Zehirli | Konular | Kitaplar

KERAMET VE İSTİDRAÇ

Keramet, Allah'ı seven, O'na itaat eden ve

O'nun tarafından sevilen velî kullara,

yine Allah tarafından ikram edilen olağanüstü hallerdir.

Bir de bu özelliklere sahip olmayanlardan zuhur eden

olağanüstü haller vardır ki, buna istidraç denilir.

Her iki durumla ilgili ölçüler bilinmelidir ki,

gerçekle sahte olan, velî ile şarlatan birbirinden ayırt edilebilsin.

Allah, gönlünü mâsivâdan temizleyen dilediği velî kuluna dilediği kadar varlık ve eşyayı musahhar kılar. Böylece onların insan ve başka varlıklar üzerinde tasarruf etmelerine (etkide bulunmalarına) izin verir. Hakikatte tasarrufta bulunan ise, Cenab -ı Hak'tan başkası değildir.

Kâmil mürşidler işte bu tasarrufla talebelerini terbiye ederler. Zaman ve mekân Allah'ın izniyle engel teşkil etmez hale gelir. Gayet uzak mesafelerde ihtiyacı olan bazı talipler bunu ayan-beyan müşahede ederek itminana kavuşurlar.

Velînin kerameti haktır

Maddi-manevi tehlikeler karşısında mürşidlerini karşılarında bulan sofilere her devirde rastlanmıştır. Birbirilerini tanımayan insanların, muhtelif zaman ve mekânlarda gözyaşlarına hakim olamayarak içtenlikle anlattıkları bu gibi hadiseler, asırlardan beri menkıbe kitaplarında anlatılan benzeri bir çok olaylar, söz konusu kerametleri açıkça teyit etmektedir.

Kur'an ve Sünnet'te zikredilen kerametle ilgili haberler ise, meselenin şer'î yönüne delil teşkil etmektedir. O yüzden Ehl -i Sünnet uleması, peygamberlerin mucizeleri nasıl hak ise, velilerin kerametlerinin de öylece hak olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.

Peygamberlerin mucizeleri açık ve alenidir. Onda nübüvveti ispat etme, kâfirlere meydan okuma ve onları aciz bırakma hedeflenir. Fakat keramet açısından durum böyle değildir. Onu gizlemek esas kabul edilmiştir. Herhangi bir iddia için de keramet izhar edilmez.

Yukarıda anlatılan mürşidlerin tasarrufları zaruri bir eğitimin vasıtası olmakla birlikte, ferdî plânda yaşanan, aleniyete dökülmeyen kerametlerdir. Çoğunlukla taliplerin haberi olmadan zuhur eder. Yoksa Allah dostları bir zaruret olmadan, bilerek ve isteyerek topluluğun içinde aleni olarak keramet izhar etmekten şiddetle kaçınırlar. Hatta böyle açıktan keramet göstermeyi “ hayz -ı ricâl =erkeklerin hayzı ” telakki ederek gizlenmesi gerektiğini belirtirler.

Mucize, keramet, istidraç ve sihir

Olağanüstü olmaları ve Allah tarafından yaratılmaları bakımından benzerlik arz eden bir çok haller vardır. Mucize, keramet, istidraç ve bir dereceye kadar sihir bunlardandır.

Bazıları cehaletleri sebebiyle sihri inkâr ederek, buna inanmak şirktir, derler. Sanki peygamberin elinde mucizeyi yaratan Allah, sihirbazın elindeki sihri yaratmıyor! Ne garip bir iddia... Alemde Allah'ın irade ve yaratması dışında bir şey olabilir mi? Nasıl ki şer işlemek isteyen bir kimsenin eliyle şerri yaratıyor ise, dilediği takdirde sihir yapan kimsenin eliyle sihri de yaratır. Fakat ondan razı olmaz ve yapanları cezalandırır. Zira şerri yaratmak şer değil, şerri işlemek şerdir.

Yukarıdaki haller, fevkalâde olmaları itibariyle birbirlerine benzeseler de, söz konusu hallere mazhar olan ya da maruz kalan zatlar açısından büyük farklılıklar vardır. Mucize nebilerde, keramet velîlerde zuhur ederken; istidraç ve sihir kâfir, fâsık ya da günahkârlarda ortaya çıkar.

