Zehirli | Konular | Kitaplar

ibn-i Teymiyye

İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyim'in Cehennemin ebediliği meselesindeki görüşünün tesbiti

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi merhumun, Cehennem azabının kâfir ve müşrikler için ebedi değil geçici olduğunu savunan Kazan'lı Musa Carullah Bigiyef'e[1] reddiyesinden[2] sonra bu batıl davanın Kur'an ile temellendirilmesinin mümkün olmadığı, en küçük bir şüpheye mahal bırakmayacak tarzda tescillenmişti.[3]

Ancak mezkûr reddiye, bütün ihtişam ve nefasetine rağmen, Cehennem azabının kâfir ve müşrikler için ebedi olmadığını savunanların ileri sürdüğü merviyyat üzerinde –son derece isabetli tesbitler sunmakla birlikte– alabildiğine kısa durduğu için, meselenin bu yönü bakımından takviyeye muhtaçtır. Hemen aşağıda değinileceği üzere konunun bu yönünü de Muhammed b. İsmail es-San'ânî, Ref'u'l-Estâr isimli eseriyle büyük ölçüde ikmal etmiştir..

Bu yazının amacı ise, İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'ın, kâfir ve müşrikler için Cehennem azabının ebedi olmadığı görüşünü benimseyip benimsemediği tartışmasını bir sonuca bağlamaktır.[4]

BAZI ŞAHISLAR

Soru: "Mevdudi, Seyyid Kutub, C. Efgani, M. Abduh, Hamidullah, Yusuf Kardavi, M. Ebu Zehra'nın Ehl-i Sünnet dışı olduğu şayi olmuştur, bunların kitaplarından istifade edilemez mi? İbn-i Teymiyye, tilmizi İbn-i Kayyım el Cevzi ve İbn-i Rüşd için de hakeza..."

Cevap: Adı zikredilen şahısların hepsini aynı kategoride değerlendirmek doğru değildir. Her birinin kendine mahsus görüşleri ve tavırları vardır. (Bu genellemeden İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'ı hariç tutmak gerekir. Zira el-Kevserî merhumun tabiriyle "İbn Teymiyye'nin ayağını kaldırdığı yere İbnu'l-Kayyım basmıştır." Yani İbnu'l-Kayyım, üstadının izinden ayrılmamıştır.)

Soruda zikredilen sırayla bu isimler üzerinde kısaca durmadan önce genel bir tesbit yapalım: Bir kimsenin Ehl-i Sünnet olup olmadığı, özellikle onun itikadî görüşlerine bakılarak bilinir. İtikadî sahada Ehl-i Sünnet çizgiyi benimsemiş olan bir kimse, Fıkhî/amelî sahada dört mezhep dışında kalan bir mezhebi iltizam etmiş olabilir; ya da müstakil mezhep sahibi olduğunu ileri sürebilir. Onun bu iddiasını tartışmak ayrı bir konudur; itikadî tercihi ile bu nokta birbirine karıştırılmamalıdır.

İbni Teymiyye Hakkında Günümüz Kaynaklarından İktibaslar

Molla Sadreddin Yüksel diyor ki:

Türkiye'de bilhassa İstanbul'da kupkuru, tam manasıyla cahil yeni bir gurup türemiştir. Bu gurup kendine selefi ismini vererek, Allahü tealaya -haşa- cisim ve mekan isnad edecek kadar ileriye giden İbni Teymiyye ve haleflerini örnek aldığını iftiharla söylemektedir. Mezhepleri ve müctehidleri reddediyorlar. (Makaleler, Madve Yayınları: 11, Ekim 1985; s.7)

Ubeydullah Küçük diyor ki:

Şeytani ihtilaf yangınını İslam dünyasında ilk çıkartan hain, yahudi dönmesi İbn Sebe'dir. Farmason ve anarşist Afgani, onun çömezi mason Abduh, onun tilmizi İngiliz maşası Reşid Rıza ve günümüzdeki takipçileri de yakıcı ve yıkıcı ihtilaflar çıkartmışlardır. Haşa, "Allah semadadır" diyen İbn Teymiyye, Müslümanları müşrik ilan eden M. bin Abdülvehhab da bu uğursuz kafiledendir. Her müslüman rahmani çeşitlilik ile şeytani ihtilaflar arasındaki farkı bilmelidir....İbni Teymiyye birçok noktalarda aşırı gitmiş, "gulüvv"a sapmış, İslam'ı daraltmış, tecsim (antropomorfizm) girdabına batmış, ezici çoğunluk tarafından reddedilmiş, şaibeli bir kimsedir, kılavuz olamaz. (Bedir Yayınevi'nin Kitabül-Kebair kitabına yapılan 8. Ek, s.287-288)

