Zehirli | Konular | Kitaplar

HRİSTİYAN BATI DÜNYASINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR

Hristiyanlık bir din olarak ilk defa Filistin'de ortaya çıkmasına rağmen, Islâmiyetin ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra, Asya kıtasındaki etkisini ve ağırlığını kaybetmiş ve Avrupa'ya yerleşmiştir. Hz. İsa'dan sonraki ilk yüzyıllarda Filistin, Suriye, Anadolu ve çevresinde yaşayan Hristiyanlık, birçok önemli merhaleleri bu topraklarda geçirmiştir. Daha önce bahsetmiş olduğumuz konsiller, kanonizasyon hadisesi, sahih ilân edilen nüshaların çoğaltılma işlemleri gibi hadiselerin büyük bir kısmı, Bizans'ın Asya kıtasında kalan topraklarında gerçekleşmişti. Asya'da İslâm hakimiyetinin yayılması sonucu, Anadolu'dan da çıkmak zorunda kalan Hristiyanlık, önemli bütün çalışmalarını Avrupa'da yürütmeye başlamıştır. Mamafih, Hristiyanlık daha birinci asırda Ro-ma'ya kadar gitmiş, Avrupa'nın muhtelif ülkelerinde Hristiyan cemaatler birinci asırdan itibaren varlıklarını hissettirmişlerdir. Ancak bu cemaatlerin, yukarda bahsettiğimiz mühim hadiselerde önemli bir rolü olmamıştır. Bizans-Roma rekabeti neticesinde Roma'nın, Katolik Hristiyanlığm merkezi haline gelişinden sonra Batı, Hristiyan dünyasında ağırlığını hissettirmeye başlamıştır. Roma'nın, Katolik Hristiyanlığın merkezi olarak ortaya çıkmasından sonra, Kitâb-ı Mukaddes üzerinde yapılan çalışmalar, Batıda devam ettirilmiştir.

Bilhassa Yeni Ahidin kanonizasyonundan sonra başlayan kopya işinde, Avrupa'daki kiliselerin de faal olarak çalıştıklarına şahit olmaktayız. Batıda, kopya ve çoğaltma işinde meydana gelen aksilikleri gidermek için bir takım tedbirlerin alındığını biliyoruz. Bilhassa çocukların ve kölelerin kopya işinde dikkatsiz davranarak büyük hatalar yapmalarına engel olmak için, Batı Kiliseleri bir takım tedbirler almış, bu işi küçüklere ve kölelere bırakmayıp, büyüklerin yapması gerektiğini söyleyerek bu yolda direktifler vermişlerdir.

M.S. beşinci yüzyıldan sonra, bilhassa İtalya ve İspanya'da Eski ve Yeni Ahidin Latinceye tercümeleri yapılmış, özellikle Yeni Ahidin Yunanca nüshaları ile, bu tercümeler karşılaştırılarak mukayese yoluna gidilmiş, bozuk nüshalardan kurtulup esas orjinal nüshalara en yakın nüshalar ortaya konmaya çalışılmıştır. Özellikle matbaanın icadı ile birlikte, Kitâb-ı Mukaddes basılmaya başlanınca, basılı nüshanın dayanacağı yazma nüshalar konusunda yoğun çalışmalar yapılmıştır.

Doğu Kiliselerinin Kitâb-ı Mukaddes üzerindeki araştırmalara karşı takındığı tavrı, Batı Kiliseleri de aynen benimsemiş ve kopya tashihi dışında herhangi bir şekilde bu kitap üzerinde inceleme yapmaya izin vermemişlerdir. Başta Roma Kilisesi olmak üzere Batı Kiliselerinin hepsi, Kitâb-ı Mukaddeste yer alan bütün kitapların vahiy mahsülü olduğunu, bu kitapların muhtevaları hususunda herhangi bir tereddüde mahal bulunmadığını öne sürmüşlerdir. Fakat, konuya orta çağlarda az da olsa bazı kimselerin eğilmeye başladıkları da görülüyor. Bunlardan bir tanesi Mopsuestalı Theodore olup o, Hz. Davud'un Zeburundaki bazı şiirlerin, Davud'dan çok sonraki sürgün dönemlerine ait olması gerektiğini söylemiştir. Yahudi asıllı İsaac ben Jesus(lSOl), Tekvinde geçen bazı ifadelerden, bu kitabın Hz.Musa'dan sonraki bir dönemde yazıldığının anlaşıldığını belirtmiştir. Yine Yahudi araştırmacılardan İbn Ezra, Tevratın muhtelif yerlerinde geçen ifadelerden, bu kitabın, Hz. Musa'dan çok sonraları kaleme alınmış olduğunun ortaya çıktığını ifade etmiştir.

