Zehirli | Konular | Kitaplar

itikad

Takva- tağva gerilimi

İki temel İslamî kavram "takvâ" ve "tağvâ". İlki genellikle meallerde "Allah korkusu" veya "sorumluluk bilinci" olarak veriliyor. Oysa takvanın bunları aşan boyutları var. Her şeyden önce "Allah korkusu" tabirini karşılayan bir değil, iki kavram var: Huşu ve haşyet. Bunlardan ilki korkuyla karışık saygıyı, bir dinginlik ve sekinet halinde idrak anlamını içerirken, ikincisi istiğrak halinde, her an canlı ve diri bir şuur halinde hissedilen korkuyu anlatıyor.

Takva ise, iman ve istikamete zarar vermesin diye, nefsi zabt-u rabt altına almak için mübahlardan bile gönüllü olarak vazgeçmeyi, uzak durmayı ihtiva eden "imanda ve amelde kemal" diye ifade edebileceğimiz bir hassasiyetin, incelmiş bir ruh halinin, ahlak ve seciyede billurlaşan bir tavrın teşahhusu. Biz bunu, insanın pozitif yönde, insaniyette zirveyi yakalaması olarak ifade edebiliriz.

Tağva ise azgınlıkta, isyan ve taşkınlıkta varılan son noktayı anlatıyor. "Tuğyan" ile aynı kökten. Bunu da insanın negatif yönde, şeytaniyette zirveyi bulması olarak işaretleyebiliriz.

Muhtelif Meseleler-4

Geçen hafta, mürtedin katli hakkında icma bulunduğu tesbitini tartışmalı kılabileceği düşünülen meseleyi ele almıştık. Ve görmüştük ki, bu meselede cumhurun üzerinde birleştiği hükme aykırı kanaatte olduğu nakledilen Hz. Ömer (r.a), İbrahim en-Neha'î ve Süfyan es-Sevrî'den, cumhurdan farklı düşünmedikleri de nakledilmiştir. Dolayısıyla bu meselede icma bulunmadığını söylemek o kadar kolay görünmemektedir.

Bu hafta da meselenin Kur'an'a uygunluk-aykırılık boyutunu görelim.

İddia, mürtedin katli hükmünün pek çok Kur'an ayetine aykırılık teşkil ettiği yönünde. Bu iddiaya delil getirilen ayetlerden bazıları şunlar:

- "Din'de zorlama yoktur. İman ile küfür apaçık ortaya çıkmıştır…"[i]

Tevatürü hafife almak

Zaman zaman gençlerin bilhassa itikadi konularda serbestçe sarf-ı kelam ettiği konusunda mailler alıyorum. İnternetteki kimi forumlarda tevatürle sabit bir takım meselelerin inkârı söz konusu oluyormuş. Bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmanın getirdiği önemli bir tehlike bu.

Hz. İsa (a.s)’ın nüzulü, kabir azabı ve benzeri meseleler hakkında genellikle şu tarz değerlendirmeler yapılıyor: “Bu meseleler Kur’an’da geçmiyor, bazı hadislerde yer alıyor. Ama hadis Kur’an’a aykırı olamaz. Dolayısıyla bu konulardaki hadisler uydurmadır.” Ya da, “Evet, bu konuda bazı hadisler var, ama bu hadisler itikadî sahada bir şey ifade etmez.”

İmam Ebû Hanîfe şöyle der: “Kabir azabını bilmem” diyen kimse helaka uğrayan Cehmiyye’dendir. Çünkü o kimse, kabir azabının ifade edildiği “Biz onları iki defa azaplandıracağız” (9/et-Tevbe, 101) ayetini ve kabirdeki azabı anlatan “Şüphesiz zulmedenlere bundan başka da bir azap var” (52/et-Tûr, 47) ayetlerini inkâr etmiştir. Eğer bu kimse, “Ben ayete inanıyorum; ancak tefsir ve teviline inanmıyorum” derse kâfir olur. Çünkü Kur’an’da, tevili tenzilinin aynı olan (ne ifade ettiği konusunda ayrıca yoruma gerek bırakmayacak ölçüde açık olan) ayetler vardır. Eğer bunu inkâr ederse kâfir olur.” (1)

ALLAH TEALÂ (Celle Celalûhu) MAHLÛKATINA BENZER Mİ?