Mustafa islamoğlunun üç muhammed kitabına eleştiri


Bugünden başlayarak birkaç yazı halinde Mustafa İslamoğlu'nun, "anlama problemi" üzerine kurguladığı Üç Muhammed adlı çalışmasını konu edineceğim. Hemen belirteyim ki, okuyacaklarınız "book review" tarzı yazılar olmayacak. Zira mezkûr kitabın kurgusuyla, iddiasıyla ve ortaya koyduğu argümanlarla ilgilenecek o tarz bir yazı, takdir edersiniz ki bu köşenin sınırlarını hayli zorlayacaktır. Bu itibarla burada yapmayı tercih edeceğim şey, "anlama problemi"nin altını çizen İslamoğlu'nun bu kitabında göze çarpan "anlama problemleri" ile sınırlı bir "hatırlatma" olacak.

Anlaşıldığına göre İslamoğlu, kapağında sekizinci kere basıldığı ifade edilen bu kitabı yazdıktan sonra bir daha gözden geçirme ihtiyacı hissetmemiş. Değineceğim "anlama problemleri" konusunda iki şey söylenebilir: 1) İslamoğlu bu kitabı "alelacele" kaleme almıştır; bu sebeple bahse konu problemleri fark edememiştir. 2) İslamoğlu, bu kitapta söylediği her sözden, arkasında sonuna kadar duracak denli emindir. Bu şıklardan hangisinin doğru olduğunu zaman gösterecek.

İbn-i Teymiyye'nin İlim Adamı Kimliğinin Güvenirliği

Alim, alamet ve alem kelimeleri ile aynı kökten türemiştir. Alamet insanlara çöllerde yönlerini gösteren işaret, iki araziyi birbirinden ayıran gösterge; alem ise dağ ve bayrak gibi anlamlara gelir.[1] Alim, alamet/gösterge gibi insanlara yönlerini gösterir, helal ve haram sisteminin sınırlarını çizer, bayrak gibi de durulması gereken yeri işaret eder. Dağ anlamına gelen alem kelimesi teşbih yoluyla alimler için de kullanılır. Nasıl alem/dağ yeryüzünün hareket ve temayülüne engel oluyorsa ümmetin arasında ki alimler de onların sapma ve inatlarına mani olurlar.[2]

İnsanların hedeflerine ulaşabilmeleri için alemlerin ne anlam ifade ettiklerini bilmeleri gerekir. Aksi bir durum yönlerini kaybetmelerine, yakınlaştıklarını zannettikleri anda uzaklaşmalarına yol açabilir. Onlara rehberlik eden alimlerin bilinirlikleri de en az alemler kadar önemlidir. Zira Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem) kötü niyetli alimlerin insanları saptıracaklarını ifade etmektedir. Bu yüzden usul-ü fetva kitaplarında bir alimin fetvası ile amel etmenin şartları sayılırken kimlik bilgilerinin bilinmesi de zikredilmektedir. Nitekim adı meşhur olmasına rağmen biyografisi meçhul kalan ?Molla Miskin?in fetvalarıyla amel edilmemiştir.

İBN-İ TEYMİYYE VE CEHENNEMİN EBEDİLİĞİ MESELESİ



Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi merhumun, Cehennem azabının kâfir ve müşrikler için ebedi değil geçici olduğunu savunan Kazan´lı Musa Carullah Bigiyef´e[1] reddiyesinden[2] sonra bu batıl davanın Kur´an ile temellendirilmesinin mümkün olmadığı, en küçük bir şüpheye mahal bırakmayacak tarzda tescillenmişti.[3]

Ancak mezkûr reddiye, bütün ihtişam ve nefasetine rağmen, Cehennem azabının kâfir ve müşrikler için ebedi olmadığını savunanların ileri sürdüğü merviyyat üzerinde ?son derece isabetli tesbitler sunmakla birlikte? alabildiğine kısa durduğu için, meselenin bu yönü bakımından takviyeye muhtaçtır. Hemen aşağıda değinileceği üzere konunun bu yönünü de Muhammed b. İsmail es-San´ânî, Ref´u´l-Estâr isimli eseriyle büyük ölçüde ikmal etmiştir..

