Zehirli | Konular | Kitaplar

ALLAH CELLE CELÂLÜHÜ MAHLÛKATINA BENZER Mİ? - IV-


Değerli Okuyucularımız!

Allah Teala Celle Celalühu mahlûkatına benzer mi? konu başlığıyla sizlere sunduğumuz, yazı dizimizin dördüncü serisinde, böyle bir benzetmenin kesinlikle mümkün olmadığını, ilmi açıklamalarla ispat ederek, tekrar sizlerin bilgisine takdim ediyoruz. Mukadder bir haldir ki, bu tip açıklamalar yazarımızın da açık bir şekilde ifade ettiği gibi, ilk olmamakla birlikte son da değildir. Cevap verebilecek insanlar var oldukça, böyle yanlış bilgilendirmeler ve sorular da var olmaya devam edecektir...

İslam tarihinde, çalışmalarıyla bilinen simaların bu yanılgılarının, günümüze kadar büyüyerek geldiğini, Allah Teala’ya bazı sıfatlar yükleyip, mekânlar biçmeye kadar uzanan bir yanlış inanç sisteminin hâlâ bizleri de meşgul ettiğini, hatta bazı kimseleri bu fikrin girdabına çektiğini esefle seyretmekteyiz. Evvelki yazılarımızın devamı olarak, bu sayımızda da böyle yanlışa düşen ilim adamlarının görüşleri ve onlara verilen cevapları sizlere aktarıyoruz

Abdullah b. Ahmed
b. Hanbel'in görüşleri:

Yine Mücessime taifesinden olan Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'in "Kitâbu's Sünne" sinden ki ulema bu kitaba "Kitâbu'ş-Zeyğ" (Sapıklık Kitabı) adını vermiştir bazı örnekler sunalım:

Abdullah b. Ahmed der ki: "İstiva, "oturmak"tan başka bir şekilde olur mu?"
Allah Teala Celle celaluhu’nun arşa istiva ettiğini bildiren ayeti, açıklama sadedinde ifade edilen bu söz, O'na, mahlûkat için sözkonusu olan bir fiilin izafesi ile O'nu, mahlûkatına benzetmekten başka ne anlama gelir?

İşte Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e isnat edilen bir hadis:
Gûya Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuş: "O (Allah Teala) Kürsü'nün üzerine oturur da, Kürsü'de ancak dört parmak miktarında bir fazlalık kalır."

Bir başka hadis: "Rabbim (dün) gece bana en güzel sûrette geldi... Bunun üzerine avuçlarını kürek kemiklerimin arasına koydu. Avuçlarının soğukluğunu göğüslerimin arasında hissettim..."

Başka bir hadis: "(Cehennemlikler) cehenneme atılır. Cehennem, "Başka yok mu?" der. Tâ ki (Allah Teala) bacağını veya ayağını onun üzerine koyar da cehennem, "Yeter, yeter" der."

Bir diğer rivayet; Rebi'a el-Cüreşî: "Ve kıyamet günü yeryüzü toptan O'nun bir kabzasındadır. Gökler de O'nun sağ eliyle dürülmüşlerdir..."ayeti hakkında, "O'nun diğer eli ise boştur, onda herhangi birşey yoktur" dedi.

Başka bir örnek; Mücahid'den: "Davud Aleyhisselam kıyamet günü gelir, (bu dünyada) işlediği hatası avucunun içinde yazılıdır. "'Ya Rabbî! Hatam, helak sebebim!" der. Allah Teala, "Önüme gel" der. (Gelir) ve avucuna bakar, avucundaki yazının durduğunu görür. Bunun üzerine 'Ya Rabbî! Hatam, helak sebebim!" der. Allah Teala, "Sağıma geç" der. Sağına geçer ve avucuna bakar. Yazının hala orada olduğunu görünce;
'Ya Rabbî! Hatam, helak sebebim!" der. Allah Teala, "Eteğimi tut" der. İşte bu, "Şüphesiz onun, yanımızda yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır" ayetinde anlatılan durumdur."

Yine bu konuda yer verdiği bir rivayete göre de Allah Teala Hz. Davud Aleyhisselam’ı kendi yanına yaklaştırmış ve bir uzvunu onun bir uzvu üzerine koymuştur.
Başka bir örnek; Katâde: "Onlar ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin kendilerine gelmesini beklerler" ayeti hakkında şöyle demiştir: "Allah onlara, buluttan gölgeler içinde gelir. Melekler de onlara ölüm anında gelirler."
Bir diğer örnek: Gûya Hz. Ömer Radıyallahu Anh şöyle demiş: "Allah Teala Kürsü'nün üzerine oturduğu zaman, Kürsü'nün, tıpkı yeni deve palanının gıcırdaması gibi gıcırdadığını duyar."