Roma Kilisesine karşı, M.S. XVI. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan başkaldırma hareketi ile beraber, bu hereketi başlatanlar hem Yeni, hem de Eski Ahid üzerinde ciddi tartışmalar açmışlardır. Bu işe öncülük edenlerden biri Martin Luther (1489-1546) olup o, hem Yeni, hem de Eski Ahid üzerinde korkusuzca tenkidler yapmıştır. O, Tevratın Hz. Musa zamanında yazılıp yazılmadığını tartışarak, eğer bu kitabın Hz. Musa tarafından yazılmamış ise, kimler tarafından yazılmış olabileceğini bulmaya çalışmıştır. Luther, Eski Ahidin Nebiler kısmında bulunan bazı kitapların, bu Yahudi peygamberler tarafından değil de, redaktörler eli ile yazıldığını söylemiştir. Luther, Yeni Ahid üzerinde de çalışarak, daha önce Matta, Markos, Luka, Yuhanna şeklinde yapılan sıralamayı değiştirmiş ve Matta İncilini birinci sıradan üçüncü sıraya koymuştur. Ona göre, Pavlos'un İbranilere Mektubu, Pavlos tarafından yazılmadığı gibi, onun dışında başka bir Havari tarafından da yazılmamıştır. Yine Luther'e göre, Yuhanna İncilinin yazarı Havari Yuhanna değildir. Yuhanna'nın Vahyi öyle karışık ve muğlak ifadelerle doludur ki, bu kitaptan Hz.İsa'yı öğrenmek mümkün olamaz.

Jean Calvin(1509-1564) de, Luther gibi Kitâb-ı Mukaddes üzerinde incelemeler yapmış ve bu kitaba tenkid yöneltmiştir. Calvin'e göre, Yeni Ahidde yer alan Yehuda'nın Mektubunun kanonik olduğu şüphelidir, ancak okunmasında fayda olabilir. Pavlos'un İbranilere Mektubu kanonik olmakla beraber, bu eser aslında Pavlos'a ait değildir. Yine ona göre, Eski Ahidde yer alan Joshua ve Samuel kitaplarının yazarları Joshua ve Samuel değildir.

D. A. Bodenstein Carlstadt, XVI. yüzyılda "De Canonicis Scripturis" adlı bir eser yazarak, Hz.Musa'nın vefat hikayesinin Tevratta yer alması dolayısı ile, onun kendi ölüm haberini kendisinin yazamıyacağını belirtmiştir.

Kitâb-ı Mukaddes hakkındaki Kilisenin telkin ve müda-helelerinden kurtuluş, Rönesansla birlikte ortaya çıkmıştır. Tabiî ilimler üzerinde yapılan ilmî araştırmalar, kozmoloji konusunda Kitâb-ı Mukaddesin verdiği bilgilerle açıkça çatışıyordu. Bacon (1561-1626) ve Descartes (1596-1650) gibi felsefeciler, uzun süreden beri Kilise tarafından savunulan Tomistik sentezin altını üstüne getirdiler. Avrupa'da pekçok kişi, kendi akılcı ve inkilapçı düşünceleri ile Kilisenin tesirinden kurtulmuş ve Kitâb-ı Mukaddeste yer alan kitapların yazarları hak- kında araştırma yapmaya başlamıştır. Bu çalışmaları başlatanlar, Kilise tarafından şiddetle suçlanarak yaptıkları çalışmalar engellenmeye çalışılmıştır. Bu tür çalışmalar yapanlardan en önde gelenler, İngiltere'de Hooker (1553-1600), Hollanda'da Arminius (1560-1609), Almanya'da Calixtus(1586 -1656) vb. kimselerdir.

Batıda Kitâb-ı Mukaddes üzerinde kayda değer çalışma yapanlardan biri de Elias Levita (1538)dır. Ona göre İbranice Tanahta bulunan sesli harfler (harekeler) ve aksanlar orjinal değildir, bunlar Tanah ilk yazıldığı sırada yoktu ve sonradan ilâve edildi. Ona göre bu harekeleme işi, M.3. altıncı asırda yapıldı. Onyedinci yüzyılda Kitâb-ı Mukaddes üzerinde araştırma yapan Louis Coppel (1586-1656), Tanahın kenarındaki Masoretik derkenarın, daha sonraki bir dönemde konulduğunu, Tanahm başlangıçta sadece sessiz harflerle yazılmasından dolayı, bu kitapta telafisi kabil olmayan hataların olduğunu, dolayısı ile bu metne güvenilemiyeceğini ileri sürdü.

"Joshuae İmperatoris Historia İllustrata" isimli eserin yazarı Andre Maes, Tevratın Hz.Musa'dan sonra müdaheleye maruz kaldığını ve redakte edildiğini ileri sürmüş, bu yüzden 1586 yılında yazmış olduğu kitap, Kilise tarafından yasak kitaplar listesine alınmıştır.

XVI. yüzyılın ortalarında Stephanus, basıma hazırlamış olduğu Yeni Ahidde, metinlerin muhtelif nüshalarında bulunan farklı okunuşları zikretmişti. 1550 yılında Great Mill, Stephanus'un hazırlamış olduğu bu metni olduğu gibi yayınladı. Mill, bu yayından sonra, Yeni Ahid metnini güvenilmez ve şüpheli hale sokmakla itham edildi. Onu, bu yayınından dolayı sadece Kilise babaları değil, aynı zamanda üniversite hocaları da şiddetle eleştirdiler ve onun Hristiyan dinine karşı düşmanlıkla dolu, günah işlemeye temayüllü bir insan olduğunu söylediler. Çünkü o, bastırmış olduğu Yeni Ahid metninde 30 binden fazla okunuş farklılıkları bulunduğunu göstermişti.

