Zehirli | Konular | Kitaplar

PEYGAMBERİMİZ’İ TANIMA VE O’NA İTTİBA -IV-

Sevgi, iman, itaat…

İmanın hakikatine ermek için Rasûlullah (s.a.v.)’i tanıma ve anlama noktasında gerekli olan bilgi, sevgi, iman ve itaat hususlarını ve bunlardaki noksanlıklarımızı Kur’an, Sünnet ve Sahâbe anlayışı çerçevesinde işlemeye çalıştık. Makalemizin bu bölümünde, O’na iman ve itaatle kazanılan nimetler ile O’ndan uzaklaşılınca içine düşülen dalalet çıkmazına değinmeye çalışacağız.

Efendimiz (s.a.v.)’e iman ve itaatle kavuşulan nimetler…
Peygamberimiz’in risaletinden önce ‘Cahiliye’ diye isimlendirilen dönemde insanlar, zulüm ve azgınlıkta son derece ileri gitmiş idiler. O dönemde zina, hırsızlık, zulüm, çapulculuk vs. her nevi kötülük had safhaya ulaşmıştı. Rasûlullah (s.a.v.)’in Peygamber olarak gönderilmesiyle birlikte, kötülüğün her çeşidinin özgürce işlendiği, tevhid inancının kaybolduğu Cahiliye Devri çok kısa bir zamanda Asr-ı Saadet’e, o devrin insanları da hidâyet rehberi kişilere dönüşmüştür.

Necâşî’nin, “Tâbi olduğunuz din nasıl bir dindir?” sorusuna Câfer b. Ebî Talib’in vermiş olduğu şu cevap, Sahâbe (r.anhüm)’de Rasûlullah’a iman ve itaatle meydana gelen değişikliği ne kadar güzel ifade etmektedir:

“Ey hükümdar! Biz Cahiliye halkından bir kavimdik. Putlara tapar, leş yerdik. Akrabalarımızla ilgimizi keser, akraba hakkı gözetmezdik. Komşularımızı unutur, komşuluk vazifelerini yerine getirmezdik. İçimizden güçlü olan, güçsüz ve zayıf olanı ezerdi. Yüce Allah bize kendimizden, soyunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezahetini bildiğimiz Rasûl’ü gönderinceye kadar, biz hep bu kötü durum ve tutumda idik. O Peygamber bizi, bizim ve babalarımızın Allah’tan başka tapa geldiğimiz, taştan, ağaçtan, altın ve gümüşten yapılmış putları bırakarak Allah'ın birliğine inanmaya ve yalnız O'na ibadet etmeye davet etti. Yine o Peygamber, doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akraba haklarını gözetmeyi, komşulara iyi davranmayı, haramlardan ve kan dökmekten geri durmamızı bize emretti. Yine o, bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara iftira etmekten de menetti. Ayrıca; hiçbir şeyi eş ve ortak tutmaksızın, yalnız Allah'a ibadet etmemizi, namaz kılmamızı, zekât vermemizi, oruç tutmamızı da bize emretti. Biz onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah tarafından getirdiği şeylere göre, ona tâbi olduk. Bir ve tek olan Allah'a ibadet ettik, O'na hiçbir şeyi şirk koşmadık. O'nun bize haram kıldığını haram, helâl kıldığını helâl olarak kabul ettik…”(İbn-i Hişâm, Sîre)

Rasûlullah (s.a.v.)’e iman ve itaat, O’na yakın olmak Sahâbelerde Cenâb-ı Hakk’a karşı o denli bir yakınlık meydana getirmişti ki; Ebû Hureyre (r.a.)’dan gelen şu rivâyet, onların yaşadıkları bu hâli vasfetme açısından çok manidardır:

Biz Rasûlullah’a "Ey Allah'ın Rasûlü! Senin yanında iken kalplerimiz maneviyatta rikkate gelip inceliyor, dünyaya karşı alâkamız kesiliyor ve âhireti sanki görmüş gibi oluyoruz. Yanınızdan ayrılınca ailemizle ünsiyet edip çocuklarımızı kokladık mı, (öyle değişiyoruz ki) kendimizi tanıyamıyoruz. Bunun sebebi nedir?" dedik. Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Eğer siz, ayrıldıktan sonra da yanımdaki hâlinizi devam ettirseydiniz, melekler sizi evlerinizde ziyaret eder, yollarda sizinle musâfahada bulunurdu…"(Tirmizî, Cennet 2)

Onlar, bir kul için varılacak en yüksek mertebe olan “Rıza” makamına, bizzat Cenâb-ı Hakk’ın tasdikiyle daha dünyadayken nail olmuşlardı. “(İslâm’ı kabulde) öne geçen ilk Muhâcirler ve Ensâr ile iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları Cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.”(et-Tevbe, 9/100)

Sahâbe Efendilerimizin her biri "Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz."(Beyhakî; Deylemî) hadisinde ifade edildiği üzere Rasûlullah (s.a.v.)’le kavuştukları imanın nuruyla parlıyor ve çevrelerindeki insanları da o nurla aydınlatıyorlardı.