Kerametler genel olarak ikiye ayrılırlar:

1. Manevi kerametler: Allah Tealâ'nın zat, sıfat ve fiillerine dair bilgi ve marifetlere sahip olma, kâmil iman, salih amel, can ı gönülden muhabbet ve Hakk'a tam bağlılık gibi hallerdir. Cenab -ı Hak, bu nevi kerametleri sadece sevdiği, seçkin kullarına ihsan eder. Düşmanlarını ve doğru yolda olmayanları bu çeşit lütf u ihsanlara ortak etmez.

2. Maddî kerametler: Madde aleminde gayb olan şeylerden haber vermek, suyun üzerinde yürümek, havada uçmak, uzaktan bazı cisimleri hareket ettirmek, günlerce aç durabilmek, gayet uzun mesafeleri kısa zamanda kat etmek gibi hallerdir. Bu çeşit haller ise, doğru yolda olana da, bozuk yolda olana da verilir. Çünkü istidraç sahibi olan kâfirlerde de böyle harikalar görülmüştür.

Tasavvuf ehlinin itibar ettiği keramet birinci keramet türüdür. İkincisi de caiz olmakla birlikte, tam olarak kalbini tasfiye ve nefsini tezkiye etmeyen zatlarda bu gibi kerametlerin gurur ve kibire sebep olması muhtemeldir. Hem salih amel ve niyette bozukluk meydana gelmesi halinde, o kerametin kâfir ve fasıklarda görülen istidraca dönüşmesi işten bile değildir.

Fakat cahiller manevi kerametlerden ziyade maddi kerametlere önem verirler. Hatta ötekini keramet bile saymazlar. Bu tür harikaları kâfirlerde bile görseler, arkalarına takılırlar. Kalın kafalı oldukları için de onların iyi ve kötü her isteklerine boyun eğerler. Halbuki şeref ve üstünlüğe layık olan ancak Allah Tealâ'yı bilmek, O'na itaat etmektir.

Bir de günümüzde şiş sokma gibi gösteri haline getirilen öyle şeyler var ki, geçmişi ne olursa olsun, günümüzde tamamen folklorik bir hadise şekline dönüşmüş, kerametle uzaktan yakından alakası kalmamıştır.

Velîlerin keramet göstermesi şart mı?

Peygamberlerin mucize göstermeleri her halükârda lazımdır. Velîlerde ise durum böyle değildir. Velî olmak için olağanüstülük ve kerametlerin meydana gelmesi şart değildir.

Fakat bununla birlikte evliyanın hemen hepsinde keramet görülmüştür. Keramet göstermeyen velî pek azdır. Hatta her an onlardan düşmanların görüp sezemediği güneş gibi açık kerametler ortaya çıkmaktadır. Oturmaları, kalkmaları, konuşmaları, bütün hallerinde bir ayna gibi Hakk'ın nurlarını yansıtmaktadırlar. Allah'ın varlıklar üzerinde tecelli eden isim, sıfat ve fiillerinin nakışlarını seyretmekle onların irfanı sürekli inkişaf etmektedir.

Bir velîden çok keramet meydana gelmesi, onun üstünlüğünü göstermez. Evliyanın birbirinden üstünlüğü, Allah Tealâ'ya daha yakın olmalarına bağlıdır. Daha yakın olan bir velî , pek az keramet sahibi olabilir. Allah Tealâ'dan daha uzak olan bir velî ise, daha çok keramet, harika gösterebilir. Bu ümmetin sonradan gelen evliyasında, o kadar çok kerametleri olanlar görülmüştür ki, Ashab -ı Kiram'ın hiç birinde, bunun yüzde biri bile meydana gelmemiştir. Halbuki evliyanın en yükseği, en aşağı derecede olan bir sahabinin derecesine yetişemez. Görülüyor ki, evliyayı ve onların üstünlüğünü anlayabilmek için kerametlerine, harikalarına bakmak yanlış olur. ( Mektubat -ı Rabbanî)

Yine bir müridin mürşidinden keramet beklemesi de âdâpsızlıktır . Zira müminlerin peygamberlerinden mucize istediği görülmüş bir şey değildir. Ancak kâfirler ve inanmayanlar mucize isterler.

İrşad için keramet gerekli mi?

Hayatı boyunca kendini aşamayan tiplerin başkalarından istifade ettiğine pek tesadüf edilmemiştir. Kendi düşünce ve hayallerine değil de peygambere yahut Allah dostlarına uyma kabiliyetinde olanlar ise, muhakkak onların feyz ve bereketinden istifade etmişlerdir.