Stephanus ve Mill'in ortaya koyduğu bu gerçeklerin yıkıcı etkisini ortadan kaldırmaya çalışan Hristiyan dünyası, bu eseri çürütebilmek için birçok eser kaleme almıştır. 1710 yılında Whitby, yazdığı bir eserle, Mill'in yayınma şiddetle çattı. Bu arada Whitby'in eserine cevap vermek üzere Antony Collins, "Discourse of Free Thinking" isimli bir kitap yazdı. Whitby'i savunmak ve Collins'e cevap vermek üzere, Richard Bentley, "Remarks Upon a Late Discourse of Free Thinking" isimli eserini kaleme aldı. Bentley bu eserinde, yazmalarda bulunan farklılıkların Tanrı'nın bir lütfu olduğunu, bunların bulunmasının Yeni Ahide zarar değil, fayda sağladığını iddia etti.

XVII. yüzyılda meşhur hukukçu Grotius (Huig Groot 1583-1645), Yeni ve Eski Ahid üzerinde çalışmalar yaparak, Kitâb-ı Mukaddeste bulunan kitaplara şerhler yazmıştır. Luther ve Calvin'nin ileri sürdüğü fikirlere o da iştirak ederek, İbranilere Mektubu Pavlos'un yazmadığını, Eski Ahidde yer alan Eyyub(Job) kitabının, Yahudi sürgününden önce değil, sonra yazıldığını söyledi. Ona göre Luka, yazmış olduğu İncilini önce İbranice olarak kaleme almış, sonra bizzat kendisi bu İncili Yunancaya çevirmiştir. Grotius'un eseri "Annotata ad Vetus Testamentum", kendisinden sonra konu üzerinde çalışanlara rehberlik etmiş, pekçok araştırmacı çalışmalarında bu eseri örnek almışlardır.

XVII. yüzyılda Kitâb-ı Mukaddes üzerinde ciddi eleştiri yapanlardan biri de Hobbes(1588-1679)'dir. Hobbes, yazmış olduğu "Leviathan" isimli eserde, daha ileri bir adım atarak Tevratın tamamının Hz. Musa'dan sonraki bir dönemde yazılmış olduğunu söyledi. O, iddiasını ispatlamak üzere Tevratın metninden pasajlar sunarak, bunların Hz.Musa'dan sonra meydana gelen olayları zikrettiğini ve Hz.Musa'nın bunları söyleyip yazmasının imkânsız olduğunu söyledi. Ona göre Joshua(Yeşu) kitabı da Joshua'dan çok sonra kaleme alınmıştır. Hakimler kitabının 18: 30 kısmında geçen ifadelere bakılırsa, bu kitabın sürgün sonrası yazıldığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Hobbes'e göre Samuel, Krallar, Tarihler, Nehemya ve Ezra kitapları da sürgünden sonra kaleme alınmışlardır. Yine o, Eyyûb kitabının yazıldığı tarihin meçhul olduğunu, Davud'un Zeburunda ona ait olmayan kısımlar bulunduğunu, Süleyman'ın Mesellerinde de aynı durumun söz konusu olduğunu söylemekte, ayrıca Vaizler ve Süleyman'ın Şarkılarının gerçekte Süleyman'a ait olmadıklarını ifade etmekte-dir.

Yahudi asıllı Baruh Spinoza(1632-1677), felsefî kabiliyeti sayesinde Kitâb-ı Mukaddes üzerinde pekçok tenkidler yapmış ve şu sonuçları elde etmiştir: "Eğer kutsal metinleri, gerçekte olduğundan farklı göstermek için üzerlerine yüklenen peşin hükümlerden sıyırır ve diğer bütün metinlere yaptığımız gibi, onlara da tenkid kurallarını tatbik edersek, onların hakikî mahiyetleri ortaya çıkar. O zaman bunların birer insan eseri olduğu, şüpheler, tezatlar ve yanlışlıklarla dolu ol-duğu anlaşılır. On Emir, Hz. Musa tarafından yazılmış olamaz. Yeşu, Hakimler, Rut, Samuel ve Krallar gibi kitapların metinleri de otantik (sahih) değildir".

Spinoza, Yahudi sinagogundan atılmasından ondört yıl sonra, "Tractatus Theologico-Politicus" isimli eserini yazmış,bu eserde düşüncelerini ne bir Yahudi, ne bir Hristiyan ve ne de bir Ateist gibi düşünmeksizin dile getirmiştir. Ona göre Eyyûb kitabı, sürgün esnasında İbranice dışında bir dil ile yazılmıştır, Daniel, Ezra, Ester ve Nehemya kitapları tek bir kişi tarafından kaleme alınmıştır, Spinoza, İncillerin ve Risalelerin yazarlarının, aslında bunları birer peygamber olarak değil, birer muallim olarak yazdıklarını ifade etmektedir. Hobbes'in "Leviathan" isimli eseri ile birlikte Spinoza'nın "Tractatus"u, Hollanda'da mahkeme kararı ile yasaklanmış, bu iki eserin basılması, satılması suç sayılmıştır.

