teröre karşı mücadele" ortamında değil, bundan çok daha önce yapılmış ve Washington'ın gündemine getirilmişti. Bu yöndeki ilk işaret, 1997 yılında ortaya çıkmıştı. Washington'daki bir grup İsrail yanlısı stratejist, kurdukları PNAC adlı "think-tank"le Irak'ın işgali senaryosunu savunmaya başlamıştı. PNAC'in en kayda değer isimleri ise, George W. Bush yönetiminin en etkin isimleri haline gelecek olan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney idi. (Harun Yahya, İsrail’in Kürt Kartı)

Philadelphia Daily News gazetesinde William Bunch imzasıyla yayınlanan "Invading Iraq Not A New Idea For Bush Clique :4 Years Before 9/11, Plan Was Set" (Irak'ı İşgal Etmek Bush Ekibi İçin Yeni Bir Fikir Değil: 11 Eylül'den 4 Yıl Önce Plan Hazırdı) adlı bir makalade, bu konuda şu gerçeklere yer verilmektedir:

Gerçekte, Donald Rumsfeld, Başkan Yardımıcısı Dick Cheney ve küçük bir grup ideolog, Amerika'nın Irak'ı işgalini savunmaya henüz 1997 yılında başlamışlardı yani 11 Eylül saldırılarından 4, Başkan Bush'un göreve başlamasından 3 yıl önce.

Kendilerine PNAC (Project for the New American Century Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi) adı verilen bu siyaset grubu, Cheney, Rumsfeld, Rumsfeld'in yakın yardımcısı Paul Wolfowitz ve Bush'un kardeşi Jeb Bush'u da içeriyordu. Ve daha o zamanlar bile, Ocak 1998'de, Başkan Clinton'ı Irak'ı işgale ikna etmeye çalışmışlardı. (William Bunch, Philadelphia Daily News, 27 Ocak 2003)

GERÇEK AMAÇ PETROL MÜ?

Peki PNAC üyelerinin Saddam'ı düşürmek konusunda bu kadar ısrarlı olmalarının nedeni neydi? Aynı makalede bu konuda şunlar yazılıdır:

"Petrol, PNAC'in Irak hakkındaki politika açıklamalarında arkaplanda bir yer tutsa da, itici güç gibi gözükmüyor. Pennsylvania Üniversitesi'nden siyaset bilimi profesörü ve Ortadoğu uzmanı Ian Lustick, Bush'un politikasını eleştirirken, petrolün savaş taraflarınca asıl olarak savaşın masrafını karşılamaya yönelik bir unsur olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.

PNAC'tan Schmitt ise, "ben Texas'tanım ve bildiğim petrolcülerin hepsi askeri bir operasyona karşı" diyor, "petrol pazarı istikrarsızlık istemiyor".

Profesör Lustick'e göre ise, (savaş için) daha güçlü ama gizli bir motivasyon kaynağı, İsrail olabilir. Bush yönetimindeki şahinlerin, Irak'taki bir güç gösterisinin, Filistinlileri İsrail için avantajlı olan bir barış planını kabul etmeye ikna edeceğini hesapladıklarını söylüyor.” (William Bunch, "Invading Iraq not a new idea for Bush clique" Philadelphia Daily News, Jan. 27, 2003)

İşte Irak'a saldırı planının ardındaki en büyük motivasyon budur: İsrail'in Ortadoğu stratejisine hizmet etmek.

Bu gerçek, başka Ortadoğu uzmanları tarafından da teşhis edilmiştir. Örneğin Cengiz Çandar, Irak'a saldırı planının ardındaki gerçek gücü bir yazısında şöyle açıklamaktadır:

“... Irak'a saldırı'nın başını kim çekiyor peki? Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Condoleeza Rice. Bunlar, 'en üst düzeydeki' saldırı yandaşları. Ama buzdağının altı daha zengin ve ilginç. Orada çeşitli 'lobiler' var.

Lobilerin başında İsrail sağı, Likud yanlısı ve Amerikan silah sanayii ile yakın ilişkileri bulunan JINSA ekibi geliyor. JINSA, Jewish Institute for Security Affairs (Güvenlik Meseleleri İçin Yahudi Enstitüsü). Bunlar, 'silah lobisi'yle, Lockheed, Northrop, General Dynamics, İsrail askeri endüstrileri vs. ile sıkı ilişkilerdeler... JINSA'nın 'temel ilkesi' şu: 'Amerika ile İsrail'in güvenliği bölünemez'; yani aynı şey...

JINSA'nın amacı sadece Irak'ta Saddam rejiminin yıkılması değil; 'total savaş' mantığı ile S.Arabistan, Suriye ve Mısır ve bu arada İran rejimlerinin de yıkılmasından ve buralara 'demokrasi' getirilmesinden yanalar... Yani, 'İsrail'in en aşırı kesimleri'yle aynı 'dalga boyu'nda olan Amerikan Yahudileri'nin bir bölümü, şu dönemde 'Washington şahinleri'ni oluşturuyor.” (Cengiz Çandar " Irak ve 'Türkiye dostu' Amerikan Şahinleri..." Yeni Şafak, 3 Eylül 2002)

İSRAİL’İN “GİZLİ DÜNYA EGEMENLİĞİ” PROJESİ

Kısacası Washington'da önce Irak'ı ardından da Suudi Arabistan, Suriye, İran ve Mısır'ı hedef alacak bir savaşı körükleyenler vardır ve bunların en belirgin özelliği, "İsrail lobisi" ile aynı safta hatta özdeş olmalarıdır.