İtikadî konular, mahiyeti gereği en küçük bir ihmal, gevşeklik ve yanlış düşünce kabul etmez. Çünkü İslâm, insanlara öncelikle, neye nasıl iman edilmesi gerekiyorsa, ona öylece iman etme mükellefiyeti getirmiştir. Yüce Kitabımız Kur'anı Kerim, muhataplarını lekesiz, sağlam ve makbul bir inanç zeminine çekmek için itikat konusuna oldukça yoğun bir vurgu yapmıştır. Zira herşeyin temeli inançtır ve inanç konusunda ortaya çıkan en küçük bir eksiklik veya yanlışlık, insanın Allah'a (Celle Celalûh) sığınırız bütün amellerinin ziyan olmasına yol acar ve onu ebedî hayatında hüsrana sürükler.

İman edilmesi gereken konuların başında hiç şüphesiz ki Allah Tealâ'ya (Celle Celalûh) iman gelir. Bu da. Allah Tealâ'ya imanın nasıl olması gerektiği konusunda Kur'an ve sahih Sünnet'te yer alan hususları eksiksiz ve yanlışsız bir şekilde bilmeyi ve iman binasını bu bilgi ve bilinç üzerine bina etmeyi kaçınılmaz kılar.

İTİKADÎ BOŞLUK UÇURUMA GÖTÜRÜR


İnandığı gibi yaşamak

İtikat, dinin temel inanç değerlerine kalbî bağlılık ve inanmak demektir. İman ve itikat aynı şey olup Allah'tan başka ilah olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahadet etmekle başlar. İslam dinindeki iman esasları "amentü"de formülize edilmiştir.

Müslümanlar, Allah'a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret Gününe ve Kadere; hayır (iyilik) ve şerrin (kötülük) Allah'tan olduğuna inanırlar. Nitekim Rabbimiz; "Sana isabet eden iyilik Allah'tandır, sana isabet eden kötülük de nefsindendir" (Nisa, 4/79) buyurur.

Yani kötülük, günahın sebebiyledir, ben de onu sana günahın sebebiyle takdir ettim buyurmaktadır. Keza Allah şöyle buyurur: "Size isabet eden her musibet, ellerinizle işlediklerinizden dolayıdır." (Şura, 42/30). Ayrıca Kuran'ı Kerim ve hadislerde bildirilen bütün gerçekler, beyan edilen hususlar, Müslümanlar için esastır.
İnanç değerleri, insan davranışının temelini oluşturur. İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. Bilindiği üzere her insanın temel değerlerini oluşturan, benimsediği hususlar söz konusudur. Temel itikadî konular, aslında bütün ilahi dinlerde aynıdır. Çok az bazı detay noktalarda farklılık vardır. Ancak İslamiyet, en son ve en mükemmel dindir. Bütün dinlerde Allah ve Ahiret inancı, imanın temelini oluşturur.

İtikadi mezheplerimiz Maturidi ve Eşari

Bu ayki yazımızda mezhebin lüzumu ile birlikte itikat da Ehli–Sünnet ve–l'Cemaat yolunun hak olan iki mezhebi Maturidi ve Eşari mezheplerini inceleyeceğiz.

Öncelikli olarak Mezhep kelimesi lügat da gidilen yol manasına geldiğini ifade edelim.

İmanda, itikadda tek mezhep vardır


Sual: İtikadda kaç mezhep vardır?

CEVAP
İmanda, itikadda tek bir mezhep vardır. Bu mezhep Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir. Çünkü İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir.

Bu imanın esaslarını ve nasıl itikad edileceğini, bizzat Peygamber efendimiz aleyhisselam tebliğ etti. İnsanlara, kendilerini ve herşeyi yaratan Allahü teâlâyı haber veren Peygamberimiz, Allahü teâlâya, Onun yarattıklarına ve Onun emir ve yasaklarına imanın nasıl olacağını da bildirdi.