Profesyonel bir ilâhiyatçı olan Fransız Richard Simon (1638-1712), Kitâb-ı Mukaddese girişler yazmıştır. O, önce Paris'teki papaz okuluna devam etmiş, ancak orada gördüğü bazı şeylerden hoşlanmayarak bu okuldan ayrılmış ve ilâhiyat tahsiline başlamıştır. "Histoire Critique du Vieux Testament" isimli eserinde Simon, Tevrattaki beş kitabın, gerçekte Hz. Musa'ya ait olmadığını, bunların uzun çalışmalar sonunda nihaî bir redaksiyonlarının yapıldığını belirtmiştir. Yeni Ahid üzerinde de çalışmalar yapan Simon, halen elde mevcut olan Matta İncilinin, İbranice yazılmış olan ön Matta ile bir ilgisinin olamıyacağnı söylemiştir. Yeni Ahid ile ilgili olarak "Histoire Critique du Texte du Nouveau Testament" vb. bir çok eser yazan R. Simon, metinlerin hangi zamanda, hangi yerlerde ve hangi durumlarda bulunduklarını, bunların üzerinde meydana gelen bütün değişmeleri tam ve doğru bir şekilde bilmeden, kutsal kitapları tam olarak anlamanın imkânsız olduğunu söylemiştir. Ona göre Kutsal kitabın metni birçok tadilata uğramış, metinde çeşitli değişiklikler meydana gelmiştir.

XVIII. yüzyılın başlarında İngiliz ilâhiyatçı Thomas Wooltson (1670-1733), Yeni Ahid üzerinde yaptığı çalışmalarda, bu kitapta Hz.İsa'ya nisbet edilen mucizelerin aslında önemsiz masallar olduğunu söyledi.

İnciller üzerinde yapılan bu tür çalışmalar, zamanla Almanya'da da yapılmaya başlanmış, Hermann Samuel Reima-rus, "Wolfenbuttel Fragments" isimli eserinde, İncillerde Hz. İsa hakkında söylenen şeylerin akılla bağdaşmasının imkânsız şeyler olduğunu, Hz.İsa'nın öğrencilerinin, onun karakter ve niyetini, kasden olduğundan farklı olarak gösterdiklerini ileri sürmüştür. Reimarus ayrıca, Sinoptik İncillerle Yuhanna İncili arasındaki çelişkiyi ele almış, haça gerilme konusunda İncillere birtakım ilâveler yapıldığını, yeniden dirilme konusunda abartmalı bilgiller verildiğini söylemiştir.

Asıl mesleği saray doktorluğu olan Yahudi asıllı Jean Astruc(1684-1766), ilk önceleri Protestan iken bilâhere Katolikliğe geçmişti. Astruc, Kitâb-ı Mukaddes ile ilgili yerleşmiş bütün inançları altüst edecek fikirler ortaya atmaya başlamıştır. O, araştırmalarını özel kütüphanesinde bulunan yazma eserlere dayanarak yapmış ve incelemelerini tamamı ile bilimsel metodlara uygun bir şekilde yürütmüştür. Daha önce R. Simon'nun farkına vardığı, Tevratta bir hadisenin bazen iki defa tekrarlanması hususu üzerinde dikkatini toplayan Astruc, Tevratın İbranice metninde Tanrı'nın iki ayrı isminin bulunduğunu, Tanrı'ya, Tevratta izafe edilen Elohim ve Yahve isimlerinin aslında birbirlerinin sinonimi (müradifi) olmadıklarını, çünkü bazı yerlerde sadece Elohim adı geçerken, diğer bazı yerlerde ise sadece Yahve adının geçtiğini, şayet Tevratı Hz.Musa yazmışsa bu tür farklı ifadeleri onun, ya hiç kullanmaması veya kullanmışsa ayrı ayrı yerlerde değil, rastgele ve karışık olarak kullanması gerektiğini söylemiştir. Ona göre bu durum, Hz.Musa'dan sonraki dönemlerde yapılan kompozisyonlarda, farklı kaynaklardan istifade neticesinde ortaya çıkmıştır. O, Tekvinin, en az iki veya üç ayrı yazar tarafından kaleme alınmış metinlerden derlenmiş olduğunu, bu yazarlardan herbirinin Tanrı için ayrı ayrı isimler kullandıklarını, dolayısı ile onların metinleri, aynen olduğu gibi alınınca bu durumun ortaya çıktığını söylüyor.

Ayrıca Astruc, Tekvin ve Çıkışın ilk kısımlarında görülen Elohist ve Yahvist menşein ya-nısıra, bu kısımlardaki bazı pasajların ne Elohist, ne de Yahvist metinlere benzemediğini, dolayısı ile üçüncü bir kaynağın var olduğunu söyleyerek üç kaynak tezini ortaya attı.

"Conjectures sur les Memoires Orijinaux dont il Parait que Moise s'est Servi Pour Composer le Livre de la Genese" isimli eserinde Astruc, Tekvin için dört sütun kullanmış, birincisini "A" (Elohim kaynağı), ikincisini "B" (Yahvist kaynak), üçüncüsünü "C" (Tekvinin 7:20-24 ayetleri), dördüncüsünü "D" (İsraile ait olmayan malzemeler) harfleri ile işaretlemiştir. Ona göre Tekvin, Hz.Musa zamanında yazılmıştır, ancak daha sonraki dönemlerin tembel ve cahil yazarları, onu yeniden yazarlarken büyük yanlışlıklar ve hatalar yapmışlar ve bu kitapta keyfî değişikliklere sebbep olmuşlardır.

