Zehirli | Konular | Kitaplar

İKİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ

1991 mart ayında birinci baskısı yapılmış olan elinizdeki kitabın ilk baskısı kısa sürede tükenmiş olmasına rağmen, uzun süre ikinci baskıyı hazırlamak mümkün olmamıştır. 1996 yılında ikinci baskısının yapılmasına karar verilen bu kitabın birinci baskısı piyasaya çıktığı zaman özellikle Hristiyan çevrelerden büyük tepki görmüş, kitabın Hristiyan inancına haksız ithamlarda bulunduğu, Hristiyanlığı ve Hristiyanları rencide ettiği ileri sürülmüştür. Türkiyede faaliyet gösteren Hristiyan misyonerler ile birlikte, çeşitli mezheplere mensup Kiliseler, kitabımızın yayınlanmasından sonra kendi Incillerinin sahte olmadığını, aksine gerçek olduğunu iddia eden yayınlar yaptılar. Özellikle Katoliklerden kaynaklanan iddiaya göre biz eserimizi hazırlarken sadece Protestanların Kitâb-ı Mukaddesini esas almış, Katolik Kitâb-ı Mukaddesini gözönünde bulundurmamışız. Kitabımızın bibliyografyası incelendiğinde bu iddianın kesinlikle doğru olmadığı görülecektir. Çünkü biz, incelememizde Protestan Kitâb-ı Mukaddesi ile birlikte diğer Hristiyan mezheplerine ait Kitâb-ı Mukaddesleri, özellikle Katoliklerin Arapça yayınladıkları Kitâb-ı Mukaddesi gözönünde bulundurduk ve tenkide tabi tuttuğumuz hususlarda bunlar arasında hiçbir farkın olmadığını gördük. Bibliyografyanın incelenmesinden, bizim 1960 yılında Beyrut Katolik matbaasında basılan Arapça Kitâb-ı Mukaddes ile birlikte, 1979 yılında Kudüs'de (Jarusalem) basılan Ta-nah'dan dahi istifade ettiğimiz görülecektir.

Araştırmamız tamamen ilmî ölçülere uygun olarak hazırlanmış, çalışma esnasında hiçbir din veya mezhep hedef olarak alınmamıştır. Dolayısı ile böyle bir kitabın yayınlanması ile Hristiyanlık veya Hristiyanlann rencide edilmesi ve onlara haksız bir şekilde saldırılması amaçlanmamışür. Amaç saldın olmamakla beraber, çalışma alanı İndiler olunca, bu kitaplarda ne varsa onları ortaya koymak gerektiği için dört İndideki çelişkileri, tutarsızlıkları elbette olduğu gibi yazmak zorunlu olmuş ve biz bu zorunluluğu yerine getirmişizdir.

Kitabın yayınlanmasından rahatsızlık duyanlara soruyoruz. İndilere göre Hz. İsa Yeryüzünde selamet getirmeye geldiğimi sanmayın; ben selamet değil, fakat kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben adamla babasının, kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim. Adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır, demiş midir, dememiş midir? Protestan İndilerde yer alan bu pasaj, acaba Katolik İndilerde farklı mıdır? Kitapta ele aldığımız İncil pasajlarının hiçbirine kendimizden hiçbir ilâve yapmadan, Hristiyanlar tarafından basılan İndilerde ne yazıyorsa onu olduğu gibi aktardık ve İncil metinleri üzerinde bu şekilde çalıştık.

