Zehirli | Konular | Kitaplar

"Sünnet'e Uymak"


Sahâbe Kıvâmı” başlıklı yazı dizimizde değerlendirmeye çalıştığımız İmam el-Evzâî’nin (v. 157) sahâbe neslinin karakterini ve bir ölçüde de ayrıcalığını oluşturan özelliklere yönelik –lüzûmü’l-cema’a, ittibau’s-sünne, imaretü’l-mescid, kıraatü’l-Kur’an ve cihad fî sebilillah- diye sıraladığı beşli tesbitin ikincisi ‘Sünnet’e uymak’tır. Bu yazımızda, aslî/orijinal ifadesiyle “ittibâü’s-sünne” özelliği ve güzelliği üzerinde bazı tespitlerde bulunmak istiyoruz.

Genel anlamda sahâbe nesli, dünyada sünnet, âhirette cennet ehli olarak dikkat çekmektedir. Çünkü sahâbiler, Hz. Peygamber’in önderliğinde onun sohbet/bilgilendirme ve yönlendirmesiyle yetişmiş, kıvamını bulmuş ilk müslümanlardır. Özellikle büyük sahâbiler, şirki, Câhiliyye’yi yaşamış, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile de İslâm’ı tanımış ve yaşamışlardır.

Durum bu olunca onlar için pek tabiî olarak yegâne ölçü ve örnek “içlerinden biri” olan [Bk. et-Tevbe(9), 127] Hz. Peygamber’di. Onlar, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken nasıl ondan başka örnek ve rehber tanımıyorlar idiyse, refîk-i a’laya yükselişinden sonra da onun yaşayışı, gidişâtı demek olan sünnet-i seniyyesinden başka bir hayat ölçüsü ve örneği tanımamışlardır. Hep onunla, onun yolunda olmaya çalışmış ve böyle bir anlayış ve yaşayışı kendilerinden sonrakilere fiilî vasiyyet ve sahâbe sünneti olarak bırakmışlardır. Yani “sahâbe sünneti” denilince ilk olarak akla, “sünnete uyma dikkati, titizliği ve uygulaması” gelmelidir. Bir başka ifade ile, sahâbe sünneti, öncelik ve özellikle Hz. Peygamber’in yaşayışının, vazgeçilmez hayat ölçüsü olarak sahâbiler tarafından mümkün olduğunca aynen yaşanmış olması demektir.

Müslümanca yaşamayı –ki bunun anlamı İslâm’ın sosyalleşmesi demektir- Hz. Peygamber örneğinde görmüş, onunla birlikte onun yorumuyla dinî kimlik ve kişiliğini bulmuş olan sahâbe nesli, Sünnet’i yaşayarak yaşatmak ve sonrakilere böylece aktarmak bakımından, müslüman nesiller içinde gerçekten yegânedir. Çünkü onlar Sünnet’e, tartışmasız İslâm’ı yaşama yöntemi ve olmazsa olmaz nitelikli cihad olarak bakıyorlar ve bu anlayışla yaşıyorlardı. Gençlik yıllarını sahâbilerle birlikte geçirme bahtiyarlığına ermiş olan İmam Evzâî’ye ait bu noktadaki tespit, -diğer özelliklerle birlikte-, işte bu gerçeği dikkatlerimize sunan fevkalâde önemli tarihî bir şâhitliktir.

Sünnetin Rehberliği

Ümmet, peygamberlerin beşerî plandaki sorumluluk ve önderlik çerçevesinin adıdır. Hz. Peygamber için bu çerçeve, ümmet-i da’vet ve ümmet-i icâbet olarak tüm dünyalıları içine almaktadır. Sünnet de işte bu sorumluluk çerçevesine göre Hz. Peygamber’in Kur’an/İslâm yorumudur.