Halle'de İlâhiyat profesörü olan J. S. Semler(l725-1792), "Abhandlung von der Freien Untersuchung des Canon" vb. eserlerinde dördüncü İncil (Yuhanna İncili) ile Vahiy (Yuhan-na'nın Vahyi) kitabının, aynı kişi tarafından yazılmamış olduğunu, bu iki Yuhanna'nın, ayrı ayrı Yuhanna'lar olduğunu söylemiştir. Semler'e göre, Havarilerin dışında kitap ve risale yazanların yazdıkları şeyler, vahiy ürünü değildir. Ona göre İbranilere Mektup, vahiy ürünü değildir, Yehuda'nın Mektubu ise apokrifdir.

Astruct'un Fransa'da başlatmış olduğu çalışmalar, Avrupa'nın diğer ülkelerinde de devam ettirilmiştir. İskoç rahip Alexander Geddes(1737-1802), Astruct'un açtığı yoldan yürüyerek İngiltere'de Kitâb-ı Mukaddes üzerinde ciddi araştırmalar ortaya koymuştur. "Critical Remarks on the Hebrew Scriptures" vb. eserleri ile, daha önce Astruct'un ortaya koyduğu teorinin tersine, Tevratın sadece iki veya üç metinden düzenlenmediğini, aksine Tevratın tamamının, değişik çağlara ait ve ilmî değeri şüpheli bilgilerle dolu pekçok kağıt parçaları kolleksiyonlarının, Hz.Süleyman zamanında bir kitap haline getirilmesi ile oluşturulduğunu söylemek sureti ile, "Parçalar Hipotezi" (Fragment Hypothesis)ni ortaya atmıştır.

Geddes'in "Critical Remarks"mı Almancaya çeviren Vater ile Vette, parçalar tezi üzerinde çalışmalar yapmışlardır. De Vette, Tevratın Tesniye kitabı hakkında yazdığı "Dissertatio Critica" isimli eserde Tesniye kitabının,Tevratın diğer kitaplarından gerek orijin ve gerekse maksat bakımından farklılık arzettiğini ileri sürdü. Ona göre Tesniye kitabı, Joshua (M.Ö.621)'nm saltanatı sırasında reformcu partinin, parti program ve beyannamesi olarak yazılmıştır. Bu teori ile ilk defa, Kitâb-ı Mukaddes incelemeleri ile İsrail millî tarihi arasındaki alâka ortaya konmuş oldu. VVette, Joshua (Yeşu)'nın kitabını, Neviim (Nebiler)in başına almıştır. Halbuki Geddes, bu kitabı Tevrata ekleyerek "Hexateuch" (altı kitap) teorisini ortaya atmıştı. Wette bu görüşü ile, "Pentateuch" (beş kitap)teorisine dönmüş oluyor(93). Vater'e göre Tevrat otuzbir parçadan kompoze edilmiştir. Bu görüşü çürütmek üzere Gottin-genli Heinrich Evald, "Die Composition der Genesis Kritisch Untersucht" isimli bir eser yazmıştır.

Modern Yeni Ahid tenkidçiliğinin öncülerinden Johann Jakob Griesbach (XVIII.Yüzyılın ikinci yarısı), Yeni Ahidin tenkidli basımlarında, eski Yunanca nüshaların çok önemli olduğunu öne sürmüştür. O, Yeni Ahid yazmalarını üç gruba ayırmaktadır: 1- Batı yazmaları, 2- İskenderiye yazmaları, 3- Bizans yazmaları.

XVIII. yüzyılda Yeni Ahid üzerinde incelemeler yapan Albrecht Bengel, Yeni Ahid basımlarında Yunanca metinlere ihtiyaç duyulmakla beraber, esas metne şehadeti bakımından Latince tercümelerin de göz önünde bulundurulması gerektiğini söylemiştir. Aynı yüzyılda konu üzerinde çalışma yapanlardan John James Wettstein, yazmış olduğu "Prolegome-na" (giriş) isimli eserinde, hiçbir fikrin etkisi altında kalmadan görüşlerini serbestçe açıklamıştır.

Alman ilâhiyatçı Hebraist J. G. Eichhorn(1752-1827), üç ciltlik "Einleitung in das Alte Testament" isimli bir eser yazmış, bu kitabında araştırmasına Tekvinden başlamış ve Ast-ruct'un daha önce bulduğu sonuçlara aynen ulaşmıştır. Eich-horn, Tekvin ile başladığı çalışmasına, Çıkış ve diğer üç kitabı da ekleyerek devam etmiştir. Ona göre Tevratın diğer dört kitabı da, tıpkı Tekvin gibi Hz. Musa zamanında yazılmış olmakla beraber, Musa'nın yazmaları, Hz. Musa'nın çağdaşı olan bazı yazarların kitapları ile birlikte yeniden düzenlenerek bugünkü Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye kitapları ortaya çıkmıştır. Eichhorn'a göre Tevratta, Hz, Musa'ya ait olan kısımlar olmakla beraber, Hz.Musa'ya ait olmayan birçok kitaptan bazı pasajlar, bu kitaba süzülmüştür.