Bu yazının amacı ise, İbn Teymiyye ve İbnu´l-Kayyım´ın, kâfir ve müşrikler için Cehennem azabının ebedi olmadığı görüşünü benimseyip benimsemediği tartışmasını bir sonuca bağlamaktır.[4]

İbn Teymiyye ve İbnu´l-Kayyım´ın konuyla ilgili görüşü

"İbnu´l-Vezîr" diye bilinen, el-Avâsım sahibi Muhammed b. İbrahim el-Yemânî[5], Sübülü´s-Selâm sahibi Muhammed b. İsmail es-San´ânî[6] ve Zâhid el-Kevserî, kâfir ve müşrikler için Cehennem hayatının sonsuz olmadığı görüşünü İbn Teymiyye ve İbnu´l-Kayyım´a nisbet etmiştir.[7]

KASÎDE-İ NÛNİYYE, ES-SEYFÜ’S-SAKÎL VE TEKMİLE’Sİ IŞIĞINDA İBN TEYMİYYE



Bu makalede inşâellah, İmâm Takıyyüddîn es-Sübkî’nin, İbn-Kayyim el-Cevziyye’nin yazdığı Kasîde-i Nûniyye’ye reddiye/cevâb olarak kaleme aldığı es-Seyfü’s-Sakîl isimli eserini tanımaya çalışacağız. Yazımız bir mukaddime, beş fasıl ve bir hâtime/netîce çerçevesinde olacaktır.

Mukaddime, İbn-i Teymiyye’yi tanıtma sadedinde ve neden İbn-i Kayyim ve Nûniyye’sini ele aldığımız ile alakalı olacaktır. Birinci fasıl, İbn-i Teymiyye, ikinci fasıl, İbn-i Kayyim ve Nûniyye’si, üçüncü fasıl, İmam Sübki ve es-ٍٍٍِSeyfü’s-Sakîl’i, dördüncü fasıl, İmam Kevserî ve es-Seyfu’s-Sakîl’e yazdığı Tekmile, beşinci fasıl, Kasîde-i Nûniyye, Es-Seyfü’s- Sakîl ve es-Seyfu’s-Sakîl Tekmile’sindeki bahislerden bir takımı, hâtime de ise, İslâmî meselelerdeki tefrit ve gevşeklik ile, insafı yok eden ifrat arasındaki i’tidâl ve istikâmetin ancak, îman gayreti, din asabiyyeti, üstün himmet, akıl, idrak, firâset, muhakkıklık, ve mudekkıklik ile kazanılacağı, hakkındadır.

Asıl maksadımız, kitabın son derece mühim ve hassas olan bahislerinden bir kısmını sergilemek olduğundan, ilk dört fasılda çok kısa atıflarda bulunmakla yetineceğiz.

YANLIŞ DÜŞÜNENLERE CEVAPLAR

İbni Teymiyeci diyor ki: İbni Kayyım en-Nuniyye şiirinde Allah Arş’a oturdu diye açıklıyor.

CEVAP
İbni Kayyım, İbni Teymiye’nin talebesidir. Onun açıklaması ölçü olamaz. Çünkü hocasının mücessimeden olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri bildiriyor. Dört mezhep imamı ne demiş? İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani ne demiş? Bunlar önemli. Hepsi de Allah mekandan münezzeh diyor. Bunu önceki maddede açıklamıştık.

İbni Teymiyeci diyor ki: “Ehl-i sünnet vel cemaate göre yüce Allah’ın kendi zatı hakkında haber verdiği şekilde Arş’ı, üzerinde yüce zatının bildiği bir keyfiyet ile yarattıklarından ayrı olmak üzere istiva etmiştir. Nitekim imam Malik ve başkaları da, istiva haktır, ancak keyfiyeti meçhuldür (nasıllığı bilinemez.) Ehl-i sünnet vel cemaat, Onun Arş’ın üzerinde oluşu herhangi bir mahlukun, bir başka mahlukun üzerinde oluşu gibidir, demiyor. Burada ve Allah’ın diğer sıfatlarında da uydukları kaide şudur: Onun benzeri hiçbir şey yoktur ve o her şeyi işitendir, görendir. (Şura 11)”

CEVAP
Şu açıklaması bile, kendisini tezada düşürüyor. Madem, Allahü teâlâ insanlara hiç benzemiyor, Onun benzeri yoktur. O halde nasıl, Allah Arş’ta oturuyor denebilir? İstiva, insanların oturması gibi nasıl kabul edilebilir? Kendisi de itiraf ediyor ki, Ehl-i sünnet âlimleri, (İstiva haktır, keyfiyeti meçhuldür, yani nasıl olduğu bilinmez) dedi.

