Zehirli | Konular | Kitaplar

Kur'an-ı Kerim

Meal yerine ne öneriyoruz?

A. Selçuk isimli okuyucu sormuş: "Ebu Bekir Bey, "Düşüncelerinizden etkilenen bazı insanların, insanları Kur'an ve meallerini okumaya davet eden bizleri sapkın düşünceli olarak ilan edip iftira ettiklerini bilmenizi istedim. Ve sorumlu olduğunuzu düşünüp bu maili size göndermeye karar verdim. Samimiyetime inanıp inanmamanız sizin meselenizdir.

"Meal, insanların Kur'an'ın kendi mesajlarında anlayabilmesi için yapılmış bir eylemdir ve bir alimin Kur'an'ı arapça okuyup dinleyenin kendi diline çevirerek izah etmesi de mealdir.

"Meal okunmasını önerenler dışlandığına göre ortaya koyduğunuz çözüm nedir? Bu çözümü gerçekten merak ediyorum.

"Kur'an'ı anlamak için yerküredeki insanlar ne yapmalı? Söyleyin ki; size göre sapkın düşüncelere sapmış olmayalım. Hakkımızda müfteri olmayın.

Kur’ân’a Karşı Mes’ûliyetimiz

İlâhî merhamete nâiliyet için Kur’ân’a edeple yaklaşmak, onu huşû ile dinlemek ve titizlikle yaşamak gerekmektedir. Ona dokunurken bedenî temizlik kadar kalbî temizlik de zarûrîdir.

***

Kur’ân-ı Kerîm’den lâyıkıyla feyizyâb olabilmek için, onun kapağı, hürmet, tâzim ve edep ile açılmalı, onu insanlara Rahmân’ın öğrettiği şuuruyla okunmalıdır. Zîrâ âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Rahmân, Kur’ân’ı öğretti.” (er-Rahmân, 1-2)

“Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (el-A’râf, 204)

***

Kur’ân, ilâhî bir anahtardır ki, açamayacağı kapı yoktur.

***

Saâdetli bir ölüm, Kur’ân nurları ve îman feyizleri ile yaşanılan bir hayâtın mükâfâtıdır.

Meal okuyarak dini anlamak

Katolik Kilisesi’nin Hıristiyanlık üzerindeki tekelini kırmaya dönük Protestan söylemin en temel unsuru, “İncil’i herkesin kendi dilinde okuması” idi. Burada bunun Hıristiyanlık’ta ne tür bir dönüşüme yol açtığı sorusunun cevabıyla iştigal etmeyeceğim. Bu mesele, ayrıca müstakil olarak ele alınmayı hak edecek önemde. Ama burada bizim için daha önemli bir mesele var: Protestanlığın muharref İncil’i bireysel yorumların nesnesi haline getiren tutumundan bahis açıldığında, birileri, herkesin Kur’an’ı kendi dilindeki mealinden okumasının sakıncalarına işaret edilmesini, Katolikliğin Protestanlığa tepkisiyle ilişkilendiriyor. Oysa ortada ne Katolikliğin “yorum tekeli”ni elinde bulunduran resmî kurumsal yapısıyla, ne de onun toplumsal, ekonomik ve siyasî uzanımlarıyla irtibat kurulmasını haklı çıkaracak bir durum var…

Şu sorunun cevabı önemli: “Meal niçin okunmalıdır?”

Buna “Allah Teala’nın bizden ne istediğini öğrenmek için” tarzındaki bildik cevapla mukabele etmenin, ayrı bir soruyu icbar etmekten başka bir faydası yok: Meal okuyarak öğrendiğimiz gerçekten de Allah Teala’nın muradı mıdır? Ya da Allah Teala’nın muradını öğrenmenin doğru yöntemi meal okumak mıdır?