İlgen, "Nulla Vestigia Retrorsum"(1798) isimli eserinde, Tevratta sadece bir Elohist metnin değil, iki ayrı Elohist metnin var olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre bu ikinci Elohist metin, Levililerdeki rahip metnine çok benzemektedir. Evald ise, Ilgen'in var olduğunu söylediği iki ayrı Elohist metnin, aslında birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturan tek bir metin olduğunu söylemektedir. Evald, Tekvin kitabının, Hexato-uch'un temel eseri olduğunu ve bu altı kitabın bir bütünlük arzettiğini, dolayısı ile Yahvist metinlerin Elohist metinlere ilâve edilmeleri gerektiğini söyleyerek, "ilâve hipotezi" (supp-lement hypothesis)ni ortaya attı. Black, Shrader vb. birçok kişi tarafından desteklenen bu görüşe, kısa süre sonra cevap geldi. Edvard Reus, 1834 yılında Strassburg'da Eski Ahid üzerine yaptığı bir çalışmada, bir milletin daha tarih sahnesine çıktığı ilk sıralarda, tam olarak gelişmiş bir kanun mecmuasına sahip olmasının anlaşılmasının zor olduğunu söyledi. Ona göre Eski Ahidin Neviim (Peygamberlere ait kitaplar) kısmı, Tora (Tevrat) dan önce yazılmıştır ve Davud'un Zebu-ru, hem Neviimden, hem de Toradan sonra yazılmıştır. Vatke ve George gibi araştırmacılar da bu görüşü benimseyen eserler yazmışlardır.

Halle'li Hebraist Hupfeld, 1853 yılında yazmış olduğu "Die Quellen der Genesis" isimli eserinde, Tekvin ve Çıkıştaki Elohist, Yahvist ve Rahip metinlerinin birbirlerine bağlı olmadıklarmı, bunların birbirinden bağımsız olduklarını, aralarındaki benzerliklerin önemsiz olduğunu söylemiştir.

XIX. yüzyılda Hristiyanlık ve Kitâb-ı Mukaddes üzerinde yapılan çalışmalarda, daha önceki çalışmalara göre çok önemli bir değişiklik göze çarpmaktadır. Bu değişiklik, araştırmaların kitaplardan, kitapların sahiplerinin tarihî kişiliğine yönelmesinden kaynaklanmaktadır. Daha önceleri araştırmacılar, Hz. İbrahim'i, Musa'yı, İsa'yı tarihte yaşamış gerçek şahsiyetler olarak kabul edip, onlara nisbet edilen kitapların gerçekte onlara ait olup olmadığını incelerken, bu yüzyılda şüphelerin kitaplardan, onların sahiplerine doğru kaydığı görülüyor. Adı geçen kişilerin gerçekten tarihte yaşamış şahıslar olduğundan şüphe eden bazı araştırmacılar, onların tarihî şahsiyetlerini araştırmaya başlamışlardır.

Bunlar arasında özellikle Hz. İsa'nın şahsiyeti konusunda birçok araştırma yapılmış, bazıları onun tarihte yaşamış bir şahıs olmadığını, aksine bir efsane kahramanı olduğunu söylerken, diğer bir kısmı ise, Hz.İsa'mn tarihte yaşamış hakikî bir şahıs olduğunu söyleyerek onun biyografisini yazmışlardır. Bu konuda araştırma yapanlardan biri Heinrich Paulus (?-1828)' dur. Aynı konuyu araştıran Friedrich Strauss (?-1835)'a göre Hz. İsa, zeki bir Yahudi olmaktan öteye başka bir özelliğe sahip değildir. Konu üzerinde çalışan diğer bir araştırmacı Ferdinand Christian Baur (1792-1860), Hristiyanlığın ortaya çıktığı sırada Hz. İsa'nın insanî karakterde görülmesine karşılık, daha sonra Pavloscu putperest anti tezin tesiri ile ona, insanüstü bir tabiat kazandırıldığını söylemektedir. Ernest Renan da yazmış olduğu "La Vie de Jesus" isimli eserde, Hz.İsa'yı Galileli birkişi olarak takdim etmiştir. Renan'a göre Hz.İsa, kıyamet felaketinin eşiğinde bulunduğuna inanan, bu yüzden ne bir kitap, ne de yeni bir kanun çıkarmak peşinde olmayan bir insandır.

F. Crawford Burkit, yaptığı bir araştırmada, İncillerde verildiği şekilde Hz.İsa'nın hayat hikayesinin genel tarihe uyup uymadığını incelemiş ve yaptığı çalışmada soruya olumlu bir cevap bulmuştur. Ona göre Hz.İsa, İncillerde anlatıldığı gibi dünyada yaşamış tarihî bir şahsiyettir. Bu çalışmalar içinde, Hz.İsa'nın tarihî şahsiyetinin mevcut olmadığı sonucuna ulaşan ve onun tahihî şahsiyetini inkar edenlerden biri, "Kritik der Evangelien"(1850) isimli eserin yazarı Bruno Bauer'dir. Hz. İsa'nın şahsiyeti meselesi üzerinde yapılan tartışmalar, XX. yüzyılda dahi devam etmektedir. 1906 yılında yazdığı "The Quest of the Historical Jesus'v isimli eserle Albert Schweitzer, Hz. İsa'nın tarihî şahsiyeti konusunu araştırmıştır. "The Story of the Bible" isimli eserin yazarı Macleod Yearsley ise, Hz.İsa'nm tarihte yaşamış bir şahsiyet olduğuna inanmamaktadır.