Muhammed aleyhisselama ve Onun bildirdiklerine, temiz, dürüst ve hakiki bir iman, ancak Onun bildirdiğini tam ve hiç şüphesiz kabul edip inanmakla, hepsini beğenmekle mümkün olur. Bu hususta çok az, kıl kadar da olsa bir ayrılığın, Ondan ayrılmak olacağı meydandadır. Böyle bir ayrılığa düşenlerin kendilerini haklı çıkarmak için öne sürecekleri dini, siyasi, beşeri, içtimai, fenni.. v.s. gibi sebeplerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü İslamiyet her ne suret ve sebeple olursa olsun, imanda ve itikadda ayrılığa asla izin vermemekte, yasaklamaktadır.

SAHİH BİR İTİKAD NASIL OLMALI?

İman, İslam binasının temelini oluşturmaktadır. İman olmadan hiçbir amel Allah katında makbul değildir.

İslam'da ilk önce iman gelir. İman, her Müslümanın öncelikle sahip olması gereken bir özelliktir. Dolayısıyla Müslümanın en değerli varlığı imanıdır diyebiliriz. Çünkü insan, dünyada huzur ve saadete, ahirette ebedi mutluluğa ancak imanla kavuşabilir. Ancak, son nefese kadar imanı korumak ve ahirete bu imanla gitmek gerekir.

İman ve inanç çok önemli olduğu için Kur'an'da, Mekke döneminde inen ayetlere baktığımızda, tamamen inançla ilgili prensipleri açıkladığını görmekteyiz. Mekke döneminde hüküm ayetlerinin çok az olduğu, hükümle ilgili ayetlerin genellikle Medine'de inmeye başladığı görülmektedir.

Yani, ancak inançla ilgili prensipler açıklanıp da insanların zihinleri yanlış, batıl ve hurafe düşüncelerden temizlendikten sonra Medine döneminde ibadetlerle ilgili ayetler inmeye başlamıştır.

İslamî Siteler ve İtikadî Tehlike

İslamî Siteler ve İtikadî Tehlike

İslâm dünyasında, kardeşler arasına nifak sokma gayreti, yeni gelişen bir şey olmayıp bilakis evvelden beri bilfiil devam ede gelen bir mefhumdur. Oldukça ciddi ve sinsi planlar çerçevesinde mü’minlerin arasında olması gereken ülfet-ünsiyet ve muhabbetler, kimi zaman “tecavüzkâr” kimi zamanda “tecdîd” veya “reform” kisvesi ve bu kisvenin gereklerinin bir sonucu olarak yok edilmeye çalışılmıştır.

İTİKAD ALİMLERİMİZ EBU'L HASAN EŞ'ARİ

Ehl-i sünnetin îtikâddaki iki imâmından biri ve büyük velîlerden. İsmi Ali bin İsmâil, künyesi Ebü'l-Hasan'dır. Eshâb-ı kirâmdan Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin neslinden geldiği için Eş'arî nisbesiyle meşhûr olmuştur. 874 (H.260) veya 879 (H.266) senesinde Basra'da doğdu. 935 (H.324) veya 941 (H.330) senesinde Bağdât'ta vefât etti. Kabri Bağdât'ta olup, Basra kapısı ile Kerh arasındaki kabristandadır.

İmâm-ı Eş'arî diye de bilinen Ebü'l-Hasan-ı Eş'arî hazretleri küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline yöneldi. Tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerini zamânının meşhur âlimlerinden Zekeriyyâ bin Yahyâ es-Sâcî, Ebû Halîfe el-Cümehî, Sehl bin Serh, Muhammed bin Yâkub el-Mukrî, Abdurrahmân bin Halef ve Ed-Dâbiî'den öğrendi. Ebû İshâk Mervezî'nin hadîs derslerine devâm etti. Üvey babası ve Mûtezile kelâmcılarından olan Ebû Ali el-Cübbâî'den kelâm ilmini öğrendi. Kırk yaşına kadar Mûtezile bozuk yolu üzerinde bulundu. Bu fırkanın meşhurları arasında yer aldı. Yazdığı kitaplarında Mûtezilenin fikirlerini müdâfaa etti. Kırk yaşından sonra bozuk yolda olduğunu anladı. Tövbe edip Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine tâbi oldu.