Bu kişiler, her ne kadar "Amerikan çıkarları"ndan söz etseler de, aslında savundukları şey İsrail'in çıkarlarıdır. Çünkü gerçekte Amerika'nın tüm bir Ortadoğu'yla savaşmak, bu bölgedeki halkları kendine düşman etmek gibi bir stratejide çıkarı olamaz. Böyle bir stratejinin benimsenmesi ise ABD'nin, bu ülkenin dış politikasında inanılmaz bir güce sahip olan İsrail losibinin etkisiyle, yalnızca İsrail'e angaje olması durumunda söz konusu olabilir..

İşte bu nedenle Amerika'nın 11 Eylül sonrasında uygulamaya konan ve tüm İslam dünyasını düzenlemeye yönelik stratejisinin ardında, İsrail'in gizli "dünya egemenliği" planı vardır. İsrail, kurulduğu günden bu yana, Ortadoğu'yu yeniden düzenleme, kendisi hedefleri için tehlikesiz ve yönlendirilebilir hale getirme amacındadır. Bu amaçla son yıllarda ABD üzerindeki nüfuzunu kullanmakta ve Washington'ın Ortadoğu siyasetini büyük ölçüde yönlendirmektedir. 11 Eylül sonrasındaki ortam ise, İsrail'e aradığı fırsatı vermiştir. Yıllardır İslam'ın Batı ve ABD için büyük bir tehdit olduğu yalanını ileri süren, "Medeniyetler Çatışması" yanılgısını körükleyen İsrail yanlısı ideologlar, 11 Eylül'ün ardından, ABD'yi İslam dünyasına karşı tahrik etmeye çalışmaktadırlar. İsrail, Kudüs İbrani Üniversitesi'nden Israel Shahak'ın henüz 1995 yılındayken yazdığı gibi, "anti-İslami bir Haçlı Seferi'nin liderliğini yapmaya" soyunmakta ya da İsrail'in Yediot Ahronot gazetesinin yorumcusu Nahum Barnea'ya aynı yılki yorumuna göre "İslami güce karşı girişilecek olan savaşta Batı'nın öncülüğünü yapmak hedefinde" ilerlemektedir. (Israel Shahak, "Downturn In Rabin's Popularity Has Several Causes", Washington Report on Middle East Affairs, Mart 1995)

Bu yorumlardan bu yana geçen yıllar, sadece, İsrail'in niyetini daha açık bir biçimde ortaya çıkarmış, 11 Eylül sonrasındaki siyasi ortam da bu niyetin uygulamaya konması için zemin oluşturmuştur. Şimdi dünya İsrail’in 1982 yılında Dünya Siyonist Kongresi’nde planlanan Irak’ın parçalanması politikasının adım adım sahneye konulmasını izliyor.

DÜNYA BARIŞI İÇİN TEK ÇÖZÜM; İSLAM BİRLİĞİ

Buraya kadar incelediğimiz tüm bilgiler şöyle özetlenebilir: İsrail'in tüm Ortadoğu'yu kendi stratejik menfaatlarine göre düzenlemek gibi bir hedefi vardır. Bunu yapabilmek, yani dünyanın en hassas ve önemli bölgelerinden biri olan Ortadoğu'ya hükmedebilmek için, bir "dünya gücüne" ihtiyacı vardır. Bu güç ABD'dir ve İsrail, ABD üzerindeki büyük nüfuzu sayesinde bu ülkenin Ortadoğu politikasını ipotek altına almaya çalışmaktadır. İsrail, 4.5 milyon nüfuslu küçük bir ülke olmasına rağmen, İsrail ve Batı'daki destekçileri tarafından geliştirilen planlar, dünyaya yön vermektedir.

Peki bu gerçek karşısında ne yapılması gerekir?

1) İsrail lobisinin ABD üzerindeki etkisine karşı, ABD ile İslam dünyası arasındaki diyaloğu geliştirecek, ABD'yi Irak ve benzeri sorunlara barışçı çözümler aramaya davet edecek bir tür "karşı lobi faaliyeti" yürütülmelidir. ABD'de, ülkelerinin daha adil bir Ortadoğu politikası izlemesini savunan çok geniş bir çevre de vardır. Bu görüşü dile getiren pek çok devlet adamı, stratejisyen, gazeteci ve entelektüel vardır ve bunlarla işbirliği içinde bir "medeniyetler barışı" hareketi yürütülmelidir.

2) ABD yönetimini barışçı çözümlere davet eden yaklaşım, hükümetler ve sivil toplum kuruluşları düzeyinde yürütülmelidir.

Tüm bunların ötesinde, Batı ile İslam dünyası arasındaki tüm sorunlara çözüm getirebilecek, İslam dünyasının mevcut dağınıklığına, mazlumluğuna ve fakirliğine çare olabilecek çok daha köklü bir çözüm ise, tüm İslam dünyasını değiştirebilecek bir projede saklıdır: İslam Birliği...

Son gelişmeler göstermiştir ki sadece İslam coğrafyasının değil, tüm dünyanın “İslam Birliğine ihtiyacı vardır”.


Konular