Zehirli | Konular | Kitaplar

ehli sünnet vel cemaat

Fetva kültürü

Bu köşede zaman zaman "fetva" meselesi üzerinde duruyoruz. Fetvanın ne olduğu, fetva sormanın ve vermenin mahiyeti, önemi, hassasiyeti... gibi hususlar fetva kültürünün kaybolmaya yüz tuttuğu günümüzde daha bir önemle kavranmak durumunda. Yaptığı işin fetva sormak ve fetva vermek olduğunu bilerek ya da bilmeyerek fetva soranların da verenlerin de sayısının hayli arttığı bir vakıa.

En temel ve teknik meselelerde bile hayli "rahat" cümleler kuran insanların sayısındaki artış -genellikle takdim edildiği gibi- sadece "okuyan, düşün, araştıran" insanların sayısındaki artışı mı gösteriyor, yoksa dindarlığımızdaki bir "gevşeme"nin, hatta "çözülme"nin işareti olarak mı algılanmalı?

EHL-İ SÜNNET İTİKADI

İkinci binin Alimi, Ahmed Faruki Serhand-i Hazreti İmam-ı Rabbani Müceddid el-Fisani (kuddise sırrahu); "-Nice namaz kılanlar ve oruç tutanlar vardır ki, cennete giremeyeceklerdir. Bunlar Ehl-i Sünnet ve Cemaat'den(Fırkayı Naciye)den ayrılanlardır!" buyurarak bu konun ehemmiyetini dile getirmiştir.

Yine İmam-ı Rabbani (kuddise sırrahu) bir sohbetinde, "-Ehl-i Sünnet ve Cemaat'den ayrılan bir adam ile oturmaktansa kobra yılanı ile cebelleşmek dah hayırlıdır. Çünkü Sünnet-i Seniyye'ye muhalif adam seni her defasıda zehirler ama yılan bir kere zehirler" buyurarak Ehl-i Sünnet ve Cemaat İtikadı'nın ne denli mühim bir mesele olduğunu beyan etmiştir.

ARAŞTIRMACI YAZAR EBUBEKİR SİFİL İLE


-Hocam, umumi mânâda Ehl-i Sünnet’i nasıl tanımlayabiliriz? Veya Ehl-i Sünnet kimdir?

Ebûbekir Sifil: Bismillâhirrahmânirrahîm. Ehl-i Sünnet’i teşhis etmenin birkaç yolu var. Bunlardan birincisi geçmişte Ehl-i Bid’at fırkalarla münakaşa edilmiş meselelere bakmak. Gerek usûl-i dinde gerek usûl-i fıkıhta Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Bid’at fırkaları arasında yaklaşım farklılıkları var. Bu kaynak anlayışından, epistemolojiden neş'et eden bir şey. Buna bakarak bir istikamet tayini yapabiliriz. Kim Ehl-i Sünnet’tir, kim Ehl-i Bid’at’tır, bunu tayin edebiliriz. İkincisi bugün tartışılan meselelere Ehl-i Sünnet’in ilkeleri çerçevesinde bakarak kim Ehl-i Sünnet’in yanındadır, kim karşısındadır, bunu tesbit edebiliriz.

İmam el-Eş’arî Makâlâtu’l-İslâmiyyîn’de “Ehlü’s-Sünne ve’l-Eser” dediği bir kesimden, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in hadis ağırlıklı kolundan bahsediyor, onların görüşlerini, mümeyyiz vasıflarını zikrediyor. Bunlar arasında o dönemde mevcut Ehl-i Bid’at fırkalarla Ehl-i Sünnet’i birbirinden ayıran temel hususlar var. Nedir onlar? Sahabeye saygı. Haber-i vâhid’in delil olarak alınması, mütevâtir rivayetleri geçtik haber-i vâhid’in delil olarak alınması, meşhûr ve mütevâtir hadislerle sabit olmuş amelî ve itikâdî hükümler, Sahabe'ye hürmet, havz-ı Kevser, şefaat, kabir azabı, sırat, mîzân ve buna benzer hususlarda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat diğer fırkalardan ayrı duruyor.