Batılı Hristiyan araştırmacılar tarafından yüzyıllardan beri sürdürülen ve günümüzde dahi devam ettirilen Kur'an-ı Kerim üzerindeki çalışmalarda, bu kitabın metninde bulunmadığı halde birtakım zorlamalarla, yorumlarla sözde Kur'an-ı Kerimde yanlışlıklar ve çelişkiler bulunmaya çalışılmıştır. Batıda yapılan bu tür çalışmalardan hiç rahatsız olmayanlar, sıra kendi kutsal kitaplarına gelince neden rahatsız oluyorlar? Üstelik biz bir kısım Batılı araştırmacı gibi metinleri çarpıtmıyoruz, metni aynen aktararak bu metin üzerinde çalışma yapıyor, zorunlu olarak yaptığımız yorumlarda metnin ruhuna tamamen sadık kalıyoruz.
H& Belki Türkiye'de yaşayan bazı Hristiyanlar, bir İslâm ülkesinde böyle bir çalışmaya neden gerek duyduğumuzu sorabi-lir ve bu çalışma ile onların inançlarının hedef alındığını, dolayısı ile kendilerinin bu tür bir çalışmadan rahatsız olduklarını ifade edebilir ve onları rahatsız etmeye hakkımızın olmadığını söyleyebilirler. Evet Türkiye bir İslâm ülkesidir ve bu ülkede az da olsa Hristiyanlar yaşamaktadır. Normal olarak herkesin inancına saygı göstermek, doğru veya yanlış neye inanıyorsa ona karışmamak gerekebilir. Ancak bu ilmî bir çalışmadır, böyle bir çalışmadan bazıları rahatsız olacak diye vazgeçmek gerekmez. Batılılar yüzyıllardan beri bu çeşit çalışmaları "bilimsel araştırmadır" diyerek devam ettirdiklerine ve bunların bir kısmını Türkçeye çevirerek Türkiye'de yayınladıklarına göre, bunda bir sakınca olmamalıdır ve bizim bu çalışmamızı Türkiye'nin yanısıra Batı dillerine çevirip Batı ülkelerinde dahi yayınlama hakkımız vardır.

Bugün Avrupa'nın çeşitli yerlerinden Türklere yönelik Türkçe Hristiyanlık propagandası yapan radyo istasyonları vardır. Ayrıca çeşitli mezheplere mensup Hristiyan misyonerleri Türkiye'yi adım adım dolaşarak İslâmiyet aleyhine konuşmakta ve Hristiyanlığm Islâmiyetten daha üstün olduğunu söylemek sureti ile Hristiyanlık propagandası yapmaktadırlar. Bu misyonerlere Türkiye'nin hemen hemen her yerinde rastlamak mümkündür. Biz bu propagandistleri üniversitelerde, orta öğretim kurumlarında, hastahanelerde, çarşılarda, pazar yerlerinde, hatta sokak aralarında evlerin kapılarının altından Hristiyanlık propagandası ihtiva eden broşürler atarken sık sık görmekteyiz. Tamamen ilmî ölçüler içinde yaptığımız bu araştırma ile ortaya çıkan ve Hristiyanları ürküten gerçeklerin, Hristiyanlık propagandasına maruz kalan insanlar tarafından öğrenilmesi kimseyi rahatsız etmemelidir. Sürekli olarak Hristiyanlığm sevgi ve barış dini olduğu kendilerine propaganda edilen insanlara, muharref İncillerdeki savaş tahrikçiliği yapan, kin ve nefret tohumları saçan pasajların aktarılmasından rahatsız olunmamalıdır. Çünkü Hristiyanlık propagandasına maruz kalan bu insanlar bizim insanlarımızdır. Bunların nüfus cüzdanlarında müslüman oldukları yazılı-dır, anne ve babaları da müslümandır. Eğer hazırladığımız bu kitap, onların Hristiyanlık propagandalarına kanmalarına en-gel oluyorsa, kitap bir hizmeti yerine getiriyor demektir, kimse bu hizmetin yapılmasından şikayet edemez.

Zaman zaman gazete sütunlarında yer alan haberlerden öğrendiğimize göre Türkiye'de bulunan bazı Batılı ülkelerin büyükelçilik ve konsolosluklarının bahçelerinde kiliseler kurulmuştur. Bu kiliselerin bir kısmı sadece Müslüman ailelerin çocuklarını kandırarak Hristiyanlaştırmak için faaliyet gös-termekte, buralarda yapılan konuşmalarda İslâmiyet suçlanmaktadır. İsveç Hükümetinin İstanbul'daki konsolosluk bah-çesinde pazar günleri özel vaftiz törenleri yapıldığı, bu tören-lerde bir kısım Müslümanların Hristiyanlığa çevrildiği ve vaf-tiz edildiği basında açıkça yazıldığı halde, bundan rahatsız ol-mayanlar, günümüz Hristiyanlarinin elindeki muharref İncillerde'yer alan akla, mantığa aykırı hususların yazılmasından şikayetçi olamazlar.