XIX. yüzyılda yeni Ahid üzerinde çalışarak onun modern tenkidli basımını yapan Charles Lachman,1850 yılında yaptığı Yeni Ahidin tenkidli basımında "Textus Receptus"u hiç gözö-nünde bulundurmadı. O, bu basımda Yeni Ahidi, dördüncü yüzyılda bilindiği şekli ile yayınlamayı planlamıştı. Lach-man'ın izinde giden Samuel Prideaus Tregelles, 1857-1872 yılları arasında yaptığı Yeni Ahidin basımında, ne "Textus Receptus"u, ne de daha sonraki dönemlere ait yazmaları gözö-nünde bulundurmadı ve basımını en eski yazmalara dayanarak gerçekleştirmeye çalıştı. Bu yüzyılda Yeni Ahid üzerinde çalışanlardan, Tschendorf, B. F. Westcott, J. A. Hort ve Herman von Soden gibi isimleri saymak mümkündür.

XIX. yüzyılda Eski Ahid üzerinde çalışan H. Hupfeld, 1853 yılında yazmış olduğu bir makalede "Dökümanlar Hipotezi'ni yeniden gündeme getirdi. Ona göre birinci Elohist
metin, temel yazıdır ve en eski metindir, bundan sonra ikinci müstakil bir metin daha vardır, bu da Yahvist metindir.Ancak, bu Yahvist metne bir Elohist metin karışmıştır. Riehm,1854 yılında yaptığı bir çalışmada Tesniye dökümanını bu şemaya eklemiştir. Aynı yüzyılda Eski Ahid üzerinde çalışan T. Nöldeke, Tevrata Joshua kitabını kleyerek "Hexatouch" fikrini desteklemiştir. 1865 yılında Eski Ahidin tarihî kitapları üzerinde çalışan K. H. Graf, Tesniyenin yazılış tarihini, M.Ö. 621 yılı olarak benimsemiştir. Graf a göre Tesniye kitabı, Hz. Musa'dan tam altı yüzyıl sonra yazılmış oluyor.Graf a göre Tevrattaki üç ayrı metin, birbirinden farklı üç ayrı çağa aittir. Rahip metni kısmen tarihe, kısmen de hukuka ait metinleri ihtiva eder, ancak bunlar birbirinden kopuktur,Tarih metni sürgün öncesine, hukuk metni ise sürgün sonrasına aittir ve ikisinin arasında birkaç asırlık bir zaman boşluğu vardır.

Eski Ahid üzerinde yapılmış olan bu çalışmaları iki kısımda gruplandırmak mümkündür. Bir yanda Nöldeke, Riehm, ve Dillman, öbür yanda Reuss, Kayser ve Graf yer almaktadırlar. Bu iki grup haricinde, sürgün sonrası teorisini destekleyen Duhm, Kuenen ve Wellhausen'den oluşan üçüncü bir grup daha ortaya çıkmıştır. "Theology der Propheten" isimli eserini 1875 yılında yazan Duhm'a göre Ezra, Yahudiliğin gerçek kurucusu durumundadır. "Prolegomena zur Geshichte1' ve "İsrailitische und Judische Geshichte" isimli eserlerin yazarı J.Wellhausen(İ844-1918), Tevratın yazılmasında Yahvist metnin esas alındığını söylemektedir. Ona göre Tesniye kitabı, Yoşiya 0osias)'nm krallığı döneminde M.Ö.622 yılında bulunmuş bir şeriattir. Wellhausen'e göre Tevratın temel yazılışı, sürgün döneminden sonra olmuştur. Ona göre Ezra, M.Ö. 458 yılında Eski Ahidi kaleme almıştır. Well-hausen, Yeni Ahid üzerinde yaptığı çalışmada dördüncü İncilin (Yuhanna), anonim bir yazar grubu tarafından kaleme alındığını ifade etmektedir.

1909 yılında "Odes and Psalms of Solomon" isimli eseri yazan Rendel Harris, Süleyman'ın şarkılarının, esas itibarı ile Hristiyan orijinli olduğunu ve Hristiyanlar tarafından düzenlendiğini ileri sürmüştür. Harnack'a göre ise bu şiirler, Yahudi orijinli olmakla beraber Hristiyanlar tarafından düzenlenmiştir. Harnack ayrıca, Yuhanna İncilinin büyük bir bölümünün esas itibari ile Yahudi orijinli olduğunu söylemiştir(HO).

XX. yüzyılda Yeni Ahid ve Eski Ahid üzerinde inceleme yapan araştırmacıların en önde gelenlerinden biri, şüphesiz Hermann Gunkel (1862~1932)'dir. Gunkel, araştırmalarında Karşılaştırmalı Dinler Tarihi metodunu kullanmıştır. M. Di-belius, K. L. Schmidt, R. Bultmann, Frazer ve Reitzenstein gibi araştırmacılar, Gunkel'in metodunu takip ederek Kitâb-ı Mukaddes üzerinde çalışmışlardır. Frazer ve Reitzenstein'e göre, Pavlos'un Hristiyanlığa yeni şekil verişinde, sır dinlerinin büyük tesiri olmuştur. 1924 yılında yaptığı bir çalışma ile B. H. Streeter, dört döküman tezini işlemiştir.

Görüldüğü gibi Kitâb-ı Mukaddes üzerinde Batıda yapılan çalışmaların büyük bir çoğunluğu, bu kitabın bütünü ile vahiy mahsulü, hatasız, bozulmamış bir kitap olmadığını göstermektedir. Yapılan araştırmalar, aksine gerek Yeni ve gerekse Eski Ahidde vahiyle ilgisi bulunmayan pekçok şeyin mevcut olduğunu, yazarları oldukları iddia edilen veya vahiy yolu ile bu kitapların kendilerine yazdırıldığı iddia edilen kişilerin büyük bir kısmının, bu kitaplarla bir alâkalarının olmadığını ortaya koymaktadır.

