Zehirli | Konular | Kitaplar

Tarih

Hz. Mu'âviye (ra)

Hayreddin Karaman hocanın bir cümlesi ve daha sonra o cümleyi açıklama/gerekçelendirme sadedinde kaleme aldığı yazı dolayısıyla gündeme gelen Hz. Mu'âviye hakkında, tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de Şia'nın iddia ve ithamlarına cevap vermek ve Ehl-i Sünnet'in konuya bakışını yansıtmak maksadıyla hayli çalışma yapılmıştır.

Şia'nın tavrını anlamak mümkündür de, her fırsatta Ehl-i Sünnet olduğunu söylemekten geri durmayan insanların tavrını anlamak gerçekten mümkün değildir.

Ne diyor hoca?

"Peygamberimiz (s.a.) "Sövmeyin" diyor, ben de sövmüyorum, Peygamberimiz "onları seven benim sebebimle (beni sevdikleri için severler, onlardan nefret edenler de benden nefret ettikleri için böyle yaparlar" buyuruyor. Ben bu hadise de dayanarak

24 NİSAN VE SOYKIRIM YALANLARI

Bin yıldır Anadolu topraklarını kendisine yurt eden yüce Türk milleti, gittiği her yere adalet, barış ve medeniyet götürmüş, hükümranlığı altında yaşayan kavimlere Türk-İslam hoşgörüsü içinde davranmıştır. Bu dün de böyleydi, bugünde böyle, yarın da böyle olacaktır.



Anadolu topraklarında sekiz yüz yılı aşkın bir süre Ermenilerle beraber yaşadık. Onlara hamilik yaptık. Türkün hoşgörüsüyle ezilmekten, hor görülmekten kurtulmuş, insanca yaşamayı bilmişlerdir. Ermeni aydınları bunu hiçbir zaman inkâr etmemişlerdir.



19. yılla beraber gelişen milliyetçilik akımları, emperyalist devletlerin doymaz ihtirasları, misyonerlerin faaliyetleri, “Millet-i Sadıka (Sadık Millet) dediğimiz Ermenileri alabildiğince kullanmış, Ermeni isyanlarına kapı açmıştır. Tarih boyunca maceraperest yaşayan Ermeni halkı ve onların çete liderleri, velinimeti olan Türk milletine isyan etmiş, en zor gününde arkadan hançerlemiştir.



Umutsuz hayaller peşinde dolaşan Ermeni halkı, emperyalist güçlerin kışkırtmasıyla isyana ve Müslüman Türk halkına karşı büyük bir soykırıma kalkışmıştır. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu harekete hoşgörüyle karşılık verilmez. En zor günün de bile asaletinden vazgeçmeyen Türk milleti bu ihaneti cezasız bırakmış, Ermenileri tehcirle (sürgün-mecburi iskân) ödüllendirmiştir. Bu tehcir gerçekten bir ceza değil, Ermenilere verilen bir ödüldür. Divanı-ı Harpte kurşuna dizilerek cezalandırılması gerekenler basit bir yer değiştirmeyle geçiştirilmiştir.

Develerle Taşınan Kitaplar

Kitap meraklıları, kütüphane sahipleri, hayatlarının en zor günlerini taşınma esnasında yaşıyorlar. Yüzlerce, binlerce cildin nasıl nakledileceği büyük bir problem olarak karşımıza çıkıyor. İki taşınma, bir yangına bedelmiş. Dört defa taşınmak zorunda kalırsanız artık nasıl korkunç bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunuzu düşünebilirsiniz. Bu sıkıntıyı ben defalarca yaşadım. Her seferinde gözüm gibi esirgediğim kitapların büyük bir kısmı zarar gördü. Kiminin cildi bozuldu, kiminin sayfaları dağıldı, kimi de kayboldu. Kütüphanemin raflarını, harp malullerini andıran perişan kitaplar dolduruyor.

Son defa ev değiştireceğim sırada nakliyecilerle telefon pazarlığı yaptım. Evde çok sayıda kitap var, ona göre fiyat belirleyin dedim. Anlaştık. Fakat adamlar fakirhaneye gelip zengin bir kütüphaneyle karşılaşınca anlaşmayı bozdular. İki misli fiyat istediler. Çaresiz kabul ettim. İçlerinden biri takviye kuvvet istemek için telefona sarıldı. Mahalli şiveyle, “Ula Haso, biz bir belaya çattık! Bana üç kişi daha gönder!” dedi. Adam açıkça, kitaplarıma “bela” diyordu. Ne çare ki o anda ben buna katlanmak zorundaydım. “Bela” çıkarmak istemiyordum.