Hristiyan Batı dünyası, İslâm dünyasına bir yandan Hris-tiyanlık propagandası yaparak taarruz ederken, öbür yandan ordularla ikinci bir saldırıyı gerçekleştirmektedir. Dünyada birçok İslâm ülkesi, Hristiyan orduları tarafından işgal edil-mekte, kadın, yaşlı, çocuk denmeden müslümanlar topyekûn katliamlara maruz kalmaktadır. Bugün dünyanın neresinde savaş varsa bakınız, saldırganlar ya doğrudan doğruya Hris-tiyandır veya Hintliler gibi Hristiyanlarin kuklalarıdır, saldırı-ya uğrayanların hemen hemen hepsi Müslümandır. Halbuki Hristiyan misyonerler "Hristiyanlık sevgi dini, Müslümanlık ise barbarlık dinidir, Müslümanlar kan dökücüdür" diye pro-paganda yapmaktadırlar. Bu ne biçim bir sevgi dini ki, dün-yanin her yerinde kan döküyor, etnik temizlik adı altında je-nosit uygulayıp birçok milleti tarih sahnesinden silmeye çalı-şıyor, eli kanlı katiller tankların üstünde haçlı bayrakları salla-yarak dünya ile alay ediyorlar! Yine bu ne biçim bir barbarlık-tır ki, barbar denilen Müslümanlar zulme uğruyor, evlerin-den, yurtlarından kovuluyor, aç, bî ilaç, perişan halde kendi-lerini savunmaktan dahi aciz bir şekilde yapılan saldırılara dahi cevap veremiyorlar! Azerbaycan, Afganistan, Çeçenis-tan, Bosna-Hersek, Hindistan, Filistin, Filibinler vb. birçok ül-kede saldırganlar hep Hristiyandır, saldırılanlar ise istisnasız Müslümandır. Hristiyan dünyasının saldırganlığından rahat-sızlık duymayanlar, onların bu davranış bozukluklarının te-melinin neye dayandığının ortaya konmasından"Bizim inancı-mıza saldırılıyor" diyerek şikâyetçi oluyorlar. Bu, bir yerde "Biz size hertürlü saldırı hakkına sahibiz, ancak siz bizim sal-dırılarımıza cevap veremezsiniz, buna hakkınız yok, bize ce-vap vererek suç işliyorsunuz" demekten başka birşey değildir.

Vatikan başta olmak üzere, bütün Hristiyan Kiliselerine sesleniyoruz: "Hristiyan-İslâm diyalogu senaryoları ile İslâm Dünyasının gözünü boyamaya çalışacağınıza, önce Bosna, Çeçenistan, Azerbaycan, Filistin vb. yerlerdeki katil dindaşla-rınıza ve yandaşlarınıza silahlarını bıraktırınız, oralardaki akan kanı durdurunuz, sonra bizi diyaloga çağırınız. Lütfen, bir yandan katillerin savaşı kazanmaları için takdis ayinleri düzenlerken, öbür yandan mağdurlara 'gelin anlaşalım' demeyin, buna kimseyi inandıramazsınız. Önce samimiyetinizi ispat edin sonra diyalog isteyin".

Günümüzde bütün İslâm Dünyası sinsi bir şekilde Hristi-yan kültürü tarafından kuşatılmıştır. Şeklen bağımsız görü-nen İslâm ülkelerinin büyük bir kısmı aslında bağımsız de-ğildir, bu ülkelerin politikaları Batılı Hristiyan odaklar tarafından yönlendirilmektedir. Hristiyan Batı Dünyası, İslâm ül-keleri ile adeta oynamakta ve her istediğini onlara yaptır-maktadır.