Ümmet-i icâbetin sosyolojik bir vâkıa olarak gerçekleşmesinde yani bir İslâm toplumunun ve medeniyetinin oluşmasında Hz. Peygamber’in rehberliği ne ölçüde gerekli, etkili ve vazgeçilmez ise, ümmet yapısının devamında da onun uygulamaları/sünneti –prensip ve pratik olarak- aynı ölçüde gerekli ve vazgeçilmez bir önderlik ve rehberlik konumuna sahiptir. Sahâbîlerin hayatı, bu gerçeğin canlı şâhididir, Onlar günlük işlerinden, devletlerarası ilişkilerine varıncaya kadar pratik hayatın her safhasında vazgeçilmez örnek ve rehber olarak Hz. Peygamber’in sünnet-i seniyyesini almış ve ona uymaya çalışmışlardır. Dolayısıyla bu ilk İslâm nesli sahâbilerin yetişmesi, anlayışları ve yaşayışlarında kalite ve denetim unsuru hep sünnet olagelmiştir. Onların Sünnet’e uyma özelliklerini kısaca “Her yönüyle bütün bir hayatı Sünnet’e göre değerlendirirlerdi” diye özetlemek mümkündür.1 Biz burada, günümüze de ışık tutması açısından bir iki nokta üzerinde durmakla yetineceğiz.

Değişmez Ölçüleri Sünnetti

Bilinen bir gerçektir ki sahâbiler, İslâm ile ilgili hemen herşeyi ilk kez duyan ve ilk kez yaşayan, İslam yapılanmasına kuruluş aşamasında şahid olan ve katkıda bulunan nesildir. Buna rağmen onlardan hiç biri “Biz Kur’ân-ı Kerim’in nüzulüne şahit olduk, onu en doğru biz anlarız, ondan anladığımız da dinin ta kendisidir” gibi bir anlayış ve iddiayı asla ileri sürmemiştir. “Hz. Peygamber zamanında böyle bir şeyin söylenmesi düşünülemezdi” denilebilir. Tarihen sabittir ki onlar Hz. Peygamber’in vefatından sonra da asla böyle bir söylemde bulunmamışlardır. Çünkü onların bilgilenme ve Kur’an’ı/İslâm’ı algılama ve anlama odağı hep Hz. Peygamber, onun açıklamaları ve yaşayışı (Sünnet) olagelmiştir. Bu sebeple de onlar, her konuda her zaman Sünnet’i ölçü bilmiş ve Sünnet’teki yorumu aramışlardır.

Onlar için Sünnet en tartışmasız pratik delil ve örnekti. Bir çok soruya “Hz. Peygamber şöyle buyurdu veya şöyle yaptı, yapardı” diye cevap vermeleri, hem kendileri hem de tüm müslümanlar için Sünnetin, tartışılmaz, itiraz edilemez bağlayıcı bir delil olduğu anlayışından kaynaklanıyor ve meseleleri çözmede onların öncelikli yöntemi yani “sahâbe sünneti” anlamına geliyordu.

Bugün, Hz. Peygamber’e âidiyetinde şüphe bulunmayan bir beyân (hadis) veya uygulama bile, bir kısmımızı o delil istikametinde harekete sevk edemiyorsa, demek ki, Sünnet’e ittiba/uyma konusundaki tembelliğin asıl sebebi, delillerin sıhhatine yönelik bilimsel şüpheler değildir. Bu olsa olsa, sadece bir bahânedir. Unutulmamalıdır ki din, “kabul” olduğu kadar aynı zamanda “amel”(pratik)dir de. Sahâbilerin erişilmez üstünlüklerinin önde gelen bir yönü onların uygulayıcı (amelî) olmalarıdır. Bizzat Hz. Peygamber’in zaman zaman “Bende sizin için bir örnek yok mu?” uyarıları, sahâbilerdeki söz konusu amelîliğin ve pratik ölçü olarak Sünnet’in benimsenmesinin başlıca âmillerinden biridir. Halkımızın ifadesiyle söyleyecek olursak, “Allah’ını seven, Peygamber’e uymakla” görevliydi, görevlidir. Nitekim âyet-i kerîmede de bu görev çok açık şekilde ilan edilmiş bulunmaktadır: “De ki; Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın..”[Âl-i İmrân (3), 31]

Sahâbilerin birbirlerini eğitmede, değerlendirmede ve denetlemede Sünnet’i dikkate aldıkları görülmektedir. Tartışmaları hep Sünnet’i ortaya koymaya yönelik olmuştur. Mesela Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inden (I, 252) öğrendiğimize göre Abdullah İbn Abbas (r.a.) ile Urve b. Zübeyr (r.a.) arasında hac aylarında umre yapılıp yapılamayacağı konusunda şöyle bir konuşma geçmiştir:

İbn Abbas;

Hac aylarında umre yapılabilir.