İBN TEYMİYYE'NİN İTİKADİ GÖRÜŞLERİ

İslam düşünce tarihinde leh ve aleyhinde en fazla konuşulan isimlerin başında Takiyyuddin İbn Teymiyye (v. 728/1328) gelmektedir. 661/1263 yılında Harran’da doğan İbn Teymiyye, Hanbeli mezhebinin güçlü alimlerini içerisinde barındıran bir aileye mensuptur. Dedesi Mecdüddin İbn Teymiyye pek çok alanda eser veren bir alimdir. Babası Abdulhalim’de, Harran yöresinde etkin olan bir Hanbeli fakihidir.

Moğolların Bağdat’ı işgal etmeleri ve Bağdat merkezli saldırılarını Harran’a kadar genişletmeleri üzerine İbn Teymiyye ailesi 667/1269 yılında Dımaşk’a göç eder. Babası başta olmak üzere bir çok hocadan ders okuyan İbn Teymiyye, 683’te Sükkeriyye Darulhadisine hoca olarak atanır. Bir yıl sonra da Emeviyye Camii’nde tefsir dersleri vermeye başlar.

Kısa zamanda şöhreti Dımaşk başta olmak üzere mücavir şehirlere de yayılan İbn Teymiyye VIII/XIV. yüzyılın başlarından itibaren kendisini ilmi ve fikri tartışmaların içerisinde bulur. Ehl-i Sünnet’in itikadi mezheplerine özellikle de Eş’ariliğe sert tenkitler yöneltir. Sıfatlar ve müteşabihat meselesinde selef-i salihinin usulünü benimsediğini iddia ederek ayet ve hadisleri zahiri anlamlarında anlar. Verdiği fetvalarla da bir çok konuda mezhepler arası icmaya muhalefet eder.

Mevcut İslami disiplinlerin hemen tamamına itirazları olan İbn Teymiyye en sert eleştirilerini tasavvufa yöneltir. İbn Arabi’yi ve onun görüşlerini benimseyen mutasavvıfları açıkça tekfir eder.

Şevkânî Kimdir?

Önce özet bilgi mahıyetinde bir iktibas yapalım:

Kâdî Muhammed bin Alî Şevkânî, 1173 [m. 1759] de San’a şehrinin Şevkân kasabasında tevellüd, 1250 [m. 1834] de San’ada vefât etdi. San’ada kâdî idi. Babasından ve başkalarından (Ezhâr-ül-fıdda) ve (Bahr-ül-zehhâr) şî’î kitâblarının şerhlerini senelerce okuyarak, şî’î mezhebinde yetişdirildiği, (Feth-ul-kadîr) tefsîri Mısrda basılırken eklenen önsözde yazılıdır. Şî’îlerin Zeydî fırkasından olduğu Kuveyt müftîsi Muhammed bin Ahmed Halefin (Cevâb-üs-sâil) kitâbının 69. cu sahîfesinde yazılıdır. Zeydî mezhebinde olduğunu saklar, hanefî görünürdü. Şî’îler böyledir. Gitdikleri şehrlerdeki mezhebden olduklarını söylerler. Kendi mezheblerini saklarlar. Şevkânî de hanefî olduğunu söyler, fekat zeydî mezhebine göre fetvâ verirdi. Böylece şî’î mezhebini yaymağa çalışırdı. Bu yola (Takıyye) yapmak denir. Çok sayıda, istifâdeli kitâbları vardır. Ehl-i sünnete uymıyan yazıları zararlıdır. 1976 senesinde Pâkistânda Siyalküt şehrinde urdu dilinde basılmış olan (Vehhâbî mezhebinin iç yüzü) kitâbında, İbni Teymiyyenin ve Şevkânînin doğru yoldan ayrıldıkları, vesîkalarla isbât edilmekdedir.Hindistânın büyük âlimlerinden Abdülhay Lüknevînin, Şevkânî için (Şevkânînin kötü hâllerini ve bozuk kitâblarını öğrenmek istiyen, benim (Ferhat-ül-müderrisîn bi-zikril-müellefât-i vel-müellifîn) kitâbımı okusun! Burada İbni Teymiyyenin (Minhâc-üssünne) kitâbını anlatırken, Şevkânînin de İbni Teymiyye gibi olduğunu, onun gibi ilmi çok ve aklı az olduğunu ve ondan da aşağı olduğunu uzun bildirdim) dediğini yazmakdadır.