Tasavvuf İslamı Fıkh İslamı

İslâm'ın, insanların telakki tarzlarına bağlı olarak farklı şekillerde tezahür ettiğini ve bu farklı görünümlerin hepsinin de İslâm'dan onay aldığını söyleyebilmek için islamî disiplinlerden referans aramak, ya bilgisizlikten ya da kötü niyetten kaynaklanan bir tarz-ı harekettir!

Her ne kadar tarihsel ve aktüel vakıalara bakarak bu tarz-ı harekete dayanak arama ameliyesini meşru gösterme eğilimleri var ise de, bizzat İslâm'ın sabitelerinin buna ne kadar müsamaha ettiğini irdelemekle bu meselenin can alıcı noktası gündeme getirilmiş olacaktır.

Her şeyden önce şunu belirtelim ki, İslâm'ın Tasavvuf penceresinden farklı, Fıkıh penceresinden farklı göründüğü tezinin makbul addedilebilmesinin önündeki en büyük engel, bizzat bu ekollerin tarihe mal olmuş simalarının ve önde gelen temsilcilerinin duruşlarıdır.

O büyük şahsiyetlerin hepsi, Kur'an ve Sünnet'in emirleri/yasakları hayata geçirilmeden Mü'min olunamayacağı noktasının altını çizmekte müttefiktirler.

Her hangi bir Sufî "Tabakât" kitabının taranmasıyla bu söylediğimiz hususun gerçeğe ne ölçüde tekabül ettiği anlaşılabilir.

Burada özellikle Tasavvuf büyüklerinin bu konudaki sözlerinin hatırlanmasında büyük fayda mülahaza ediyoruz.

Ehl-i Sünnet’in “Ortaya Çıkışı” ve karakter özellikleri

“Fırkalar içinde bir fırka”dan mı, yoksa müsemmanın isimden önce var olması durumundan mı bahsetmemiz gerektiği sorusunu cevaplamadan Ehl-i Sünnet üzerine yapılacak tahlil ve değerlendirmeler hep önemli bir eksiklik ile malul bulunacaktır.

Ehl-i Sünnet’in “fırkalar içinde bir fırka” olduğunu söylemek, ancak tarihî durumu önyargılı okumakla mümkündür. Söz gelimi şu doğrultudaki tesbitler böyle bir okumanın ürünüdür: Önce Şia ve Haricîlik tarih sahnesine çıktı; bunları Cebriye, Mu’tezile… izledi. Bunların sebebiyet verdiği kargaşa ortamı içinde toplumun birlik-bütünlüğünü sağlama temel gayesiyle hareket eden bir başka akım daha zuhur etti ki, kendisine Ehl-i Sünnet diyen bu grubun temel karakteri “mevcudu meşrulaştırma” anlayışıydı…

Bu tür bir okuma biçiminin “önyargılı” olarak tavsifi şuraya dayanmaktadır: Eğer bu fırkaların oluşum ve gelişim dönemlerinde Ümmet bu fırkalardan ibaret idiyse –ki Ehl-i Sünnet’in sonradan ortaya çıkmış “tepkisel” bir fırka olduğu tezi bu tesbite dayanmaktadır–, bu fırkalardan hangisinin söylemleri Hz. Peygamber (s.a.v)’in Sahabe’ye aktardığı İslam olarak değerlendirilmelidir? sorusunun ikna edici ve sahici bir cevabı yoktur!

ÇAĞIMIZIN EN ÖNEMLİ ÇİRKİN BİD’ATI

Çirkin bid’at kapsamına giren fiil ve tutumlar içinde en tehlikeli olanı hangisi olabilir? Hiç şüphesiz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ilkelerine aykırı İslâm anlayışıdır.

Hangi görüntü ve iddia ile ortaya çıkmış olursa olsun, tıpkı geçmişte olduğu gibi Ehl-i Sünnet çizgiye, dolayısıyla doğru İslâm anlayışına aykırı olan her türlü akımın, “bid’at mezhep” olarak nitelendirilmesi gerekir.

