Zehirli | Konular | Kitaplar

Hayâtın Mertebe Mertebe Yükselişi

Hayat, dönüşü olmayan bir yolculuk, akıp giden bir sudur. Kundakla kefen, beşikle mezar arasına gerilmiş bir yaydır.

Hayâta irâdemiz dışında geliyoruz, yolculuğa mecbûren başlıyoruz. Bize, “hayâta gelmek, hayat sürmek veyâ hayatta sürünmek istiyor musun” diye soran olmadı. Kendimizi beşikler içinde, kundaklara sarılmış bulduk. İşte bu noktadan itibaren mezarlara, sonsuzluklara doğru yolculuğumuz başlamış oldu. Bu yolculuğa hayat diyoruz.

Bu dünyâya kendi irâdemizle gelmiş olsaydık, geliş maksadımızı bir birimize sormamız gerekirdi. Böyle bir durum söz konusu olmadığına göre, bil-mecbûriye, yaratıcı Yüce Kudrete sormak durumundayız: “Bizim bu dünyâya gönderiliş maksadımız nedir?”

Cevap şu: “Li ya’ büdûn - Bana kulluk.”

Elbette bilme, bulma, hayran kalma safhaları da var işin berisinde.

Nereden geliyorum, nereye gidiyorum? Bu âlemde temel vazîfem nedir? Bu misâfirhânede hangi kurallara göre yaşanır? Dünyâ ne, ötesi ne, bunların bir birine nisbeti ne? Allah, insan, kendim ve tabiat karşısında konumum ne?

Bu sualler, hayâtî önem arzeden suallerdir. Bu suâllere doğru cevap bulmadan, bu cevaplara göre yaşama gayretine girmeden mutmain olmamız da, mes’ûd olmamız da mümkün değildir. “Mümkündür” diyenler, yanlış hesâbın fıtrattan döndüğünü göreceklerdir.

Bu temel ve çok ciddî sorular karşısında, vahiyden bağımsız olarak aklın söyleyebileceği tek doğru cevap, “bilmiyorum” olacaktır. Mâlumdur ki, akıl “nasıl”ları açıklar, “niçin”leri açıklayamaz.

Bu böyleyse, hayâtın mânâsını doğru kavrayabilmek için Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyye, yegâne müracaat kaynağımızdır. Akıl ancak vahiy ışığında, mûteber izahlar sunabiliriz. Zira, “akıl göz, vahiy ışıktık.” Güneşsiz göz ne yapsın? Vahye sırt dönen insanın varacağı yer, şaşkınlıktır, bunalımdır, vahşettir. “Mâverâ ile göbek bağını koparmış bir dünyânın insanı ya intihâr eder, ya isyân.” Tesâdüfen başarı, tesâdüfen saâdet olmaz. Bile-isteye, fıtratı izleye izleye, sonsuzluklara kulak kesile kesile “yaşama sevinci”ne ulaşır.

İyi de, fıtrat ne? Kim biliyor insan denilen bu muammâyı? İşin ustaları, “biz insanı açıklayamayız, onu siz Allah’a sorunuz” buyuruyorlar.

İşte bak, büyük bir meseleyle karşı karşıyayız. Ne fıtratı çözebiliyoruz, ne Kur’ân-ı anlayabiliyoruz. Hayâtın sualleri karşısında kulağımız üzerine yatayata, “...li kavmin yetefekkerûn = ...düşünen bir kavim için” için inen Kur’an-ı hatim sürmek için okuya okuya, iki milyarlık bir dünya, el yordamına gidiyoruz. İşimiz iş, gidişimiz gidiş değil.

“Eh, anladığımız kadarı bize yeter”mi diyorsun? Sizden öncekiler de böyle diyordu aziz dostum. Hayâtın suallerine cevâp, problemlerine çözüm bulamıyorsanız, hayat sizi “var” kabûl etmez, ezer geçer.

Bir “akıl toplumu” olan Batı’nın da, hayâtın mânâsı konusunda söyleyecek sözü yoktur. O, mensuplarını “hız ve haz” ninnîleriyle uyutmak, uyutamazsa uyuşturmakla meşgûldür. Yüz bin kişilik beşikler, eğlenceye bu kadar üstünlük boşuna mı? İnsanlık fizigiyle yaşayıp, gönlüyle kabul ediyormuş, ne gam? “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok.” O, insanlığı aptal yerine koyup, önüne oyuncaklar yığmaktadır. Hepsi bu kadar.

* * *

Yaşamak, nefes alıp-vermek değildir. Yaşamak duygu ve düşünce güzelliğidir. Bu güzelliği hayata aktarma gayretidir. Bu gayretten doğan saâdettir.

Evinde sinir gerginliği içersinde, öfleyip-pöfleyip duran veyâ sonu gelmez bezginlikler içinde vakit öldüren kişi sâdece nefes alıp-veriyordur da, oyuncakları arasında kendini unutan çocuk, hayretler içinde kitabına gömülmüş talebe yaşıyordur, vura-tuta çalışan işçi yaşıyordur.