KUR'AN

1. Kur’ân-ı Kerîm Allah’ın (cellecelâluhu) kelâmıdır, kadîmdir; kul sözü değildir.
2. Bilgi, kültür, inanç olarak doğru ve yanlış olanlar onda gösterilmiştir. Doğru ve sahih olanlarla yanlış olanları Kur’ân ölçüsüyle anlarız.
3. Aksiyonla yâni yapılan şeylerle ilgili iyi ve kötü işleri Kur’ândan anlarız.
4. Güzelin ve çirkinin ölçüsü de Kur’ândadır.
5. Kur’ân bizim düstûrumuzdur.
6. Yapacağımız şeylerin icâzetini Kur’ândan alırız.
7. Kur’ân Yüce Yaratan ile aramızda bir bağdır. Onu okuyarak, ona uyarak, onun hüküm ve ilkelerini hayata uygulayarak Allah’a (cellecelâluhu) mânen yaklaşmış ve rızâsını kazanmış oluruz.
8. Kur’ân, kendisine uyduğumuz takdirde bizi edebî mutluluğa eriştirir.
9. Dünya üzerinde haysiyetli bir hayat sürmemiz Kur’âna uymakla olur.
10. İlim ve icâzet bakımından ehil değilsek, kendimiz doğrudan doğruya Kur’ân-ı Kerîm’in yorumunu/tefsirini yapamayız, ondan kendi kafamıza göre hüküm ve mâna çıkartamayız. Bu işi “ilimde râsih olanlara” yâni gerçek müfessirlere bırakırız.
11. Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmı Kur’ânın birinci müfessiri ve onun Sünnetini Kur’ânı açıklayan ikinci ana kaynak olarak kabul ederiz. .

"KURÂN-I KERİM'İN ŞİFRESİ"

Bir genç tarafından ortaya atı­lan ve son günlerde ülkemizin gün-demini işgal eden “Kuran’ı Kerim’in şifresi” tezinin ve bu tez üzerine oluşan merak ve tartışma­ların kamu vicdanı üzerinde ciddi bir tesir uyandırdığını hepimiz gözlemlemekteyiz.

Kuran şifresi söylemiyle yankı uyandıran bu tezin değerlendir­mesine geçmeden önce tezin mahi­yetini incelememiz yerinde olur.

Tezin Mahiyeti

Ömer Çelakıl imzasıyla ya­yımlanan “Kuran-ı Kerim’in Şif­resi” adlı çalışmaya göre tez, Hurû­fîlik türü ezoterik (Batınî) çalışma­lar zincirinin son halkasını teşkil etmektedir. Nitekim kitaba gele­neksel ezoterik kehanet örnekle­riyle başlanması da bu izlenimi desteklemektedir. Bir farkla ki kullandığı “Simetrik Sayı Dizisi” sebebiyle Çelakıl’ın tezi geleneksel ezoterik örneklerinden kısmen farklılık arz eder. (s.62)

Çelakıl’ın şifresi genelde iki kademeli bir çıkarıma dayanmak­tadır. Birinci kademede simetrik orantılara dayalı olarak birbirle­riyle ilintili bulunan ayet ve sure numaraları üzerinden önce merkez sayısı sonra eksik sayı (veya sayılar) çıkartılır. İkinci kademede tespit edilen eksik sayı (veya sayılar)ın birler basamağını teşkil eden ra­kamlar bir araya getirilerek elde edilen toplam rakam, kehanet ko­nusu olayın tarihi, yaşandığı bölge­nin enlem ve boylamı gibi sayısal yönüne tatbik edilir. (s.63, 64)

Çelakıl, ayetlerden çıkardığı rakamları olaylara uyarlarken hicrî ve miladî tarihlerden hangisini esas kabul edeceği konusunda sıkıntı yaşadığını kendisi de itiraf eder. Çelakıl bu sıkıntıyı, hicrî tarihler için geliştirdiği ek bir yöntemle aşmaya çalışır.

EN TEHLİKELİ BİD'AT, İSLAM DIŞI HAYATTIR

Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz beka yurduna göçmeden birkaç ay önce, bir cuma günü Cenab-ı Mevlâ şöyle ferman buyuruyordu: “Bugün dininizi kemâl e erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim.” (Maide, 3)

Bu ayet-i celilenin ifade buyurduğu üzere Din-i Mübin-i İslâm kemâle ermiş, müminler için nimet tamamlanmış ve hayat tarzı olarak da İslâm seçilmiştir.