Urve,

Ebû Bekir ve Ömer bunu yasakladı.

İbn Abbas;

Resûlullah hac aylarında umre yapmıştır.

Urve;

Ebu Bekir ve Ömer, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymakta senden ileri ve Resulullah’ı senden daha iyi bilen kimselerdir.”

Burada ve benzeri olaylarda dikkat çeken nokta, ihtilaf halinde Hz. Peygamber’e yakınlığı ile bilinen sahâbilerin tavır ve tercihlerinin, “sünnet’e uyma” prensip ve özelliğinin bir gereği sayılmasıdır. İlk kaynağın ve ona en yakın olan kaynakların çözümde esas alınması yöntemi, çok modern ve isabetli metodik/usûli bir yaklaşımdır..

Sünnet Bilincinin Gereği

Diğer taraftan “Kur’an ile denetim” anlamına gelen örnekler-hayret edilecek derecede- sınırlıdır. Bu durum, sahâbilerin Kur’an bilgilerinin azlığından değil, onlardaki Peygamber uygulamalarının güncelliği ve en doğru yorum olduğu bilgi ve bilincinin sonucudur. Çünkü Kur’ân’ı tebliğ eden de hayatıyla onu canlandıran da Hz. Peygamberdir. Şu olay, bu bilincin ilgi çekici bir boyutunu sergilemektedir.

Büyük sahâbî Ebû Eyyüb el-Ensârî hazretleri radıye anhü’l-Bârî Mısır’da bulunduğu sırada bir gün, vâli Ukbe b. Âmir radıyallahu anh akşam namazını biraz geç kıldırdı. Bunun üzerine Ebû Eyyub;

-Bu ne haldir ey Ukbe? dedi. O;

-(Devlet işleriyle) meşguldüm, diye cevap verdi.

Bu defa Ebû Eyyub;

-Senin bu hareketini, insanların, “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den böyle görmüştür’ diye değerlendirmelerinden korkuyorum. Halbuki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ‘Akşam namazını yıldızların gökte göründüğü zamana ertelemedikleri sürece ümmetim hayr –bir rivayette sünnet, bir başkasında fıtrat, bir diğerinde İslâm- üzere devam eder’ buyurmuştur, dedi [Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 417; Hâkim, Müstedrek, I, 303, Beyrut, 1990, M.Abdülkâdir Ata tahkiki].

Bu olayda açıkça görüldüğü gibi, sahâbilerin sünnete bağlılığında, herhangi bir gerekçe ile sünnet dışına kaymalarının, halk tarafından “Hz. Peygamber’den böyle görmüştür” diye “sünnet”in öyle olduğu sanılacağı kuşkusu da etkili bir unsur olmuştur. Bu ise, işin ümmet boyutunun dikkate alınması ve derin bir sorumluluk bilinci demektir.

Netice olarak, Hz. Peygamber’in yaşayışını yakinen bilen sahâbilerin, Sünnet’e uymanın başlı başına kurtuluş (necat) demek olduğunda en küçük bir tereddütleri yoktu. Bu sebeple de Sünnet’e ait verilerin gerçekliğini anlamak ve ona uymak için başkaca herhangi bir olay veya delile ihtiyaç dumuyorlar, ellerinden geldiğince Sünnet’i yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyorlardı. Bu onların gerçekten ayrıcalıkları anlamında başlıca özelliklerindendi.

Allah hepsinden razı olsun.

Dipnot: 1) Sahâbilerin konuya ait tutum ve davranışlarını örnekleriyle görmek için bk. A. Uraler, Sahâbe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık, s.153-297 (İstanbul, 2001. ikinci baskı)
Kaynak:ALTINOLUK DERGİSİ


Konular