Ebubekir -i Sıddîk r.a ., Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz'e bir şey sormadan inandı. Ebu Cehil ise, onca alamet ve mucize gördüğü halde yine de “bu kesinlikle sihirdir” deyip iman etmedi.

Demek ki evliya ve enbiyanın izhar ettiği harikalar yakîni ve güveni artırsa da, insan toplamaya yönelik değildir. Onların irşadı manevi çekimledir. Allahu Tealâ'dan yansıyan güzellikler, bir mıknatıs gibi onlarda cazibe kuvveti meydana getirir. Görünmeyen bu manevi kuvvetle kabiliyeti olanları Allah yoluna çekerler. Söz konusu manevi çekim olmadan sadece mucize ve keramet yeterli olsaydı, Hz. Rasulullah s.a.v.'in akıllara durgunluk veren mucizelerini ve evliyanın kerametlerini gören herkesin müttaki birer müslüman olmaları gerekirdi. Halbuki durum öyle değildir. Kur'an -ı Kerim'de buyurulur ki:

“Onlar her türlü mucizeyi görseler bile, yine de ona inanmazlar. Nihayet sana geldiklerinde de seninle çekişirler. İnkâr edenler; ‘bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir' derler.” ( En'am , 25)

Cahillerin tuzağı: İstidraç

Kerametin bir benzeri, hatta aynı gibi görünen istidraç , kâfirlerin ya da takva, zühd , ihlâs gibi hallerle alakası olmayan müslümanların eliyle gerçekleşen meş'um , uğursuz bir fevkalâdeliktir. Bu, Allah'ın istidraç sahiplerine daha fazla azıtıp sapıtmaları ve böylece helâk olmaları için kurduğu bir tuzak ( mekr -i ilâhi), nimet şeklinde gösterdiği bir musibettir.

İstidraç sahiplerinin bir bölümü insanlardan kaçarak çile odasında açlık, susuzluk gibi eğitimlerle kalplerini değil de nefslerini temizleyip parlatırlar. Kalpleri yine zulmet içinde kalmaya devam eder. Sonra derece derece azap ve felakete sürüklenirler. Cisim, madde, insan gibi yaratıklar hakkında gaybî bilgiler verirler. Bir çoğunda isabet de ederler. Hatta din, tevhid , ilâhiyat konularında içlerine doğan şeyleri söyler ve yazarlar.

Hint fakirleri, Uzakdoğu rahipleri ve eski Yunan filozoflarında bu kabil bilgilere çokça rastlamak mümkündür. Fakat isabet dahi etseler, iman etmeden, itikat ve amellerini düzeltmeden Hak Tealâ Hazretleri ile aralarındaki perde kalkmaz. Felaketten kurtulamazlar.

İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nin buyurduğu üzere, müslüman dahi olsa, Allah'ın emirlerinden, Ehl -i Sünnet itikadından kıl kadar ayrılan kimselerde görülen bütün haller ve zevkler istidraçtır .

Ne yazık ki, cahil insanlar, Allah Tealâ'dan haber veren hakiki marifet sahibi velîlerden ziyade, böyle ahmakların peşine düşerler. İçinden geçenleri kendilerine haber veren, geçmişteki gizli sırlarından, hatta günahlarından bahseden adamları seçilmiş velî kullardan zannederler. Onların keramete benzeyen bazı tasarrufları karşısında hayret ve dehşete düşerler. Hakikatten haber verenlere ise dönüp bakmazlar. Derler ki: “Bunlar, dedikleri gibi evliya olsalardı, bizim hallerimizden, bilinmeyenden haber verirlerdi. Böyle basit şeyleri bilmeyen kimse, daha yüksek olan şeyleri nasıl bilebilir?” Bu bozuk ölçüleri ile evliyaya inanmazlar, doğru sözü işitmezler. Böylece istidraç sahibi fasıklarla birlikte helâk olur giderler.

Ne yazık ki, dindar hatta sofi geçinenlerin arasından da zaman zaman bu gibi tipler çıkmakta, menfaat veya egolarını tatmin etmek için etrafındaki insanları iğfal etmektedirler. Üstelik çocuğun elindeki topaç gibi şeytanın elinde oyuncak olmalarına rağmen kendilerini evliya zannetmektedirler. Aylar, yıllar sonra çevrelerindeki insanlar ayılıp kendilerine geldiklerinde ise, iş işten çoktan geçmiş olmaktadır. Maddi manevi yığınla zarar gören bu zavallılardan bir çoğunun imanları dahi gitmektedir.