Doğru imanın önemi

İslam dini, Allahü teâlânın, Cebrail ismindeki melek vasıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselama gönderdiği, insanların, dünyada ve ahirette rahat ve mesut olmalarını sağlayan, usül ve kaidelerdir. Bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslamiyet’in içindedir. Eski dinlerin bütün iyiliklerini, İslamiyet, kendinde toplamıştır. Bütün saadetler, başarılar ondadır. Aklı selim sahiplerinin kabul edeceği esaslardan ibarettir. Nasipli olanlar onu ret ve nefret etmez, İslamiyet’in içinde hiçbir zarar yoktur. İslamiyet’in dışında hiçbir menfaat yoktur ve olamaz. Çünkü Allahü teâlâ buyuruyor ki:

(Hak din yalnız İslâmdır.) [Al-i İmran 19]

Doğru iman ve amel

Bazıları Allaha inanan herkesin cennete gideceğini sanıyor. Bu çok yanlıştır. Amentü'deki altı esastan birine inanmayanın imanı geçersizdir. Bunun için inanmak değil, doğru inanmak önemlidir. Âhirette kurtulmak, ibâdetin çok olmasına değil, doğru imana bağlıdır. İhlaslı ameli az da olsa,
hatta hiç ameli olmasa, zerre kadar doğru imanı olsa yine cennete girer. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Kalbinde zerre kadar imanı olan cehennemde kalmaz.) [Buhârî, Müslim]

Dinimizi bozmaya çalışanlar

Türkiye'ye ilk defa mezhepsizlik ve Vehhabiliği sokmaya çalışanlardan biri olan 1940'lı yıllarda vefat eden bir hoca diyor ki: (Kur'an ile hadisler sayılıdır. Olaylar ise sonsuzdur denilerek, kıyas ile birçok şey ilave edilmiştir. Kıyas ve ictihad yoktur) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerine iftira ediyor. Kıyas ve ictihad, dine bir şey eklemek değil, Kur'an ve hadisin, derin örtülü manalarını meydana çıkarmaktır. Eshab-ı kiram da kıyas yapmıştır. İcmanın da âyetle emredildiği Beydavi tefsirinde yazılıdır.(Dinde, her şey söylenmiştir. Ancak Kitap ile Sünnetin bildirmediği her şey mubahtır) diyerek tenakuzlu konuşuyor. (Kıyas ile, din arttırılıyor, mubahlar haram ediliyor) diyerek dinin bir hükmü olan kıyasa saldırıyor.

İTİKADI DÜZELTMEK

İmâm-ı Rabbani hazretleri faideli ilimler hazinesi Mektûbat'ında buyuruyor ki:

Dünya ve âhıret saadetlerine kavuşmak için, dünya ve âhıretin efendisine (S.A.V.) uymak lâzımdır. Ona uymak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak, önce itikadı düzeltmek lâzımdır. Bundan sonra o büyüklerin Kur'ân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden anlayıp bildirdikleri halâl, haram, farz, vâcib, sünnet, mendub, mubah ve müştebeh bilgilerini, öğrenmek ve bütün işlerini bunlara uygun olarak yapmak lâzımdır.

Bu iki itikâd ve amel kanatları elde edildikten sonra, eğer ezelde mes'ud olmuş ise, mukaddes âleme uçmak nasip olur. Bu iki kanat olmadan yükselmek olamaz.

DOĞRU İTÎKÂD

Akıl ve baliğ olan erkeğin ve kadının birinci vazifesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır.

Kıyamette Cehennem azabından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmağa bağlıdır. Cehennemden kurtulacak olanlar, yalnız bunların yolunda gidenlerdir.