Bu noktada özellikle bir hususu belirtmekte fayda vardır. İslâm Dünyasında Müslüman ülke ve milletlerin tek düşmanı sadece Yahudilermiş gibi gösterilmekte, Müslüman milletleri sözde uyandırmaya yönelik olarak yapılan bazı yayınlarda tek suçlunun sadece Siyonistler olduğu ileri sürülmektedir. Bu tür eserlerin bir kısmında bütün dünyayı Yahudilerin yö-nettiği, dünyadaki ABD ve Rusya gibi süper güçlerin de as-lında Yahudiler tarafından idare edildiği, Hristiyan Dünyası-nın Yahudilerin elinde esir olduğu şeklinde görüşlere yer ve-rilmektedir. Bu görüşe göre Hristiyanlar sütten çıkmış ak ka-şık misali masumdur, İslâm Dünyasının başına açılan gaile-lerde ve Müslümanlara yapılan zulümlerde Hristiyanlar suçlu değildir, aksine tek suçlu Yahudilerdir. Biz bu görüşe katılma-dığımızı belirtirken elbette "Yahudiler masumdur" demiyo-ruz, bize göre tek suçlu Yahudi değildir. İslâm Dünyasının başına açılan belâlarda en az Siyonistler kadar Haçlı ruhuna sahip olan Hristiyanlar da pay sahibidir ve ekleyerek şunu söylüyoruz: "Bugün Kudüs sadece Yahudi işgali altında değil-dir, orada görülmeyen bir Hristiyan işgali de sözkonusudur. Orta Doğu'ya ve bütün Asya'ya yönelik misyoner faliyetleri-nin merkezi Kudüstür, Dünyadaki bütün misyoner örgütleri-nin Kudüste merkezleri vardır". Asırlarca Kudüs'e gireme-yen Haçlı orduları İsrail'in arkasına saklanarak buraya girmiş-lerdir ve buradan dünyanın çeşitli yerlerine misyoner sevketmektedirler.

Hristiyan Dünyasını Yahudilerin idare ettiği görüşüne karşı, İslâm Dünyasına saldırma konusunda Siyonistleri Hris-tiyan Batı Dünyasının kışkırttığı ve Siyonistleri Hristiyan Kiliselerinin yönettiği şeklinde bir görüşü de ortaya atmak mümkündür. Belki de Hristiyan Dünyası, İslâm ülkelerinde Yahudilerin tek düşman olduğunu belirten yayınların yapıl-masını gizlice desteklemekte, bu yolla İslâm ülkelerinde orta-ya çıkacak bütün tepkiyi Yahudiler üzerine çekerek kendileri-ne gelecek tepkilerden kurtulmakta ve kendi sömürü sistemi-ni rahatça yürütmektedir. Rakipler, İslâm Dünyasına iki kol-dan saldırırken ve İslâm Dünyası, savunmasını iki kola karşı yürütmek zorunda iken, Batının gizlice organize ettiği bu propaganda neticesinde savunma sadece tek cephede yapıl-makta ve Hristiyan cephesi terkedilmekte, dolayısı ile bu cep-hede Hristiyanlar kolayca galip gelmektedir. Müslüman mil-letler bu Haçlı cephesinde sürekli olarak kaybetmekte, fakat kime karşı nasıl kaybettiğini bir türlü anlayamamaktadır.