Taşınmalar esnasında meydana gelen tahribat şöyle dursun, bir de eve kitap taşıma konusu var ki o da başlı başına bir problem teşkil ediyor. Satın aldığı kitabı akşam eve götürmenin usulünü ve yöntemini bilmeyenler, çoğu zaman zor durumda kalıyorlar. Hanımlarıyla kavgalı hale geliyorlar. Halbuki her meselenin bir çözümü vardır. Mesela ayrı bir ev tutmak veya oda kiralamak da bunlardan biridir. Merhum İsmail Saib Hoca’nın bir han kiraladığı, bütün odalarını satın aldığı kitaplarla doldurduğu, ölümünden sonra anlaşılmıştı. Muallim Cevdet de, Sahaflar Çarşısı’na giderken yanına iki de hamal alıyordu. Ama unutmayalım ki merhum bekârdı, dolayısıyla “kadın korkusu” yoktu. Al alabildiğin kadar, taşı taşıyabildiğin kadar. Unutmadan söyleyeyim, Muallim Cevdet’in kitapları vefatından sonra Beyazıt Meydanı’ndaki Belediye Kütüphanesi’ne, sonra da Taksim’deki Atatürk Kitaplığı’na taşındı.

ANADOLU'DA ERMENİ ZULMÜ

Her yıl nisan ayı gelince, Ermeniler geniş propagandalarla soykırım iddialarında bulunurlar. Pek çok ülkede destekleyici bir kararlar alınmaktadır. Bu konuda maalesef yetkililer ve kamuoyu bilinçsizdir. Ermeniler ve yaptıkları hakkında kısaca tarihe bir göz atmak ve birkaç çarpıcı örnekle meselenin hakîkatını okuyucularımıza arzetmek istiyoruz. Daha geniş bilgi için mutlaka kitaplara müracaat edilmelidir.

A. Ermeniler Hakkında Genel Bilgi

Osmanlılar döneminde Ermeniler Adana'dan Kafkaslara kadar uzanan bir bölgede dağınık olarak ve azınlık olarak yaşıyorlardı. Kendilerinin Nuh AS'ın oğlu Ya'fes'in oğlu Hayk'ın soyundan geldiklerine ve bölgenin yerli halkı olduklarına inanıyorlardı. Tarihî belgeler ise onların M.Ö. 6. Yüzyıl'da Balkanlardan bölgeye geldiklerini, Trak-Frig kökenli olduklarını gösteriyor.

Ermeniler M. Ö. 521 yılından itibaren İranlıların, M. Ö. 331 yılından sonra Makedonya'nın, M. Ö. 66 yılından sonra Romalıların egemenliği altında yaşamışlardır. Zaman zaman el değiştiren bölge 642 yılında Emevilerin yönetimine geçmiştir.

DÖRT SORUDA ERMENİ SORUNU

Soru 1: Tarihte toplumların birbirlerini öldürmelerine sıkça rastlanır. Özellikle son yüzyıllarda yaşananları nasıl değerlendirmek gerekir?



Cevap 1: a. Ulus-devlet kuruluş sürecinde yaşananlar ve milliyetçilik düşüncesinin etkisi dolayısıyla ortaya çıkanlar:



Tüm ulus-devletlerin kuruluş sürecinden benzer sorunlar yaşanmıştır. Ermeni Sorunu’na da bu çerçevede bakmak gerekir



b. Sömürgecilik düşüncesinin ortaya çıkması sonucu, sömürgecilerin sömürdükleri yerlerin halklarına yönelik eylemleri: Güney Amerika’da Portekiz ve İspanyolların Aztek, Maya ve İnka uygarlıklarını ortadan kaldırmaları; İngiltere’nin Afrika’daki zencilere, Amerika’daki Kızılderililere,Avustralya’daki Aborjinlere yaptıkları; ABD’nin Kızılderililere ve zencilere yönelik eylemleri, Vietnam’da yaptıkları; Fransa’nın Cezayir’de yaptıkları; İtalya’nın Habeşistan ve Libya’da yaptıkları bu çerçevede sayılabilir.