Bu durumda her kim Allah'ın kâmil nizamı ve ebedi dini olan İslâm'dan başka yol ararsa, muhakkak ki doğru yoldan ayrı düşer, hüsrana uğrar. Alemlerin Rabbi'nin beyanı ile, insanlık için artık İslâm'dan başka huzur ve mutluluk kaynağı bir hayat tarzı ve doğru bir yol yoktur. Onun dışında hepsi batıl ve çıkmazdır. Esasen insanlığın bunca tecrübesi de bu durumu isbat ve teyit eder.

Cenab-ı Hak ayet-i celilede şöyle buyuruyor: “Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki bu din asla kendisinden kabul olunmayacak ve o ahirette ziyana uğrayanlardan olacaktır.” (Âli İmran, 85)

19 Kur'an'ın Sırrı mı Yoksa?..

Son iki yıldan beri, bana, Kur'an'daki 19 rakamının merkezî bir vazife gördüğünü ifade eden küçük-büyük bir çok broşür ve risale gönderildi. (Bu broşürlere göre) Kur'an'daki çeşitli kelimeler (in harfleri) bilgisayar vasıtasıyla toplanarak ve çarpılarak, bütün bu kelimelerin 19 sayısı etrafında döndüğü ve bu sayının Kur'an'ın matematiksel temeli olduğu ispatlanmıştır. (Onlara göre) Bu matematiksel temel, Yüce Kur'an'ın bir mucizesi, bir delili veya onun ilahî orijinli olduğunun bir ispatıdır. Aynı zamanda, bu konuda USA'da bilgisayar yardımıyla bir araştırma yapılıp oradan da her yere yayıldığı ortaya çıkmıştır. (Yine onlara göre) Kur'an'ın bu mucizesi ancak son bir kaç yılda bilinmeye başlanmıştır. Bundan önce ise kimse tarafından bilinmiyordu.

Bu araştırma şu teze dayanmaktadır: Yüce Allah Kitab'ının 30. sûresi olan Müddessir'de 19 tane meleğin cehennemde vazifeli olduğuna işaret etmiştir. Besmelenin harflerinin sayısı 19'dur. Daha sonra çeşitli kelimelerin harf sayılarını veya onların 19 ile çarpımlarını vererek şu imaj ortaya konmuştur. Yüce Kur'an 19 sayısı etrafında merkezîleşen bir matematiksel sistem üzerine dayanmaktadır.

“Hâzâ min fadli Rabbî.”

KUR’ÂN-I HAKÎM, semavî fermanlarıyla bizi varoluş hikmetimize uygun şekilde yaşamaya çağırırken, yolumuzda duran iki tehlikeye de dikkat çeker: Yahudiler ve Hıristiyanlar sözkonusu edilirken dikkatimiz çekilen iki ayrı tehlike... Her iki grup da, resullere ve semavî kitaba muhatap olmuş; ama zamanla, iki zıt yönde sapma yaşamışlardır. Meselâ Yahudilerde, cemalsiz bir celâl; Hıristiyanlarda ise, celâlsiz bir cemal sözkonusudur. Biri Musa ile gelen ilahî şeriatın hem içini boşaltmış, hem de Hz. Yahya’yı öldürme ve İsa aleyhisselâmı öldürmeye teşebbüs etme örneğinde görüldüğü üzere, bu şeriatı ruhsuz ve merhametsiz bir muhtevaya büründürmüştür. Hıristiyanlar ise, tam aksi bir tavırla, zaman içinde Hıristiyanlığı ‘şeriatsız bir din’ haline getirmişlerdir. Yahudiler hak dinden nefis-eksenli bir yorumla sapmış; buna mukabil, Hıristiyanların geliştirdiği ‘ruhbaniyet,’ nefsi kontrol adına, verilmiş bazı kabiliyetleri de öldürme çizgisine ulaşmıştır.

Nebîlere ve semavî kitaplara muhatap olup zamanla böylesi bir bozulma yaşayan her iki zümrenin serüveni, aslında tüm insanlığın ve her bir insanın her daim yüzyüze olduğu bir problemi ele verir. Gerçi insan, hayır-şer, hidayet-dalâlet, iman-küfür gibi bir ikilemle karşı karşıyadır. Ama bu denklemlerin menfi kısmında bir değil, iki seçenek vardır: ifrat ve tefrit. Bu yüzden, iman-küfür, hayır-şer, hak-bâtıl denklemini kurduktan sonra, dengeyi korumak için, küfür, şer ve bâtıl tarafının hem ifrat, hem tefrit boyutunu da açımlamamız gerekmektedir.