İBNİ TEYMİYYE'DEN VEHHABİLERİ REZİL EDEN NAKİLLER

İbrahim ibni Abdurrahman ibni Abdülkaarî’in beyanına göre İbni Ömer’in, elini Resulullah’ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minberinde oturduğu yere koyup, sonra yüzüne sürdüğü görülmüştür. İbni Kuseyd ve Utbî’den rivayet edildiğine göre, Mescid-i Nebevî tenhalaştığında Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ashabı, minberin kabr-i şerif tarafındaki Rummane'ye (Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sağ eliyle tuttuğu nara benzeyen topuza) sağ elleriyle dokunup teberrükte bulunurlar, sonra kıbleye yönelip bu vesile ile Allahü Tealâ'ya yalvarırlardı. (Kazî lyaz, Eş Şifâ bi ta'rîf-i Hukûki'-l Mustafa, 2/86; İbni Sa'd, Tabakât, 1/254)

Bu gibi teberrüklere şirk diye karşı çıkan Vehhabî fırkasının en büyük dayanağı olan İbni Teymiyye bile bir çok sapıklıklarına rağmen, bu hususta doğru bir nakil yaparak,

"İmam-ı Ahmed ibni Hanbel’in, Resulullah’ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minberine el sürmeye ruhsat verdiğini, İbni Ömer, Said ibni Müseyyeb ve Yahya ibni Said (Radıyallahü Anhum) gibi Medine-i Münevvere'nin en büyük fakîhlerinin bunu yaptıklarını" zikretmiştir. (İbni Teymiyye, İktizâu's-Sirati'l--Müstakim, s.367)

ALİMLERİN İBNİ TEYMİYYE HAKKINDAKİ SÖZLERİ

Hindistan'ın büyük alimlerinden allâme Muhammed Abdurrahman Silhetî, 1882 senesinde basılan kitabında şöyle diyor:

İbni Teymiyye, Vehhabîlerin büyüğü ve öncüsüdür. O şeyh-ül-islam değil, bid'at ve âsâm, yani sapıklık ve günahlar şeyhidir, önderidir. Vehhabîlerin bozuk itikadlarından ilk konuşan odur. Ve aslında, bu bozuk, sapık fırkayı ortaya çıkaran odur. Zamanından Sultan ikinci Mahmud Han zamanına kadar, zikri ve akideleri gizli kaldı. Sultan ikinci Mahmud Han zamanında, Yemen tarafından [Necd'den] Muhammed bin Abdülvehhab isminde biri zuhur etti. İbni Teymiyye'nin ölümü ile yok olan, üzeri örtülen ve İslam memleketlerinde eli kolu bağlı olan bozuk itikadları körükleyip ortaya çıkardı. Yeni bir din yolu tuttu. Ehl-i sünnet vel-Cema'at mezhebine uymayan bir bid'at kampı teşkil etti. (Seyf'ül Ebrar, s.26)

Hindistanlı Ehl-i sünnet alimlerinden Mevlana Muhammed Fadlurresul 1849 senesinde telif ettiği eserinde şöyle diyor:

Biliniz ki bu İbni Teymiyye bed mezheb [yolu kötü], nefsine mağlup, Ehl-i sünnetten hariç bir kimsedir. Allahü teala için cihet [yön] söylenir dedi. İmam-ı Sübkî ona reddiye yazdı. Tabakat-ı Sübkî'de bunlar anlatılmaktadır. Sonradan çıkan bu fırkanın [Vehhabilerin] onunla çok uygunlukları ve ilgileri vardır. (Tashih'ül Mesail, s.44)

NECİP FAZIL'IN İBNİ TEYMİYYE DEĞERLENDİRMESİ

İBN-İ TEYMİYYE

Şimdi bütün bu yolu kaybedişlerin, çamura saplanışların, her şeyi beş hasseden ibaret kuru akıl çerçevesine döküşlerin; ona da nasıl inandıkları ayrı bir mesele teşkil etmek üzere "Nas-Kur'ân hükmü" dışında hiç bir şey kabul etmeyişlerin ve Kur'ân'ı kuru akla göründüğü gibi ele alışların baş temsilcisi İbn-i Teymiyye'ye sıra geliyor.

Sekizinci Hicrî Asrın bu kuru kafası, kendisinden birkaç asır ilerideki Vehhabîliğe, ondan 1 asır sonra da Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemaleddin'e (Cemaleddin-i Efganî) uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâmı yıkılmak üzüre bir bina farzedip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki (reform)culara doğrudan doğruya veya dolayısiyle dayanak olmuştur.