ERMENİ SORUNU

1960'lı yılların ikinci yarısından itibaren, çeşitli ülkelerde yerleşik olan Ermeni grupların, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyaları ile varlığını hissettiren sözde Ermeni sorunu, 1973'den sonra "Kanlı Ermeni Terörizmi"ne dönüşmüştür.

Bu tarihten itibaren Türkiye'ye yönelik Ermeni faaliyetleri, "Dört T" planı çerçevesinde uygulamaya konulmuştur. Bu plan, sözde Ermeni sorununun tüm dünyada Tanıtılması, soykırımın Tanınması, Türkiye'den Tazminat alınması ve Toprak elde edilmesi aşamalarını içermektedir.

Bugün, maksatlı olarak gündemde tutulmaya çalışılan sözde Ermeni sorununun ne derece mesnetsiz olduğunu ve ne tür çıkar kaygıları ile ortaya atıldığını daha iyi anlayabilmek için tarihsel gelişiminin incelenmesinde fayda görülmektedir.

Bölücü Örgütün Gizlemeye Çalıştığı Komünist Kimlik

Komünizm tehlikesi, yanı başımızda hala yaşıyor. Bölücü terör örgütü, çeşitli taktiklerle bu gerçeği özellikle bölge vatandaşlarımızdan gizlemeye çalışsa da, her eylemi, her sloganı ve her bildirisiyle komünist ve ateisttir. En önemlisi de, attığı kanlı ve zalim adımları artırmak için her an pusuda beklemektedir.

"Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Batıla inanan ve Allah'ı inkâr edenler ise, işte onlar hüsrana uğrayanlardır." (Ankebut Suresi, 52)

Yazımızda terörü besleyen komünist ideolojiyi önemli yönleriyle sizlere tanıtacak ve sinsi taktiklerini deşifre edeceğiz. Ayrıca kendisini etnik bir hareket olarak lanse etmeye çalışan bölücü örgütün gerçek kimliğini ve asıl hedefini ortaya koyacağız. Yazı boyunca delillerine de şahit olacağınız üzere, günümüzde komünizm tehlikesi halen varlığını sürdürmekte ancak kendisini çok iyi gizlemektedir. Bu durum, hem ülkemiz hem de tüm dünya için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.

MİSYONERLİK NEDİR? HEDEFLERİ NELERDİR?

Latince “Missio” kelimesinden türetilen mission (misyon), sözlükte görev, yetki, bir kimseye bir işi yapması için verilen özel görev anlamlarına gelmektedir. Özel bir mana olarak ise bir dinin tebliğini yapmaya denir. Misyoner (missionnaire) ise bu dinin tebliğini yapan kimsedir. Misyoner kelimesi normalde bütün dinlerin mensupları için geçerli olmakla birlikte günümüzde özel olarak hristiyanlığı yaymak isteyenlere denilmektedir. Misyonerlik denilince akla hristiyanlığın gelmesinin en önemli sebebi “misyon” kelimesinin Yeni Ahid(İncil) diline ait bir kelime olmasıdır.

Misyonerlerin nihai hedefi bütün dünyanın hristiyanlaşmasıdır. Bu nihai hedeften önce hristiyan olan ve olmayan toplumlar için ayrı ayrı hedefleri mevcuttur. Hristiyan ülkeler için gayeleri hristiyanları birlik içerisinde tutmak ve Batı Emperyalizmi’nin ve kültürünün tüm dünyada hakimiyetini sağlamaktır.

Hristiyan olmayanlar toplumlar için gayeleri ise onları hristiyanlaştırmaktır. Şayet bu mümkün olmazsa onları kendi dinlerinden soğutmak, şüpheye düşürmek ve sonraki nesiller yoluyla da tamamen dinlerinden döndürmektir.

DİASPORANIN KAZANDIRDIKLARI

Başını abede 'nin çektiği batılı devletlerde yerleşen ermeni Diasporası 1915 yılı olaylarının çığırtkanlığını yapıyor senelerden beri. Dünyanın birçok ülkesinin senatolarında yaptıkları lobi çalışmalarının etkilerini gördüler. Diaspora batılı güçlerce destekleniyor ve Türkiye Cumhuriyetini uluslar arası arenada sıkıntıya sokmak için emperyalizmin taşeronluğunu yapıyor.