İbn-i Mesûd (r.a.) da Sahâbe Efendilerimizin üstünlüğünü şu veciz sözlerle tarif etmektedir: "Bir yol takip etmek isteyen, ölmüş olanların yolunu takip etsin. Zira hayatta olanların fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashâbıdırlar. Onlar bu ümmetin en faziletlileridirler. Kalpçe en temizleri, ilimce en derinleri, amelce en ihlâslıları yine onlardır. Allah, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sohbeti ve dininin yerleşmesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü idrak edin, onların yolundan gidin, gücünüz yettiği kadar onların ahlâkını ve yaşayış tarzlarını kendinize örnek kılın. Zira onlar istikamet (en doğru yol) üzereydiler."(Kütüb-i Sitte, H. No: 66)

Sahâbe (r.anhüm)’ün genelinde bu haller zuhur ederken, fert fert her birinde yakınlık ve fazilet nimetlerinin tezahürleri daha farklı müşahede edilmekteydi ki;

- Rasûlullah (s.a.v.)’in mübarek zevcesi; gerek malı gerek canıyla vefatına dek yardımını esirgemeyen; iman ve iffet abidesi Hz. Hatice (r.anhâ) Validemiz’in, Cenâb-ı Hakk'ın selamına mazhar oluşu(Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 20);

- Nebiyy-i Muhterem’in damadı, bizzat terbiyesinde yetişen ve ilk iman edenler safında olan Hz. Ali (r.a.)’ın gönül gözüyle Cenâb-ı Hakk’ı müşahede ederek kulluğunu icra ettiğini ifade eden sözleri(Nehcü’l-Belâğa 177. hutbe) bunun en bariz misallerindendir.

Sahâbe (r.anhüm), Efendimiz (s.a.v.)’e iman ve itaatle bu kemalata vasıl olup tevhidî istikameti elde etmişken aynı dönemde, onlarla aynı zaman ve mekânı paylaşıp da O’na imandan yüz çeviren, itaatinden içtinap eden kimseler ise;

- Ebedî hüsrana gark olmuşlardır.

- Allah, onların kalplerini hidayete karşı mühürlemiştir.

- Kur’ân-ı Hakîm’inde onları, küfür ve azgınlığı temsil eden, elem verici ve alçaltıcı azaba duçar olan insanlar olarak anmıştır. “Küfre saplananlara gelince; onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.”(el-Bakara, 2/6-7)

Bedir savaşından sonra Peygamberimiz (s.a.v.) müşriklerin azılılarından öldürülenlerin atıldığı kuyunun bir tarafında durmuş ve:

"Ey Utbe b. Rebîa! Ey Şeybe b. Rebîa! Ey Ümeyye b. Halef! Ey Ebû Cehil b. Hişâm! Ey filan oğlu filan!...” diyerek seslenmişti. Sonra; "Siz Allah'a ve Rasûlullah’a itaat etmiş olsaydınız, itaatiniz sizi sevindirir mi idi? (Elbette sevindirir¬di.) Peygamberine en kötü davranan peygamber aşireti siz oldunuz. Siz beni yalanladınız, başka insanlar ise beni doğruladılar! Siz beni yurdumdan çıkardınız, başka insanlar ise beni barındırdılar! Siz benimle çarpıştınız, başka insanlar ise bana yardım ettiler! Allah'ın ve Rasûlü’nün size vadettiği şeyi siz hak ve gerçek olarak bulmuş bulunuyorsunuz değil mi? Biz, Rabbimizin bize vadettiği şeyi hak ve gerçek bulduk!" buyurunca, Hz. Ömer ve bazı Sahâbeler:

"Yâ Rasûlallah! Ölmüş, ruhsuz cesetlere, kokmuş bir hale gelmiş bir toplu¬luğa mı sesleniyorsun?" dediler. Peygamberimiz (s.a.v.); "Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; benim söylediklerimi, siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz! Fakat onlar cevap vermeye kadir olamazlar! Onlar, Rablerinin kendilerine vadettiği akıbetin hak ve gerçek olduğunu öğrenmiş bulunuyorlar!" buyurdu.(İbn-i Hişâm, Sîre; Vâkıdî, Megâzî)

Parmağını göğe kaldırınca ayın ikiye yarıldığı, hangi cihete yönelse tüm mahlûkatın tazim ve hürmette bulunduğu,bir selamıyla koskoca ağaçların yerlerinden sökülerek

“Lebbeyk yâ Rasûlallah! Beni emretmişsin.” diye huzuruna geldiği, ümmetine şefkatinden dolayı “ümmetî ümmetî” deyip Rabbi’nden bağışlanma dileyerek gözyaşlarının secde ettiği yerleri ıslattığı Rasûl-i Kibriyâ (s.a.v.)’e gerektiği gibi sevgi ve itaatten kaçınan bir ümmet, mahşer gününde O’ndan nasıl şefaat umabilir ki?

Sığınılacak hiçbir gölgeliğin olmadığı o günde
Livâu’l-Hamd sancağının altına girmenin emaresi,
Allah’ın Nebisi’nin sünnetlerine sımsıkı sarılmaktır.
Ve’s-selâmü alâ meni’t-tebea’l-hüdâ


Konular