Bir âlim, evet... Fakat... Kuru, hedefini şaşkın, sır âleminin vecde düşürücü müşahedesini kaybetmiş ve derinliğine hikmet ufuklarını karanlığa boğmuş bir ilim, hiçbir şey bilmemekten daha kötüdür. îbn-i Teymiyye bu ikinci sınıfın baş örneğidir; ve mesleği, kısaca, şeriati dış çehresiyle ele almak, onu uzunluğuna ve genişliğine ele alırken derinliğinden mahrum ederek hacimden uzaklaştırmak ve satıh haline getirmek ve bu yolda İslama bir nevi maddecilik ve kuru akılcılık getirmeye kalkışmış olmaktır. Yâni İbn-i Teymiyye, şeriati doğrulayıcı akla, onun gördüğünden-ötesini kabul etmemekle, farkında olmaksızın bir nevi selâhiyet ve hâkimiyet tanımış oluyor ki, akla böyle bir selâhiyet ve hakimiyet tanımak, hem aklı, hem imanı anlamamak ve dalâletin en dipsizine düşmek oluyor.

İBNİ TEYMİYYE KİMDİR?

İsmi, Ahmed b. Abdü’l-Halîm İbn-i Abdillâh b. Ebi’l Kâsım ibn-i Hadır en-Nemîrî el-Harrânî ed-Dimeşkî el-Hanbelî, Takiyyüddîn ibnü Teymiyye’dir. Harrân’da[3] doğdu (661 H.) Babası onu Dimeşk’e götürdü. Orada yerleşti ve meşhur oldu. Verdiği bir fetvadan dolayı Mısır’a çağrıldı. Oraya gitti… Orada bir müddet hapse atıldı. Sonra, İskenderiyye’ye nakledildi. Sonra, serbest bırakıldı ve 712’de Dimeşk’e gitti. 720 tarihinde orada tutuklandı. 728 senesinde, Dimeşk kalesinde tutuklu iken öldü.

İbn-i Teymiyye, Felsefe ve Mantık ilimlerinde araştırması çok olan birisiydi. Lisânı fasîh idi. Yirmi yaşına varmadan ders okuttu ve fetva verdi. Eserleri çoktur.

Hâsılı O, yedinci asır Hanbelî fıkıh ve hadîs âlimlerinden, şâz görüşleri bol olan birisidir. Şâzlarının bol oluşunun da, değişik sebebleri vardır. Bunlar, akîde, fıkıh ve üslûb olmak üzere üç tanedir.

Mîzâc ve ahlâkı çerçevesinde doğan ve gelişen üslûbuyla, olması îcâb eden veya olabilecekten daha fazla bir cesâret, hiç olmaması lâzım gelen tepeden bakma, boyundan büyük olan nice büyüklere karşı, akıl almaz bir saldırganlık, acelecilik, muğalata ve benzeri sebeblerden doğan bıktırıcı tekrarlar, çekilmez tenâkuzlar sergilemiştir.

İBNİ TEYMİYYE NASIL SAVUNULUYOR?

İLMİ ESERLERDE TAHRİFAT

Geçmiş ulemâmız, ilmi bir "emanet" bilerek kendilerine ulaşan müktesebâtı, virgülüne bile dokunmadan kendilerinden sonraki nesillere aktarmışlardır. Doğrularıyla bu birikim bize kadar bu hassasiyet sayesinde "olduğu gibi" ulaşmıştır.

Ed-Dârekutnî, "es-Sünen"inde (I, 26) Vekî b. el-Cerrâh'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "İlim ehli, (ihtilâflı konuların delilleri konusunda) lehlerinde olanı da, aleyhlerinde olanı da yazar; heva ehli ise sadece lehlerinde olanı kaydeder."

İşin içine heva ve taassup girdiğinde, "emanet" duygusu, yerini tahrife bırakmakta ve günahkâr eller, ilmî miras üzerinde dilediğince oynamaktadır.

Sözgelimi en-Nevevî'nin "el-Ezkâr" isimli meşhur eserinin Riyad baskısında, müellif en-Nevevî'nin, Hz. Peygamber (s.a.v)'in kabr-i şerifini ziyaret konusunu ele aldığı bölüm, başlığı da dahil olmak üzere bir kısım ifadelerin değiştirilmesi ve bazı yerlerin de kitaptan tamamen çıkarılması şeklinde tahrif edilmiştir.