Osmanlı' da Haremin Gerçek Yüzü

Bir ülkede deprem sözkonusu olursa jeologlar, hastalıklar sözkonusu olursa doktorlar, savaş sözkonusu olursa siyasiler ve askerler konuşurlar. Bu bizim ülkemizde de böyledir. Ancak bizde iki konu vardır ki bunlar üzerinde herkes konumuna, birikimine, eğitimine bakmadan üstelik de allame edasıyla konuşur. Bu konulardan bir tanesi dindir diğeri tarih.

Tarihle ilgili bir şeyler söz konusu olduğunda siyasetçi konuşur, gazeteci konuşur, televizyoncu konuşur vs. Bir Allah kulunun aklına da bu işin profosörleri bulup konuşturmak gelmez. Veya gelir de, onların söyleyecekleri işlerine gelmez.

Tarih deyince her zaman revaçta olan konulardan bir tanesi de Osmanlı ve haremidir.

Türklere karşı savaşanlar 'aziz' olacak!

Papa, Osmanlı'nın, İtalya'nın güneyine yaptıkları çıkarma sırasında yaşamını yitirenleri aziz ilan edecek. Vatikan'dan edinilen bilgilere göre, Papa 16. Benediktus, günümüzden 517 yıl önce cereyan eden Otranto çıkarması sırasında hayatlarını kaybeden, Piskopos Primaldo da dahil toplam 800 Hristiyana azizlik unvanı verilmesine ilişkin kararnameyi imzaladı.


Vatikan'da Azizlik Davalarını Değerlendirme Kurulu'ndan onay almış olan kararname 16. Benediktus tarafından da imzalanmış bulunuyor.

ERMENİ MEZALİMİ VE TÜRKLER

Tarihte ERMENİ ler bu coğrafyada dağınık ve küçük azınlıklar halinde çeşitli devletlerin egemenliği altında yaşamışlardır.TÜRK İSLAM DEVLET geleneğinin en önemli unsurlarından biride sevgi ve hoşgörü içerisinde hakimiyeti altında yaşayan azınlıkları asli unsurdan ayırmamasıdır.Diğer dinlere ve başka milliyetlere TÜRK ün tanıdığı yüzlerce yıllık imtiyazlar ne yazıkki reddedilir bir hal almıştır.

Sarıkamış Dramı

Yüzyılın en güçlü örgütü İttihat Terakkî çalışmalarının meyvesini almak üzereydi.
31 Mart vakası bahane edeilerek padişah II.Abdülhamid tahttan indirilmiş ve devletin ipleri artık İttihat ve Terakkînin eline geçmişti.
Bu ipi elinde tutanda Enver Paşa idi.

İttihatçılar daha devlet yönetmenin ne olduğunu anlamadan önce Trablusgarp sonrada Balkan Savaşı patladı.

Savaş başladığında yasaklı padişah II.Abdülhamid, Selanik'te eski bir konakta hapis tutuluyordu.

Patlak veren I.Dünya savaşında, Enver Paşa'nın Alman hayranlığının da etkisiyle ittifak devletlerinin yanında savaşa girildi.

Bunlara karşılık Enver Paşa ve arkadaşları devletin eski günlerine kavuşabilmesi için bir tez üretti.

"Genişleyerek büyümek"

Bedevîlikten medenîliğe geçişin bedeli

Tarihte bugün (27 Mart); büyük devlet adamımız, ilim-fikir ve kültür insanımız, tarihçi-hukukçu-sosyolog… vb. daha pek çok vasfını sıralayabileceğimiz değerli şahsiyet Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895)mızın doğum günüdür. Bu vesileyle kendilerini rahmetle anar, mübarek ruhlarına Fatihalar gönderirken, muhallet (kalıcı/klasik) eseri Tarih-i Cevdet’ten kısa bir anekdot sunmak istiyorum.

Bir buçuk asır öncesinden günümüze seslenen ilim adamımız, “bedevilikten medeniliğe geçişin bedeli” diye özetleyebileceğimiz sosyal vak’ayı ve neticelerini şöyle açıklıyor: