Zehirli | Konular | Kitaplar

sünneti terk etmek

Kur’an’ı mehcur bırakmak

Modern zamanlarda Müslümanlar’ın Kur’an’ı mehcur (terk edilmiş) bıraktığı ve bunun, başımıza gelen bunca zilletin en büyük sebebi olduğu hakikat. Ne ki, Ümmet’in içinde bulunduğu çıkmazlardan ancak “Kur’an’a dönüş” ile kurtulabileceğini söyleyenlerin sayısı her geçen gün arttığı halde çok fazla bir şey değişmiyor.

Bu söylemi dillendirenlerin, sadece ülkemizde değil, İslam Dünyası’nın farklı yerlerinde hemen hemen aynı argümanları kullandığını, aynı gerekçelere dayandığını biliyoruz. Bu nokta ilginçtir…

Söylediklerinin “mutlak hakikat” olduğu vehmiyle, en bariz hata ve yanlışlarına dikkat çekenleri bile “haset”le, “menfaatperestlik”le vs. suçlamayı tercih etmeleri, grupçuluğa, hizipçiliğe –haklı olarak– tenkit yöneltirken kendilerinin yaptığının da sıradan bir “grupçuluk”tan öte bir şey olmaması, meseleye basiretle bakanların gizlisi değil…

GAYR-I METLUV VAHİY

Oryantalistlerin başlattığı ve bazı Müslümanlarca da kabul gören “kuran dışında vahiy olmadığı ve sünnetin vahiy olmadığı” sloganları belli bir mesafe kat etmiş ve Müslümanların düşüncelerini bulandırmıştır. Bugün artık okulda, camide, çarşıda, pazarda bu türden insanları bulmak mümkündür.

EN TEHLİKELİ BİD'AT, İSLAM DIŞI HAYATTIR

Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz beka yurduna göçmeden birkaç ay önce, bir cuma günü Cenab-ı Mevlâ şöyle ferman buyuruyordu: “Bugün dininizi kemâl e erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim.” (Maide, 3)

Bu ayet-i celilenin ifade buyurduğu üzere Din-i Mübin-i İslâm kemâle ermiş, müminler için nimet tamamlanmış ve hayat tarzı olarak da İslâm seçilmiştir.

Bu durumda her kim Allah'ın kâmil nizamı ve ebedi dini olan İslâm'dan başka yol ararsa, muhakkak ki doğru yoldan ayrı düşer, hüsrana uğrar. Alemlerin Rabbi'nin beyanı ile, insanlık için artık İslâm'dan başka huzur ve mutluluk kaynağı bir hayat tarzı ve doğru bir yol yoktur. Onun dışında hepsi batıl ve çıkmazdır. Esasen insanlığın bunca tecrübesi de bu durumu isbat ve teyit eder.

Cenab-ı Hak ayet-i celilede şöyle buyuruyor: “Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki bu din asla kendisinden kabul olunmayacak ve o ahirette ziyana uğrayanlardan olacaktır.” (Âli İmran, 85)

NOEL’İN TARİHÇESİ VE YILBAŞI

Tarihi kaynaklar incelendiğinde Hz. İsa'nın doğum tarihine dair kesin bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Bu konuda, farklı rivayetler olup, Hıristiyan kaynaklarında da farklı tarihler yer almaktadır. Hz. İsa’nın doğum tarihinin yıl olarak milattan önce dört ile altı yıl evvel olduğu, doğum günü olarak da Batı'da bulunan kiliseler 25 Aralık gününü doğum tarihi olarak kabul edip kutlarlarken, Doğu kiliseleri ise bu tarihi 6 Ocak olarak kabul etmektedir.

Hz. İsa’nın doğum tarihindeki bu ihtilafların sebebini ise Meydan Larousse ‘Noel’ maddesinde şu şekilde açıklanmaktadır: Milattan önce güneşe tapan putperestler, tanrı saydıkları Güneş’in her gün biraz daha erken kendilerini terk etmesine üzülürlerdi. 25 Aralık’ta günler tekrar uzamaya başlayınca, Güneşin kendileri ile kalmaya razı olduğuna sevinerek kutlamalar yaparlardı.

PEYGAMBERÎ AHLÂKI MUHAFAZA


“Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”
(Kur’ân-ı Kerim, 5/51)

PEYGAMBERÎAHLÂKIMUHAFAZA VE YILBAŞI KUTLAMALARI

Cenâb-ı Hak, insanlara (inanç itibariyle bir olmakla beraber) farklı şeriatlar göndererek, kendisine bu ilâhî davet yollarıyla kulluk yapmalarını emretmiştir. Kendilerine gelen Peygamber ve kitaplarla kulluk istikametleri belirlenen her millet için; emirler, nehiyler, ibadet ve itaat şekilleri belirlenmiştir. Bunu Mâide sûresinde geçen şu âyet-i kerime açıkça ifade etmektedir. “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk.”

Önceki şeriat ve kitapları nesheden Muhammedî şeriat ile de kıyamete kadar gelecek olan mü’minlerin ibadet, muamelat, yaşam biçimleri belirlenmiş, Rasûlullah (s.a.v.)’in bizatihi hayatı ile hakikati üzere ortaya konmuştur. Bu Muhammedî şeriat, bütün insanlığı içine alan bir davettir.

Sünnet'e Uygun Yaşayamazsanız?..


Abdullah İbni Mes'ud radiyallahu anh şöyle dedi:

"Peygamberinizin sünnetini terkederseniz, sapıttınız gitti demektir".(1)

Bu defa bir "sahabî kavli"nden veya bir "mevkuf hadis"ten, büyük sahabi Abdullah İbni Mes'ud'un bir görüş ve değerlendirmesinden söz etmek istiyoruz. Esasen Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh bu sözünü, farz namazların mescidlerde cemaatla kılınması gerektiğini anlatırken söylemiştir. Onun sözlerinin tamamı şöyledir:

" Şu beş vakit namazı, ezan okunan mescidlerde cemaatle kılmaya bakın. Şüphesiz ki bunlar sünen-i hüdâ'dır. Allah, resûlüne sünen-i hüdayı açıklamıştır. Allah'a yemin ederim ki ben, kesin münafıklar hariç, sahabilerin beş vakit namazı cemaatla kılmayı hiç bir zaman terletmediklerinin şahidiyim. Vallahi ben, iki kişinin koltuklarına girip -ayakları yerde sürünerek- saftaki yerine kadar götürülen sahabiler gördüm. Sizden evinde namaz kılacak bir yeri olmayan yoktur. Eğer mescidleri terkeder de farz namazları evlerinizde kılarsanız, peygamberinizin sünnetini terketmiş olursunuz. Peygamberinizin sünnetini terkederseniz, küfre girdiniz (ya da sapıttınız) demektir."

Sünnetsiz İslâm Arayışları


Ebu Râfî (r.a) 'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde sakın sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, "biz onu bunu bilmeyiz. Allah'ın kitabında ne görürsek ona uyarız, o kadar" derken bulmayayım."1

Batı'nın İslâm ülkelerini istilâ ettiği ve askerî işgali kültürel işgale dönüştürüp sürekli kılmaya karar verdiği yıllardan itibaren planlı ve örgütlü olarak başlatılmış olan sünnet düşmanlığı, ilerliyen yıllar içinde "Kur'an'la yetinme" çağrısına dönüştü. Oryantalistlerin sünnet verilerine yönelttikleri uydurulmuş ithamlarına körü körüne kapılmaktan kaynaklanan bahis konusu düşmanlık ve çağrı, ilginç bir şekilde İran-Irak savaşının sona ermesinden sonra memleketimizde değişik seviyede ulu orta yazılır-çizilir ve konuşulur oldu. Batıya yenik düşmüş İslâm ülkeleri aydınlarından bazıları bu yenikliğin ve ezikliğin etkisiyle İslâm'a müsteşrikler gibi yaklaşıp onların bedava avukatlığını üstlenerek ülkelerin gündemine sünnet karşıtı fikirleri taşımışlar ve kitaplık hacımda yoğun tartışmalara, sürtüşmelere vesile olmuşlardır.

DİNDE DELİL OLARAK SÜNNET VE İNKAR EDENİN HÜKMÜ -II-



I. ‘MÜTEVATİR’ OLSUN ‘AHAD’ OLSUN, SÜNNETİN TAMAMI HÜCCETTİR

1- Sünnetin Hüccet Olduğuna Dair Kur’an-ı Kerim’den Deliller:

(önceki sayıdan devam)

“Hiçbir Peygamberi Allah’ın izniyle itaat edilmesi dışında bir sebeple göndermedik.” (Nisa, 164).

“Ey iman edenler! Allah’a ve resulüne itaat ediniz!” (Enfal, 20).

“Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80).

“Ey İman edenler! Allah’a itaat edin, Resul’üne itaat edin ve sizden olan emir (yetki) sahiplerine de… Şayet herhangi bir şeyde tartışmaya (nizaya) düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve Resul’üne havale ediniz. Bu daha hayırlı ve akıbet itibariyle daha güzeldir.” (Nisa, 59).

Sünnet İnkârcılarına CEVAP IV


Allah ve Resûlü Bir İşe Hüküm Verdimi İnsan Olan İçin İtaat Gerekir

Sünnet'in İslâm'da delil olmasına gelince; Bununla alâkalı olarak İmam Beyhakî şöyle buyurmuştur:

"Şayet Sünnet'in delil oluşu sabit olmasaydı, Peygamber Efendimiz Veda Hutbesi'nde orada bulunanlara dinî hususları öğrettikten sonra şöyle buyurmazdı: "Bakın! Burada bulunanlarınız bulunmayanlara (anlattıklarımı) aktarsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler, dinleyenden daha iyi beller." (1)

Beyhakî sonra Efendimizin şu hadis–i şerifini zikretmektedir:
"Bizden işittiği hadisi, işittiği gibi aynen rivayet edenin Allah yüzünü ağartsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler, dinleyenden daha iyi beller." (2) Bu meyanda İmam Şafiî Rahimehullah da şöyle buyurmuştur:

"Resûlullah kendi sözünün dinlenip ezberlenmesini ve hakkıyla aktarılmasını tavsiye edince, bu onun ancak hüccet olan şeyleri emrettiğinin delilidir." (3)
Çünkü buraya yerine getirilmesi gereken bir helâldir veya kaçınılması gereken bir haramdır.

Sünnet İnkârcılarına CEVAP II


Resûlullah'a itaatin, Allah'a itaatle birlikte yan yana zikredilmesindeki incelik; Allah Resûlü'nün değerini ortaya koymak, 'Kur'an'da bulunmayan dinî emirleri yapmak gerekmez' zannını yıkmak ve Peygamber Efendimizin, Kur'an'dan ayrı ve müstakil olarak Hadislerinde ortaya koyduğu emirlerine itaat etmektir."

Sünnet; İslâm'ı anlamak, kavramak ve yaşamak hususunda en doğru ölçü ve yorumdur. Allah'tan gelen vahyi almak için peygamberlerin aracılığına insanların nasıl ihtiyacı varsa, Kur'an'ı anlamak için de Peygamber'in yorumuna yani sünnete öylece ihtiyaç vardır.

Bütün peygamberler, Allah'tan gelen ilâhî vahyi insanlara harfiyen tebliğ eder, açıklanması gereken yerleri açıklar ve kendi hayatlarında yaşayarak uygulamasını gösterirler. Nitekim Hz. Aişe anamıza Peygamber Efendimizin ahlâkından sorulduğunda Hz. Aişe anamız cevaben "Onun ahlâkı Kur'an'dı." buyurmuştur. Kur'an'ın hangi emri nasıl yerine getirilecek, hangi nehiyden nasıl içtinap edilecekse, Efendimiz bunu bizzat yaşayarak göstermiştir. Hiç şüphesiz o, Kur'an'ı en iyi anlayan ve en mükemmel şekilde hayata geçirip tatbikat sahasına koyandır. Yani Efendimiz, Kur'an'ın canlı bir tefsiri ve yaşayan bir İslâm'dır.

Sünnet İnkârcılarına CEVAP


İlk devirlerde Sünnet düşmanlığı o kadar ileri boyutlara ulaştı ki, ashabı küfürle itham etme ahmaklığını gösterdiler. Bunun sonucu olarak, onların bu bâtıl iddialarına göre Hadis–i şerifler, kâfir olan bir topluluğun rivayetleri olduğu için hiçbirini kabul etmediler.

Hadis düşmanlarının amacı; Sünnet–i Nebeviyye'yi devre dışı bırakarak, akıllarınca Resûlullah'ı devreden çıkarmaktır.İslâm âlimlerinin, Kur'an'ın tefsiri olarak kabul ettiği "Sünnet"i güya bu şekilde hallettikten sonra sıra ikinci adıma, yani Kur'an'a gelecekti!..

Bazı ilimler vardır, ilaç gibidir, insanın sıhhat ve afiyeti için zarurîdir. Bazı fikirler de vardır, zehir gibidir, insan hayatına kasteder, öldürücüdür.İşte bu gibi fikirlere son derece dikkat etmek, bu tür görüş sahiplerinden son derece sakınmak lâzımdır.Bu zehirli fikirlerden biri de, uzun zamandır mevcut olmayan; fakat son yıllarda kötü kokusu yayılmaya başlayan "Hadis ve Sünnet'i Kabul Etmeme Hastalığı"dır.

Sünnete Fransız Kalanlar İçin


Bu başlığı takriben on sene kadar önce Malatya’da eski apartman komşumuzun dükkânında sünnet konusunu konuştuktan sonra yazacağım ilk kitap başlığı olarak ajandama notlamıştım… O tarihe kadar kitap yazmak gibi bir düşüncem yoktu… Ama arkadaşımın sünnet konusundaki fikrini öğrenmiş olmam pek de önemsemediğim bir konuyu araştırmama vesile oldu…

Arkadaşım; Kur’anın korunduğunu ama sünnetin korunmadığını ve bizleri bağlamadığını iddia ediyordu… Sünnet, vahiy olamaz ve peygamberimiz kuran dışında emir ve yasak koyamaz demişti… O saate kadar sünnetin önemi ve dindeki yerini hiç düşünmemiştim… Kaynağı belli olmayan hadisler dışındaki tüm sahih hadisler başımla gözüm üstüneydi ki hala öyle…

Arkadaşımı ikna edecek bilgi birikimim yoktu ama yanıldığından adım gibi emindim… Konuşurken ses tonu ve mimik hareketleri sanki ‘ iyi ki de sünnet dinde delil değil! İyi ki tüm emir ve yasaklar kuranla sınırlı! Yoksa rahat bir hayat yaşamazdık!’ der gibiydi…

Sünnet-i Terk Edip Yalnız Kur'an İle Amel Etmek

"Sünnet'i terk edip yalnız Kur'an ile amel etmek isteyenler" var bu konuda ne dersiniz?

Bazı ehliyetsiz insanları görüyoruz ki, yalnız Kur'an-ı Kerim'in getirdiği İlâhî hükümleri kabul edip, dinin diğer temel kaynakları olan Sünnet, İcma ve Kıyas'ı reddediyorlar. Maksatları ise, halkın itikadını bozmak ve saptırmaktan ibarettir. Bunlar, Kur'an'ı tek mezhep kabul edip, sünnet-i Peygamberiyeyi ve İslâm'ın diğer delillerini hafife alırken işlerine gelen hadisleri kabul edip, gelmeyenleri reddederler. Şuurlu müslümanları aldatamadıkları gibi takdir de göremezler, buna haklan da yoktur.

Malumdur ki, müslümanlar Kur'an-ı Kerim'de nazil olan İlâhî hükümlere inanıp onlara uymaya mecbur oldukları gibi, hadislerle buyrulan dinî hükümleri de kabul etmeye mecburdurlar.

Bunlar asırlardan beri tefsir, hadis, fıkıh ve diğer sahalarda yazılmış olan bütün ilim ve fikir ehlinin takdirini kazanan çok kıymetli eserleri hiç dikkate almazlar.

Evet, Kur'an-ı Azimüşşanın gölgesine sığınarak yanlış yönlendirmede bulunan bir kimse hiç olmazsa şunu bilmelidir ki, bir müslüman ne kadar bilgisiz de olsa Kur'an'ı Azimüşşanın Allah kelamı olduğununa katiyyen şüphe ve tereddütü olmadığı gibi sünnet-i seniyyenin de İslâm'ın ikinci bir delili ve dayanak noktası olduğunu kesin olarak bilir ve öyle de inanır.