İstidraç sahiplerini tanımak için

Feraset sahibi olmayan müslümanların ilk bakışta istidraç sahiplerini tanımaları bir hayli zordur. Özellikle sofi geçiniyorlarsa, bunları hakiki keramet sahiplerinden ayırt etmek daha da zor olabilir. Çünkü bunlar da kendilerine göre namaz kılar, oruç tutar, Allah'ın yolunu ve dostlarını anlatır, teşvik ederler. Fakat genellikle her sözlerinin altında gizli bir “ben” düşüncesi ve enaniyet yatar. Dolaylı-dolaysız, açık veya imayla lafı döndürür dolaştırır, kendilerine getirirler. Çünkü tam manasıyla nefis ehlidirler.

Fakat bunlar da kendilerinin istidraç ehli olduğunu bilmeyebilir ve hatta kendilerini keramet sahibi zannedebilirler.

Böyle kişilerin konuşmalarında, hallerinde, davranışlarında edep, nezahet ve incelik pek göze çarpmaz. Çoğu zaman kendilerinden zuhur eden harikalardan ve derin keşiflerden bahsederler. Hatta daha da ileri giderek kendilerinde bir kısım manevi yetkiler vehmederler. Mesela, “Mühür bendedir” gibi laflar ederler.

Akıllı olan bir kimse, buradan onların sahtekâr veya aldanmış olduğunu bilmelidir. Çünkü bilen söylemez, söyleyen bilmez. Ayrıca büyük velîlerin bile keşiflerine şeytanın müdahale yolu açık iken, sıradan bir talibin rüya ve keşiflerine nasıl itibar edilebilir?

Bir kimse uluorta kendi keramet ve keşiflerinden bahsediyor ve özellikle de bunları kendinden biliyorsa, artık insaf edip o şahsın bir düzenbaz olduğunu anlamalıdır.

Bu tiplerin çoğunun akaidinde de bozukluklar vardır. Kendileriyle biraz sohbet edilse, bunlar teker teker ortaya çıkar. Yeter ki onlara muhatap olan şahısların akideleri düzgün ve bilgileri yerinde olmuş olsun. Ehl -i Sünnet alimlerinin ortaya koydukları inanç esaslarına zerre kadar ters düşüyorlarsa, onlardan meydana gelen harika hallerin keramet değil istidraç olduğunu bilmek gerekir.

İstidraç ehlinin göze çarpan diğer bir yönü de amellerdeki bozukluktur. Bunların daha ziyade kadınlarla olan muamele ve davranışlarında âdapsızlıklar göze çarpar. Mesela herhangi bir kadın cemaatini karşılarına alıp sohbet etmekten, hatta daha da ileri giderek onlara el öptürmekten çekinmezler. Halbuki, Sâdât -ı Kiram'ın yolunda bu tip muameleler kesin bir biçimde dinin açık hükümlerine aykırı kabul edilmiştir. Dolayısıyla böyle davranışlar içinde bulunanların kötü niyet, gaflet veya düzenbazlıkları ortadadır. Bu tiplerin alışverişlerinde, amellerinde ve ibadetlerinde de kuvvetle muhtemelen bozukluklar vardır. Çevresindekilerden menfaat elde etmek için de bazı telkinlerde bulunabilirler.

Yukarıdaki ölçüler de kâr etmezse, vicdanı dinlemek gerekir. Zira hakiki keramet sahibi bir kimse konuştuğu zaman dinleyenin kalbinde dünya sevgisi azalıp, Allah Tealâ'nın sevgisi ve O'na olan bağlılığı artar. Şayet böyle olmuyorsa adamın istidraç gösteren bir yalancı olduğu anlaşılır.

Yukarıda anlattığımız tedbirlere ihtiyaç bırakmayacak en sağlam ölçü ise, hak bile olsa maddi kerametlerin hiç birine iltifat etmemek ve bu tür kerametlerin sahiplerinin ardına düşmemektir. Dikkati sadece kâmil mürşide çevirmek ve ondan gayrisine kalbi bağlamaktan uzak durmaktır.

Kaynak: Semerkand Dergisi

AHMET SAFA


Konular