Gûya İbn Abbâs Radıyallahu Anh'dan gelen bir rivayet: "Kürsü, O'nun iki ayağını koyduğu yerdir..."

Yine Abdullah b. Ahmed'in naklettiğine göre, Allah Teala Celle Celalühü, Hz. Musa aleyhisselam ile dudak dudağa (müşafeheten) konuşmuştur.

Halbuki babası İmam Ahmed b. Hanbel bu konuda şöyle demektedir: "Allah Teala, (sesin çıktığı göğüsteki) boşluk, ağız, iki dudak ve dil ile olmaksızın, dilediği gibi konuşur."

Bütün bu alıntılar, Allah Teala Celle Celalühü hakkında inanılması ve düşünülmesi kesinlikle caiz olmayan hususlar ihtiva etmesi yanında, aklî ve mantıkî bakımdan da tutarsızdır.

Zira mesela, Allah Teala' nın Celle Celalühü, arşa istivasını, "oraya yerleşmesi, oturması ve mekân tutması" şeklinde anlama yanlışına düşmeleri yetmiyormuş gibi, O'nun, Kürsü'ye oturduğunu söylemekten de çekinmemişlerdir. Oysa arş, Allah Teala'nın Celle Celalühü, yaratıklarının en büyüğüdür. O halde hâşâ Allah Teala Celle Celalühü, Kürsü'ye nasıl sığmaktadır da Kürsü üzerinde dört parmak miktarı bir boşluk kalmaktadır?

Öte yandan, Ayete'l-Kürsî diye bildiğimiz ayette Allah Teala Celle Celalühü şöyle buyurmaktadır: "O'nun Kürsi'si gökleri ve yeri içine alır" Dolayısıyla "sonra göğü istiva etti" ayetinde geçen "istiva"yı "yerleşmek, mekân tutmak ve oturmak" anlamında almak mümkün değildir. Üstelik kendilerinin Mücahid'den naklettikleri bir rivayet şöyledir: "Gökler ve yer, Kürsü'nin içinde, çöldeki bir yüzükten başka birşey mesabesinde değildir."

Burada akıllarına şu soru da mı gelmemiştir: Gökler ve yer Kürsü'nün içinde, ancak çöldeki bir yüzük kadar yer kaplıyorsa, göğe istiva eden (yani onların anlayışına göre orayı mekân tutup oraya yerleşen) Allah Teala Celle Celalühü hâşâ göğe nasıl sığmıştır?

Yine bu anlayışla çelişen bir diğer nakli Abdullah b. Ahmed zikretmiştir. Buna göre İbn Abbâs radıyallahu anh ve daha başkaları, “Gökyüzü onunla yarılacaktır" ayeti hakkında şöyle demişlerdir: "Yani O'nunla (Allah Teala ile) doludur."

Oysa bu ayeti kerimede geçen "munfatıratun" kelimesi kıyamet gününe racidir. Zira sözkonusu ayetin siyak ve sibakında (öncesi ve sonrasında) kıyamet gününün anlatımı vardır. Dolayısıyla bu kelime de o günü tavsif etmektedir. Şu halde yukarıda ifade ettiğimiz şu soru burada da geçerlidir: Gökler ve yer Kürsü'nün içinde, ancak çöldeki bir yüzük kadar yer kaplıyorsa, göğe istiva eden (yani onların anlayışına göre orayı mekân tutup oraya yerleşen) Allah Teala Celle Celalühü hâşâ göğe nasıl sığmıştır?

Diyelim ki hâşâ ve kellâ göğe sığdı; peki yeryüzündeki bir dağa "iner" mi? Abdullah b. Ahmed'e göre bu sorunun cevabı "evet" dir: "Allah Teala dağlara şöyle vahyetti: "Muhakkak ki ben sizden bir dağın üzerine ineceğim." Bunun üzerine dağlar kibirlendi. Tûr-i Sina ise tevazu gösterdi ve "Eğer benim için birşey takdir edilmiş ise, bana gelecektir" dedi. Allah Teala ona şöyle vahyetti: "Tevazun ve benim takdirime rızan sebebiyle senin üzerine ineceğim."

Bütün bu rivayetlerde Ehl-i Kitab'ın kitaplarının derin bir etkisi görülmektedir. Zira İnciller'de ve Tevrat'ta da Allah Teala'ya bu türlü fiiller isafe edilmiştir.
Hristiyanlar'ın inancına göre çarmıh hadisesinin! akabinde "oğlunu" göğe çekerek sağına oturtan, "biricik oğlu"nu kucağına alan bir ilah...

Yahudiler'in yakıştırmasıyla insanı kendi sûretinde yaratan, yarattığı insanı kendine benzeten, yaratma işini bitirdikten sonra (yorgunluk atmak için) istirahate çekilen, yere inerek insanla konuşan ve konuşmasını bitirdikten sonra, tekrar yukarı çıkan, bulutlar ve ateş içinde Tûr-i Sina'ya inen bir ilah, yukarıda örneklerini zikrettiğimiz rivayetlere pek da aykırı düşmemektedir.

Müşebbihe/Mücessime taifesi, müteşabihat alanına giren bütün bu hususlarda ki; burada ayrıntılı olarak zikretmedik, kendileri gibi düşünmeyen kimseleri, Ehl-i Hadis'ten olsa dahi cerhetmişler ve dışlamışlardır.

Nitekim "Zemmu'l-Kelâm" adlı eserin sahibi ki; yukarıda zikredilmişti, el-Herevî'den nakledildiğine göre kendisi şöyle demiştir:

"Yahya b. Ammâr'a İbn Hibbân'ı sordum ve "Sen onu görmüştün" dedim. Şöyle cevap verdi:

-"Onu nasıl görmem! Kendisini Sicistan'dan biz sürüp çıkardık. Kendisi, ilmi çok olan birisiydi, ancak pek öyle dindar değildi. Bize geldi ve Allah Teala'nın bir sınırı olduğu görüşünü reddetti. Bunun üzerine kendisini Sicistan'dan çıkardık."
İbn Hibbân'ın bir müteşabih hadis konusundaki görüşü aşağıda gelecektir.

Müçtehit İmamlar’ın “İstiva” hakkındaki görüşleri
Bu konuda Müçtehit İmamlar'dan nakledilen görüşler şöyledir:

İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe rahimehullah, Allah Teala Celle Celalühü’nün arşa istivası konusunda şöyle demektedir:

"Allah Teala, kendisi için ihtiyaç ve (arşın üzerine) istikrar (yerleşme) sözkonusu olmaksızın arşa istiva etmiştir. O, arşı da, arştan başkasını (diğer yarattıklarını) da korumaktadır. Eğer (Allah Teala arşa ve bir yerde yerleşmeye) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olmazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, arşın yaratılmasından önce Allah Teala nerede idi? Yüce Allah bundan münezzehtir."

İmam et-Tahâvî de, "el-Akîdetu't-Tahâviyye" isimli meşhur eserinde şu ifadeye yer verir: "O (Allah Teala) azze ve celle arştan ve arşın altında bulunan şeylerden müstağnidir. (İlmiyle) herşeyi ve arşın üstünü kuşatmıştır..."

Hasılı İmam Ebû Hanîfe rahimehullah, "istiva"nın, "yerleşme" ve "mekân tutma" anlamında olmadığını söylemiştir.

Adamın birisi İmam Mâlik rahimehullah’ın, meclisine gelir ve kendisine bir soru sormak istediğini söyler. İmam Mâlik rahimehullah, başını önüne eğer ve cevap vermez. Adam, bir soru sormak istediğini tekraren ifade edince başını kaldırır. Adam, "Rahman arşa istiva etmiştir" ayetindeki "istiva" nasıldır?" diye sorar. İmam, bir süre başını önüne eğdikten sonra şöyle cevap verir: "Meçhul olmayan birşey hakkında soru sordun, malum olmayan birşey hakkında konuştun. Senin kötü bir adam olduğunu görüyorum. Onu dışarı çıkarın!"

Bir diğer rivayette de bu cevap şu ifadelerle nakledilmektedir: "Allah Teala Celle Celaluhü’nün istivası meçhul değildir. Bunun nasıl olduğu ise makul (akılla bilinebilir bir şey) değildir. Bu hususta soru sormak bid'attir. Senin bid'atçi birisi olduğunu görüyorum"

İmam Mâlik rahimehullah'ın bu cevabı daha başka lafızlarla da nakledilmiştir. Ancak muhteva aynıdır. Nitekim aşağıda İmam eşŞâfi'î rahimehullah’ dan, nakledeceğimiz ibarede de bu cevabın değişik bir şekli yer almıştır.