Müsteşriklerin, Kur'an-ı Kerimin birçok şeyi Tevrat ve İncillerden aldığı şeklindeki iddialarına karşılık, Tevrat ve incillerin, daha açık bir tabirle Kitâb-ı Mukaddesin içinde bulunan tarihî bilgilerin, hukukî ve ahlâkî hükümleri ihtiva eden pekçok bilginin, Hristiyanlık ve Yahudilik öncesi kaynaklardan süzülerek Kitâb-ı Mukaddese girdiğini, bu kitaptaki bilgilerin büyük bir kısmının orjinal olmadığını Batılı araştırmacıların eserlerinden anlamaktayız. Mezopotamya'da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan tabletlerden, bu bölgede, Yahudiliğin ortaya çıkmasından çok önce yaratılış ve tufan destanlarının bilindiğini, yine Yahudi hukuku ortaya çıkmadan çok önce, bu bölgede Hammurabi kanunlarının uygulandığını öğreniyoruz. Günümüz Tevratındaki yaratılış ve tufana ait bilgilerin Gılgameş vb. destanlardan, halen mevcut olan Tevrat hukukunun da Hammurabi kanunlarından adapte edildiği, bazı insaflı araştırmacılar tarafından itiraf edilmekte Kitâb-ı Mukaddes üzerinde yapılacak bir inceleme ve tenkidin, bu kitabın bütününü kapsaması imkânsız denecek kadar zordur. Çünkü, en azından altmışaltı kitaptan meydana gelen ve çok hacimli olan böyle bir kitabın tamamını, tam olarak incelemeye ciltler yetmez. Böyle olunca yapılacak şey, Yeni Ahid ve Eski Ahidde yer alan kitapları önem sırasına göre ele alıp, bunlardan birini veya birkaçını incelemek, onları bitirdikten sonra diğerlerini aynı şekilde sıra ile araştırmaktır. Nitekim birçok Batılı araştırmacı, bu yolu takip ederek önce sadece incilleri araştırmış, sonra Resüllerin İşlerini, daha sonra Risaleleri ve Vahyi ayrı ayrı incelemişlerdir. Eski Ahid üzerinde çalışanlar da genellikle bu yolu takip etmiş, bunlar önce sadece Tekvin ve Çıkış gibi bir veya iki kitabı incelemişlerdir. Eski Ahidin diğer kitapları üzerinde de ayrı ayrı araştırmalar yapılmıştır.

İslâm dünyasında Hicrî üçüncü asırdan itibaren yapılan çalışmalarda da Kitâb-ı Mukaddes toptan incelenmemiştir. İslâm âlimlerinin yaptıkları çalışmalarda bütün ağırlık, (Kur'an-ı Kerimde yapıldığı gibi) Tevrat ve İnciller üzerinde yoğunlaşmakta, diğer eserlere fazla ağırlık verilmemektedir. Kitâb-ı Mukaddesin tamamını kapsayacak geniş bir araştırmayı, bir kişinin yapması oldukça zordur . Bu belki de bir ekip çalışması ile gerçekleşebilir.

Bizim araştırmamıza göre, gerek Yeni Ahid ve gerekse Eski Ahide, modern tenkid metodlarını uygulayarak, bu kitapları bu metodlarla araştırmak imkânsızdır. Çünkü Eski Ahidin, bırakın Hz. Musa zamanından kalma orjinal nüshasını bulmayı, Hz.Musa'dan on asır sonra yazılmış nüshalarını dahi bulmak mümkün değildir. Aynı durum Yeni Ahid için de aynen mevcuttur. Hz. İsa zamanından kalma veya İncil yazarlarının yaşadıkları dönemlerden kalma hiçbir orjinal nüsha elde mevcut değildir. En eski İncil ve Risale kopyaları, Hz.İsa'dan dört asır sonraya ait kopyalardır. Hz.Musa ile, Tevratın elde mevcut en eski nüshası arasındaki en az bin yıllık boşluk; İncil yazarları ile, en eski İncil kopyaları arasındaki üçyüz yıllık boşluk ne ile doldurulacaktır? Bu kadar uzun zaman aralığı nasıl aşılarak hiç hata etmeden ana metne ulaşılacaktır? Modern tenkid metodları denilen şeyler, bin yıllık, üçyüz yıllık bu boşlukları nasıl telafi edecek ve gerçek metni inşa etmeye muktedir olacaktır?

Bugün yapılacak olan araştırmalarda yapılması mümkün olan şey, elde mevcut olan en eski yazma nüshalarla, daha sonraları onlardan yapılan kopyaları karşılaştırmak, en eski nüshalarla daha sonra onlardan yapılan bu kopyalar arasında ve basılı nüshalar arasındaki farklılıkları ortaya koymak, muhteva bakımından bu kitaplardaki bilgileri birbirleri ile karşılaştırarak, kitapların kendi içlerinde tutarlı veya tutarsız olduklarını ortaya koymaktır.

Çalışmamızın bundan sonraki kısımlarında yukarıda çizilen çerçeve dahilinde ilk olarak İncilleri ele alacağız. Çünkü Kitâb-ı Mukaddesin ağırlık noktası Hristiyanlara göre İncillerdir.