Sözgelimi, akıl bize verilmiş bir imkândır. Denge hali, onu Vereni bilmek; o aklı, onu Verenin veriş amacına uygun biçimde kullanmaktır. Aklımızı kendimize mal etmek açık bir sapmadır. O denli göze çarpmayan bir diğer sapma ise, bu sapmaya düşme korkusuyla aklı hiç kullanmayıp heder etmektir. Her iki halde de, ‘hikmet’e ulaşılmamaktadır.

ALLAH TEALÂ (Celle Celalûhu) MAHLÛKATINA BENZER Mİ?


İtikadî konular, mahiyeti gereği en küçük bir ihmal, gevşeklik ve yanlış düşünce kabul etmez. Çünkü İslâm, insanlara öncelikle, neye nasıl iman edilmesi gerekiyorsa, ona öylece iman etme mükellefiyeti getirmiştir. Yüce Kitabımız Kur'anı Kerim, muhataplarını lekesiz, sağlam ve makbul bir inanç zeminine çekmek için itikat konusuna oldukça yoğun bir vurgu yapmıştır. Zira herşeyin temeli inançtır ve inanç konusunda ortaya çıkan en küçük bir eksiklik veya yanlışlık, insanın Allah'a (Celle Celalûh) sığınırız bütün amellerinin ziyan olmasına yol acar ve onu ebedî hayatında hüsrana sürükler.

İman edilmesi gereken konuların başında hiç şüphesiz ki Allah Tealâ'ya (Celle Celalûh) iman gelir. Bu da. Allah Tealâ'ya imanın nasıl olması gerektiği konusunda Kur'an ve sahih Sünnet'te yer alan hususları eksiksiz ve yanlışsız bir şekilde bilmeyi ve iman binasını bu bilgi ve bilinç üzerine bina etmeyi kaçınılmaz kılar.

Sahâbenin Hakları


Kur’ân-ı Kerîm’deki şehâdetlerden sonra ashâb-ı kirâmın kıvam göstergelerinin başında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in onlara yönelik tavsiye ve uyarıları yer alır. Peygamber Efendimiz’in bu tavsiyelerinde öne çıkan noktalar, aynı zamanda ve bir anlamda “Sahâbenin Hakları” olarak da değerlendirilebilir. Hz. Peygamber’in sahâbilerle ilgili iyilik tavsiyesi bize birbirine yakın ifadelerle şöylece intikal ettirilmiştir:

“Ashâbım hakkında beni(m onlarla olan ilgimi) gözetin!”1

“Ashâbıma ikramda bulunun!”2

“Ashabıma iyilik ve ihsanda bulunun!”3

“Ashâbımı hayırla anın, onlara iyi davranın!”4

Resûlullah'a İtaat


Allah'a inanan ve itaat eden bir müslüman, Resûlullah'a da inanmak ve itaat etmek zorunda olduğu halde, bazı akl-ı evveller, Peygamber'e itaat meselesine böyle bakmıyorlar. Kendisine itaat edilmesi gerekenin sadece Allah olduğunu söylüyorlar. Âyetlerde geçen Peygamber'e itaat emrinin, onun getirdiği dînî, Kur'ân'ı kabul etmek olduğunu ileri sürüyorlar. Peygamber aleyhisselâm'ın, Kur'ân'da olan emir ve yasakların dışında yeni bir hüküm getiremeyeceğini iddia ediyorlar. Peygamber'e itaatin, sağlığında kendisine, vefatından sonra da sünnetine uymak olduğunu belirten ve bu itaatin aynı zamanda Kur'ân'ın temas etmediği konularda Resûlullah'ın ortaya koyduğu esasları kabul etmek anlamına geldiğini söyleyen İslâm âlimlerine karşı çıkıyorlar. Diğer bir ifadeyle, hadîs-i şerifleri tamamen devre dışı bırakıyorlar.