İslâm tarihinde Sahabe döneminin sonlarına doğru bazı yanlış inanç ve tutumların ortaya çıktığını biliyoruz. Daha ziyade Akaid ve Kelam ilminin sahasına giren bu inanç ve tutumlar, İslâm’a yabancı din, gelenek ve felsefî sistemlerden kaynaklanmıştır.

Bu dönemde İslam coğrafyasının sınırlarının hayli genişlemesi ve farklı kültür ve dinlere mensup kitlelerin İslâm’a girmeye başlamasıyla, ağırlıklı olarak eski Hint, İran ve Yunan’a ait bazı inanç ve anlayışlar bir kısım müslüman topluluklar üzerinde yıkıcı bir etki yapmaya başlamıştır.

BU DEVİRDE TASAVVUF

align=right>Bir şey asırlardır insanlığın gündeminde kalabilmişse, onun insan fıtratı ve toplum hayatıyla ciddi bir irtibatı mevcut demektir. Ortaya çıktığı günden itibaren gönüllerden ve gündemden hiç düşmeyen kavramların birisi de tasavvuf. Onu birileri tenkid ederek, diğerleri de tatbik ederek hep gündemde tuttular.

Tasavvufu dışarıdan tenkid edenler, onu insanın dünya ile ilişkilerini koparan bir miskinlik ve tembellik merkezi olarak görürken, içine girip yaşayarak tadanlar, insanı Kur'an ve Sünnet dairesinde terbiye eden ve ilahî edeple süsleyen bir okul olarak tanıtı-yorlar.

Bu konuda kime kulak verilmelidir. Yolunca gidene ve bilene mi, hiç tatmadığı şeyi inkâr edene mi?

Tasavvufu değerlendirirken yapılan temel yanlışlardan biri, ehil kaynaklara başvurmamak... Oysa, özellikle dini konularda ehil kaynaklara başvurmak şarttır. Ayrıca dini anlamak için başvurulan kişinin ehil olmanın yanında, ârif ve zikir ehli olması da gerekiyor.

Allah Teâlâ, "sabah akşam Rabbinizin rızasını isteyerek ona yalvaran kimselerden ayrılma ve onlardan gözünü ayırma. Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız kimseye de tabi olma" (Kehf/28) buyuruyor. Ayrıca "bilmiyorsanız zikir ehline sorun" (Nahl/43) ayeti diğer ilahî emirler gibi tasavvufu öğrenme konusunda da izlenecek yolu belirlemiş oluyor.

EHL-İ SÜNNET ÜZERİNE

Soru: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır…" hadisindeki ‘ümmet’ten kastedilen nedir?

Cevap: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri hariç hepsi ateştedir. O kurtulanlar kimlerdir ey Allah’ın Resûlü ? diye sordular. Peygamberimiz de (s.a.v.): ‘Onlar benim ve ashabımın bulunduğu çizgi üzere olanlardır’ buyurdu" hadisindeki ‘ümmet’ten maksat, icâbet ümmetidir. Sözü edilen fırkalar ise İslam fırkalarıdır. ‘Ateştedir’ ifadesinin anlamı da ‘inançlarından ötürü ateşe girmeyi hak ederler’ demektir. Yoksa ‘fiilen girmişlerdir’ anlamında değil.. Çünkü –inançlarının insanı küfre sokan nitelikte olmaması kaydıyla- Allah Teala’nın affına mazhar olmaları veya şefaatçilerin şefaati sebebiyle cehenneme girmemeleri de mümkündür. Ne var ki insanı küfre düşüren bir inanca sahip olanlar, İslam fırkalarının dışına çıkmış ve ateşte ebedi olarak kalmayı hak etmiş kimselerdir.

ALLAH CELLE CELÂLÜHÜ MAHLÛKATINA BENZER Mİ? - IV-


Değerli Okuyucularımız!

Allah Teala Celle Celalühu mahlûkatına benzer mi? konu başlığıyla sizlere sunduğumuz, yazı dizimizin dördüncü serisinde, böyle bir benzetmenin kesinlikle mümkün olmadığını, ilmi açıklamalarla ispat ederek, tekrar sizlerin bilgisine takdim ediyoruz. Mukadder bir haldir ki, bu tip açıklamalar yazarımızın da açık bir şekilde ifade ettiği gibi, ilk olmamakla birlikte son da değildir. Cevap verebilecek insanlar var oldukça, böyle yanlış bilgilendirmeler ve sorular da var olmaya devam edecektir...