“En kolay iş severek yapılan iştir,” derler. Kadın erkeğin eşi, evin güneşidir” derler. Sevdiği eşi ve işi bulan kişi dünya cennetine girmiştir de, istemeye istemeye çalışan, can çekişiyordur.

Problemsiz bir dünyâ hayâldir. “İnsan ölümlü, gün akşamlı.” Yaşamak için kaygılardan, sorunlardan âzâde bir dünya arıyorsak, kıyâmete kadar aramak zorunda kalacağız demektir.

Yaşamak, kaygılardan kasâvetlerden bir çıkış yolu ararken telaşlanmamak, elimizin ayağımızın birbirine dolaşmaması demektir.

“Deniz dalgasız, insan kaygısız olmaz”mış. Kaygı verici olayları, olumsuzlukları, problemleri çözüp aşmaya çalışırken hırçınlaşmazsak, paniğe kapılmazsak, insanlara darılmazsak, bu büyük bir başarıdır.

Seneler önce, intihar eden bir binbaşının, oğluna şöyle bir not bıraktığını okumuştum:

“Oğlum, ben bu insanlarla kafa barıştırmadım. Sen, durumu idâre etmenin bir yolunu bul.”

Rahmetli yaklaşık olarak söyle söylüyordu.

Bu tavsiyeden anladığım şudur: “Her ne kadar ben bu dünyâ ile barışık yaşamanın bir yolunu bulamadımsa da, sen, olup-bitenler karşısında gerilime girmemenin bir yolunu bul. Mâdem ki bu insanlarla yaşamak durumundasın, gerginleşmenin faydası yok. Bâzan görmemezlikten, bâzan duymamazlıktan gelerek, bâzan da deliliğe vurdurarak rahatlamaya bak.

Kanâatimce, bu tavsiye doğru bir tavsiyedir. Herkesin bizim gibi düşünmesini, bizim gibi olmasını bekleyemeyeceğimize göre, insanları oldukları gibi kâbul etmek bir çıkış yoludur.

Anlatmaya çalıştığım, “gelen ağam, giden paşam” anlayışı değildir. Doğruyu yaşarken de, doğrunun mücâdelesini verirken de “yaşama sevinci”mizi sürdürebilelim demek istiyorum.

Yaşamak, huşû’ ile kılınan namaz, içten okunan bir fâtiha, sıcak bir duâdır. Rüyaya benzeyen hayâtımızda iz sürüp iz bırakmaktır.

Yaşamak demek üretmek demektir; kafa gıdâsı gönül gıdâsı, mîde gıdâsı üretmek. Üretmek yorucudur ama netice de bir cennet sevinci getirir. Tembellik fiziken rahatlık getirse de rûhen yorgunluk getirir, kabir sıkıntısı getirir.

Üretkenlik memnun olma hâlidir ama bu, fayda çizgisini aşıp rıza-yı ilâhî sınırına kadar varamıyorsa ruhsal tatmin sürdürülemeyecek, dik yamaçtan dönüp gelinecektir. “İn ecriye illa alâllah = Üretim Allah’a aittir” sularına ermek, illâ ki bir şart-ı âzamdır. Yani, kişi ne beklerse Allah’tan (c.c) bekler duruma gelmelidir.

Yaşamak, gönül dünyâsıın şenliğidir.

Yaşamak, âile saâdetidir. Saâdet, “meşrik-ı dil”den doğan sevgi güneşidir ki dünyâmızı aydınlatır ve ısıtır.

Yaşamak, şânı yüce Allah’la (c.c) kurulan irtibâtın getirdiği yüksek bir heyecandır. Bu irtibat sâyesinde dünyâmızın genişlemesi, hayâlimizin ötelere uzanmasıdır. Bu mânâda, Allah demek hayat demektir.

Yaşamak, irâdemizi kullanabilmek, kendimizi sınırlandırabilmektir. Eldekiyle yetinebilmek, sevinebilmektir. İmkânlarımızı çoğaltamıyorsak ihtiraslarımızı azaltabilmektir.

Yaşamak, “damlanın deryâya koşması” gibi birşeydir.

Yaşamak, durmadan dinlenmeden yol alma, merhaleden merhaleye ulaşma sevdâsıdır.

Yaşamak, “haremde doğup puthânede ölmemek için, şuurla sabırla sürdürülen uzun nefesli bir mücâhede ve mücâdele”dir.

Yaşamak “istiğna” sularında yıkanıp, gönül zenginliğine ermektir. Mahşer sabahında tebessümle uyanabilmek için, dünya günlerini mertebe mertebe yükseltmek ve güzelleştirmek demektir.
(Altınoluk,Sayı;269,Temmuz 2008)


Konular