İmam eş-Şâfi'î rahimehullah, kendisine nisbet edilen "el-Fıkhu'l-Ekber" adlı eserde şöyle der: "Eğer, Allah Teala -"Rahman ar-şa istiva etmiştir"- buyurmuştur" denirse şöyle cevap verilir: Bu (türlü) ayetler, bunlara ve benzerlerine, ilimde derinleşmek arzusunda olmayan kimseleri cevap vermede şaşkınlığa sürükleyen müteşabihattandır. Yani böyle kimseler bu türlü ayetleri olduğu gibi kabul edip, on-lar hakkında araştırma yapmamalı ve bunlar üzerinde konuşmamalıdır. Çünkü kişi ilimde rüsuh (derin vukufiyet) sahibi olmadığı zaman şüpheye ve vartaya düşmekten emin olamaz. Onun, Allah Teala'nın sıfatı hakkında, zikrettiğimiz gibi inanması gerekir. (Bu konuda şöyle ininmak icabeder): Allah Teala'yı hiçbir mekân ihata edemez, O'nun üzerinden zaman geçmez, O, hudut ve son noktalara sahip olmaktan münezzehtir; mekân ve yönlerden müstağnidir. "O'nun benzeri hiç bir şey yoktur." Kişi böyle inanmak suretiyle tehlikelere düşmekten kurtulur. Bu sebeple Mâlik, bu ayet hakkında kendisine soru soran kişiye sert davranmış ve "İstiva (Kur'an'da) mezkûrdur, bunun keyfiyeti ise meçhuldür. Buna inanmak vacip, bu konu hakkında soru sormak ise bid'attir. Eğer bu soruyu tekrar sorarsan, boynunun vurulmasını emrederim" demiştir. Allah bizleri de sizleri de teşbihe sapmaktan korusun."

İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah'ın konu hakkındaki görüşü de diğerlerinden farklı değildir. İbn Teymiyye, İmam Mâlik rahimehullah'tan yukarıda naklettiğimiz cevabını zikrettikten sonra şöyle der: "Diğer imamlar da böyledir. Onların (bu konudaki) görüşü de, Mâlik'in görüşüne uygundur."

Nitekim el-Hallâl, İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Allah Teala arşı, sınırsız (kendisi için bir sınır sözkonusu olmaksızın) ve sıfatsız olarak, vasfedilemeyecek bir tarzda, dilediği gibi ve dilediği şekilde istiva etmiştir."

Özellikle İmam Ahmed rahimehullah'ın mezhebine müntesip olduklarını iddia eden bazı aşırı kimselerin, teşbih ve tecsim ifade eden itikatlarını ona nisbet etmeleri, o büyük imama iftiradan başka birşey değildir. İmam Ahmed rahimehullah'ın itikadî görüşleri ve bilhasse müteşabih ayet ve hadisler konusundaki kanaati, İbnu'l Cevzî'nin "Def'u Şübehi't-Teşbîh"inde ve Takiyyuddîn el-Hısnî-'nin "Def'u Şübehi Men Şebbehe ve Temerred ve Nesebe Zâlike ile's-Seyyid el-İmâm Ahmed" isimli eserlerinde bütün netliği ile ortaya konmuştur.

İbnu'l Cevzî, adı geçen eserinde, Hanbelî olduklarını söyleyen Mücessime/Müşebbihe taifesine şöyle seslenir:

"Ey arkadaşlarımız! Sizler, nakil ve ittiba ehlisiniz. Sizin en büyük imamınız Ahmed b. Hanbel rahimehullah'dır ve O, kırbaç altındayken bile, "(Allah Teala ve Resulü'nün) söylemediğini ben nasıl söylerim?" demiştir...

"Sakın ola ki, onun mezhebinden olmayan şeyleri bu mezhebe bid'at olarak sokmayın!
"Sonra sizler, hadislerin zahiri üzere hamledileceğini söylediniz. "Ayak" kelimesi, zahiren bir uzvu anlatmaktadır. Hazreti İsa Aleyhisselem hakkında, "O ruhullah'tır" dendiği zaman Hristiyanlar: (Allah onlara hidayet etsin) "Allah Teala'nın bir sıfatı vardır ki, O, Meryem'e ilka edilen ruhtur" dediler ve böyle inandılar.