İslam tarihinde, çalışmalarıyla bilinen simaların bu yanılgılarının, günümüze kadar büyüyerek geldiğini, Allah Teala’ya bazı sıfatlar yükleyip, mekânlar biçmeye kadar uzanan bir yanlış inanç sisteminin hâlâ bizleri de meşgul ettiğini, hatta bazı kimseleri bu fikrin girdabına çektiğini esefle seyretmekteyiz. Evvelki yazılarımızın devamı olarak, bu sayımızda da böyle yanlışa düşen ilim adamlarının görüşleri ve onlara verilen cevapları sizlere aktarıyoruz

ALLAH TEÂLA (Celle Celaluhu) MAHLÛKATINA BENZER Mİ? -II-


Sevgili Okuyucular

Bir önceki sayıda “Allah Tealâ Celle Celâlûhu mahlûkatına benzer mi” sorusuna cevap arayan “ya da cevap veren” yazı dizimizin ilk bölümünde İslâm inancının böyle bir soru karşısında yanılgılar ve kargaşalar içinde kaldığından bahsetmiştik.
Yine aynı paragraflar içinde; bu sıkıntıların başka dini inanç sistemlerinden bizlere geçtiğini, özellikle Tabiun döneminde İslâm coğrafyasının bir hayli genişlemesi ve bu genişleme neticesinde yabancı kültürlerle temas sürecinin başlamasıyla arıduru İslâm inancının birtakım yabancı unsurları da bünyesinde yer etme eğiliminin arttığından söz etmiştik.

Bununla beraber uzmanlık alanı olmadığı hâlde bazı haber ve hadis nakilcilerinin Kur’an ve sahih hadislerin ince manâlarını kavrayamadıkları, zayıf ve güvenilmez ravilerin naklettiği bazı rivayetlere de aldandıkları için Tevhid inancına aykırılıklar teşkil eden tutumlar sergileyip inanılması caiz olmayan bir kısım hususlara inanç umdesi gibi sarıldıklarından bahsetmiştik.

Bu yanılgıların günümüze kadar büyüyerek geldiğini Allah Tealâ’ya bazı sıfatlar yükleyip mekânlar biçmeye kadar uzanan bir yanlış inanç sisteminin halâ bizleri de meşgûl ettiğini, hattâ bazı kesimlerin işi körüklediklerini görmekteyiz.

AYRILIK DEĞİL RAHMET KAPIMIZ: MEZHEBLER


Allah nazarında tek din İslâm’dır. Ona inananlar da tek bir ümmet... Bu ümmet arasında Kuran ve Sünnet’le çelişmeyen fikir ve görüş ayrılıkları, bu ümmetin bölük-pörçük bir topluluk olduğunu değil; aksine, düşünen, sıhhatli fikirler üreten, en doğruyu, en güzeli bulma yolunda gayretler sarfeden dinamik zekâya sahip bir topluluk olduğunu gösterir.

İslâm, göklerle kucaklaşan görkemli bir çınar. Kur’an ve Sünnet kökü üzerine yükselmiş, gövdesi Ehl-i Sünnet anlayışı, dalları ise bu anlayıştan doğmuş içtihatlar. Gölgesi, hayatın bütün alanlarını kucaklamakta, huzur ve sükûna kavuşturmakta.

Biz müminlerin Yüce Yaratıcımız’ın hoşnutluğu için yaptığımız hayır ve hasenatlarımız, salih amellerimiz, yüksek ahlâka uygun tavır ve davranışlarımız bu ulvî ağacın meyveleri. Bize ebedî rızık olacak meyveler...

EVLİYANIN YOLU KUR’AN VE SÜNNETTİR

Peygamber Efendimiz (sav) hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: "Benim ashabım, gökteki yıldızlar gibidir. Kim ki onlara iktida ederse (uyarsa), hidayete ermişlerden olur."