Hadis Okumalıyız


Peygamber aliyhesselam'ın bize en güzel örnek olduğunu bildiren ayet-i kerîme, onu kendimize model almamızı tavsiye etmektedir. Resul-i Ekrem efendimiz evinde nasıl yaşardı? Sokağa nasıl çıkardı? Yolda nasıl yürürdü? Gördüğü insanlara nasıl davranırdı? Mescide vardığı zaman ne yapar, nasıl ibadet ederdi? İslamiyet'i öğretme metodu neydi? Henüz müslüman olmayanlara karşı tutumu ve onlara İslam'ı tebliğ şekli nasıldı? İnsanlar bir yana, hayvanlara, hatta eşyaya karşı nasıl bir tavır takınırdı? Bütün bunları ve daha başka hususları öğrenmemiz. İslamiyet'i doğru şekilde yaşayabilmemiz Allah'ın Resulü'nü tanımamıza, Allah'ın Resulü'nü tanımamız da Hadislerdeki İslam'ı öğrenmemize bağlıdır.

Hadisleri okuyup öğrendikçe, mükemmele doğru giden yolda mesafeler almaya başlarız. Doğruyu yanlışı tanırız. Davranış bozukluğumuzu farkeder, kusurlarımızı kolayca yakalarız. İşte o zaman kendimizi hesaba çeker, hatalı davranışlardan uzak durmaya çalışırız.

Asr-ı Saadette Hadisler Yazılmadı mı?

Dinimizin iki ana kaynağı vardır. Biri Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim, diğeri Rasûlullah Efendimiz'in sözleri ve yaşayışı demek olan hadis-i şerifler. Biz Kur'an'ın tek bir harfi bile değişmeden, hadislerin ise, beşer tarihinde bir benzeri daha görülmeyen orijinal ve güvenli bir şekilde günümüze geldiğini biliyoruz. Fakat çoğu yahudi ve hıristiyan olan İslâm düşmanları, öteden beri, dinin bu iki kaynağı hakkında müslümanları şüpheye düşürmek istemişlerdir.

Daha çok İslâmi ilimler üzerinde araştırmalar yapan Batılılar, ki biz onlara şarkiyatçı anlamında müsteşrik diyoruz, Kur'an-ı Kerim'i Allah kelamı olarak kabul etmezler. Bunu kabul etseler, zaten mesele kalmaz. Onlara göre Kur'an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz'in Allah'dan getirdiğini iddia ettiği kendi sözleridir.

Kur'an'ı Anlamada Sünnetin Yeri


Kur'ân; okunmak, anlaşılmak ve ahkamı uygulanıp yaşanmak üzere insanlığa Hz Peygamber(as) vâsıtasıyla sunulmuş kelâm-ı ilâhîdir. Peygamberlik müessesesi, ilâhî emâneti, tam bir fetânet ve zekâ ile nefsin tutkularına kapılıp eğriliğe düşmeden (ismet), artırma ve eksiltme yapmadan doğruca (sıdk) tebliğ etmeyi gerekli kılar. Hz Peygamber için en büyük emânet, onun kıyâmete kadar devâm edecek olan mûcizesi Kur'ân'dır.

Kur'ân, kendisiyle ilgili olarak nübüvvet pınarının ser-çeşmesi Allah Rasûlü'nden üç önemli görev istemektedir: Tebliğ, tebyin ve tatbik.

Kur'ân-ı Kerim'in Fazileti


Allah Teâlâ buyuruyor:

"O kimseler ki onlar hidâyet-i ilâhiye ile ihtidâ ettiler. Allah Teâlâ Hazretleri onlara tevfik verir ve Kur'ân'ı işittikçe hidâyetleri artar, ziyâde olur ve onlara takvâ yollarını gösterir." (Muhammed Sûresi/17)

Yani münâfıklar, Kur'an'ı işitirler; fakat istifâde etmezler. Her kimin ki kalbinde ittikası zayıfdır -yani Allah Teâlâ korkusu azdır- o kimsenin Allah Teâlâ Hazretlerinin emirlerine imtisâli de o nisbetde zayıf ve gevşek olduğu gibi nehyinden de ictinâbı ona göre zayıf ve az olur.

Mü'minlerin imanlarının ziyâdeleşmesine sebep olan şey de; Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretlerinden işitdikleri Kur'an-ı azîm-üş'-şan ile ehâdis-i Nebeviyedir.