"Kim, Allah Teala arşa mukaddes zatı ile istiva etmiştir" derse, O'nun duyularla idrak edilebileceğini söylemiş olur. Aslolanın kendisiyle sabit olduğu şeyi, yani aklı ihmal etmemek gerekir. Zira bizler Allah Teala' yı onunla bilir ve Allah Teala'nın kadim olduğuna hükmederiz.

"Eğer sizler, "Biz (bu türlü konularda) hadisleri okur ve susarız (başka birşey söylemez, yorum yapmayız) deseydiniz, kimse sizi bundan men etmezdi. Ancak sizler bu hadisleri çirkin bir şekilde zahirlerine hamlettiniz. O salafî ve salih zatın mezhebine, bu mezhepten olmayan şeyleri sokmayın!.."

Keza el-Hısnî'nin yukarıda zikrettiğimiz eseri de, Müşebbihe/Mücessime taifesinin, kendi sakat görüşlerini İmam Ahmed'e nisbetine reddiye olarak kaleme alınmıştır.
İmam Ahmed rahimehullah'ın bu taifeden beri olduğu kesindir ve sadece burada örnek olması kabilinden zikrettiğimiz bu "istiva" meselesinde değil, Akaid ile ilgili bütün konularda Ehl-i Sünnet imamlarının (Allah Teala hepsinden razı olsun) görüşü birdir.

Nitekim Ebu'l-Muzaffer el-İsferâînî rahimehullah, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in itikadî çizgisini ortaya koyan özellikleri zikrettikten sonra şöyle der:
"Bil ki, Fırka-i Nâciye'nin akaidinin özellikleri olarak zikrettiğimiz bütün bu hususlar, imanın sıhhati babında bilinmesi icabeden hususlardır...

"'Bil ki, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in itikadı olarak zikrettiğimiz hususların hiç birisi hakkında eş-Şâfi'î ve Ebû Hanîfe (Allah her ikisine de rahmet eylesin) arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. (Sadece bu iki imam değil), Mâlik, el-Evzâ'î, Dâvud (ez-Zâhirî), (İbn Şihab) ez-Zührî, el-Leys b. Sa'd, Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Yahya b. Ma' în, İshak b. Râhûye, Muhammed b. İshak el-Hanzalî, Muhammed b. Eslem et-Tûsî, Yahya b. Yah-ya (en-Nîşâbûrî), el-Hüseyin b. el-Fadl el-Becelî, Ebû Yusuf, Muhammed (b. el-Hasan), Züfer (b. Hüzeyl), Ebû Sevr ve Hicaz, Şam, Irak imamları, Horasan ve Maveraunnehir imamları gibi Ehl i Rey ve Ehl-i Hadis'in tümü ile onlardan önce yaşamış olan Sahabe, Tabiun ve Etbau't-Tabiîn de bütün bu konularda görüş birliği içindedir. Bu iki fırka (Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis) arasında bütün bu konularda herhangi bir ihtilaf bulunmadığını tahkik etmek isteyenler, Ebû Hanîfe rahimehullah'ın Kelam sahasında yazdığı "Kitâbu'l-Âlim (ve'l-Müte'allim)e... "el-Fıkhu'l-Ekber"ine... ve Osman el-Bettî'ye yazdığı... "el-Vasıyye" sine baksın. Keza eş-Şâfi'î'nin yazdığı eserlere baksın. Bu iki-sinin mezhebi arasında herhangi bir farklılık bulamayacaktır. Bütün bu imamlardan, burada zikrettiğimiz hususlar ile çelişik olarak nakledilen gö-rüşlerin tümü, bid'atçilerin, ken-di mezheplerini tervic etmek i-çin uydurduğu yalanlardır... Bu kimseler, Ehl-i Sünnet'in kılıçlarından korktukları için kendi habis akidelerini ihtiva eden sözleri Ebû Hanîfe'ye nisbet etmiş ve onun arkasına gizlenmişlerdir...."
Bu ifadeler açıkça göstermektedir ki, Ümmet-i Muhammed'in imamları, gerek müte-şabihat alanına giren hususlarda olsun, gerekse diğer itikadî konularda olsun, tümüyle aynı çizgidedirler.

Kaynak:Beyan Dergisi


Konular