Neyin doğru, neyin de yanlış olduğunu bilmek, ayırt etmek için bizden önceki salih kimselerin, Ashab-ı Kiram'ın hal ve hareket tarzını öğrenmemiz lazımdır. Bunları öğrendiğimiz zaman; hem kendi noksanlığımız, hem de diğer mümin kardeşlerimizin eksik ve hataları meydana çıkar. Ve bütün bunları düzeltmek imkanı buluruz.

Allah Resul’ünün Varislerine Uyalım

Peygamber Efendimiz (sav) hadis-i şerifinde bize ne güzel yol göstermiştir…

Ashab-ı Kiram aramızda olmadığına göre; kim onlara mutabaat ediyor, tuttukları yoldan gidiyorsa, onlara uymak lazım. Kim; Allah-u Zülcelal'e ibadet ediyor, zikrini yapıyor ve O'nun yolunda hizmet ediyorsa, ona iktida etmek, onu takip etmek lazım..

Bir mezhep iki imam ehli sünnet ve'l-cemaat...


Muhtelif zamanlarda Ebu Hureyre ve Abdullah bin Yezid'den naklolunan benzer hadisi şeriflerde peygamber efendimiz şöyle buyurdular:
–Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar, Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Ümmetimse yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Sadece biri kurtulacak diğerleri ise cehenneme gidecektir.

Ashab–ı Kiram:
–Ey Allahın resulü o fırka kimdir, diye sorduklarında Resulullah:
–Onlar benim ve ashabımın yolu üzere olanlardır, buyurdu.
Ehli Sünnet uleması yine Enes Radıyallahu Anh'den rivayet olunan "o fırka cemaattir" hadisi şerifi ışığında, ulema o fırkayı "ehlisünnet ve'l–cemaat" olarak ve diğer adıyla kurtuluşa erenler manasında "Fırka'ı–Naciye" olarak isimlendirdi.

İncelendiğinde fırkaların daha da fazlalaştığına şahit olmaktayız, bin yıl önce yaşamış zamanının büyük âlimlerinden ve mezhepler üzerine söz sahibi olan Abdulkahir el–Bağdadi, El–fark beyn'el–Fırak isimli eserinde "bazı ayet ve hadislerde kırk ve yetmiş gibi ifadeler birer tanımlama işareti ve çokluğa kinayedir."

Amelde hak mezhepler ve İmamları...



Ameli mezheplerin itikadi mezheplerden farkı, itikadi mezhepler adından da anlaşıldığı üzere inançlar ile ilgili meseleleri içermesi ve kişinin temiz ve halelsiz bir imana sahip olmasını sağlamışlardır. Ameli mezheplerse ibadet ve toplumsal hareketlerle birlikte hukukta belirleyici unsurdur.

Peygamber Efendimizin irtihali ile birlikte vahiy kesilmiş ve akabinde Kur'an–ı Kerim Hazreti Ebu Bekir'in kısa halifeliği döneminde toparlanarak, düzenleniyor. Hazreti Ömer döneminde ise Mushaf adını alarak kitap halini getiriliyor. Ashab–ı Kiram açıklama gerektiren hususları açıklıyor, insanlara ışık saçmaya devam ettiler.
Bugün mezhepleri inkâr ederek, sünneti reddeden, hadisleri kabul etmeyenlerin amacı ne olabilir? Şunu unutmamak gerekir ki; sünnetin ravileri aynı zamanda da Kur'an'ın da ravileridir. Bu gün sünnet dil uzatan zındıklar yarında dillerini Kur'an'a uzatacaktır. Peygamber efendimizden sonra, peygamber tarafından getirilmiş olan haberler hakkında fikir yürütmeyen ve yorum yapmadan halisane inanan ve peygamber sünneti ile amel eden büyük bir Müslüman topluluk vardı.

İtikadi mezheplerimiz Maturidi ve Eşari

Bu ayki yazımızda mezhebin lüzumu ile birlikte itikat da Ehli–Sünnet ve–l'Cemaat yolunun hak olan iki mezhebi Maturidi ve Eşari mezheplerini inceleyeceğiz.

Öncelikli olarak Mezhep kelimesi lügat da gidilen yol manasına geldiğini ifade edelim.