ABD, İsrail ve Suudi Arabistan ilişkilerini dikkatle ince-lediğimiz zaman Hristiyan Dünyasının Siyonizm propagan-dası ile İslâm Dünyasını nasıl kandırdığını ve oyuna getirdi-ğini daha açık bir şekilde görürüz. Filistin'i İşgalinde dünyada İsrail'in en büyük destekçisi Amerika'dır. İsrail;'Araplarla sa-vaşırken en büyük yardımı bu ülkeden almıştır. İsrail'in Müs-lüman Araplara reva gördüğü her türlü zulüm ve işkence Amerika tarafından hoş karşılanmakta, hatta Birleşmiş Millet-lerde İsrail aleyhine alınan kararların uygulanmasını ABD ve-to hakkını kullanarak engellemektedir. Olayı dış yönü ile in-celediğimiz zaman bütün Arap Dünyasının, dolayısı ile Suudi Arabistan'ın, İsrail'in can düşmanı olduğunu görürüz. Ama Orta Doğuda İsrail'i ayakta tutan en büyük güç Amerika'nın, bölgedeki ikinci derecedeki müttefikinin de Suudi Arabistan olduğunu müşahede etmekteyiz. Amerika, bir yandan İsra-il'in bölgede devlet olarak ayakta kalmasını sağlarken, öbür yandan İsrail'in can düşmanı Suudi Aarabistan'in da savun-masını üstlenmekte ve sözümona onu Irak'a karşı korumak-tadır. Tabi ki Saddam tehlikesine karşı kendisini koruyanAmerika'ya karşı Suudiler borçlarını ödemekte, yeraltı ve ye-rüstü kaynaklarını ABD'nin emrine sunmaktan büyük mutlu-luk duymaktadır. Amerika, Suudi Arabistan'ı Saddam'a karşı koruduğu için Suudilerden aldığı dolarları Filistin'de Müslü-man Arapları insafsızca katleden İsrail'e, katliamlarıni daha iyi yapsın diye yardım olarak vermektedir. İsrail'in can dostu Amerika, İsrail'in can düşmanı Suudi Arabistanı niye koru-yor veya İsrail'in can düşmanı Suudi Arabistan! İsrail'in en yakın dostu Amerika'ya nasıl güveniyor ve onunla nasıl işbir-liği yapıyor? Bu oyunda bütün insiyatif, İsrail'in elinde midir? Komployu esas tezgaha koyan güç Amerika olamaz mı?

Gerek Körfez Krizinde ortaya çıkan tablo ve gerekse İran-Irak savaşında bütün Avrupa ülkelerinin aynı anda hem İran'a, hem de Irak'a silah ve mühimmat satması Hristiyan Batının, İslâm Dünyasına karşı masum olmadığını, İslâm ül-kelerini birbirine düşürmede tahrikçilik rolü oynadığını or-taya koymaktadır.

Yukarda verdiğimiz birkaç örnek bile, dünyayı yönet-me hususunda Siyonistlerin yanlız olmadığını, enaz Siyonist-ler kadar Haçlı ruhunun da bu yönetimde etkili olduğunu or-taya koymaktadır. Hristiyan Dünyasının bu agressif tavrı ne-reden aldığını anlamak için Batılıların dinî durumlarını ve özellikle kutsal kitaplarını incelemek gerekir. Biz bu görevi yerine getirmeye çalışıyoruz. Batı'da İslâmiyet ile ilgili olarak yapılan çalışmalara bakılınca bizim araştırmamızın sadece gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik olduğu, Batı'da yazılanlar gibi belgelerin çarpıtılmadığı ve konunun tek yanlı olarak ele alınmadığı görülecektir.

Kitabımızın 1991 yılında yapılan ilk baskısından, Hristi-yanlarla birlikte sözüm ona bazı Müslüman aydınların da ra-hatsız olduklarına şahit olduk. Bir kısmı üniversite mensubu olan ve uzun süre Bâtida kalmış olan bazı kişilere göre, İncilleri böylesine bir eleştiri süzgecinden geçirmeye hakkımız yoktur. Bu, inanç hürriyetine aykırı bir davranıştır. Aynı kişi-lere, Hristiyanların Türkiye'de yapmış oldukları propaganda faaliyetlerini anlattığımız zaman, olayı çok büyüttüğümüzü, Türklerin de Avrupa'da cami açtıklarını, buna karşılık Avru-palıların da Türkiye'de propaganda yapma haklarının oldu-ğunu iddia etmişlerdir. Bu iddiayı ileri sürenlerin büyük bir kısmının Batıda eğitim gördüklerine, akademik çalışmalarının bir kısmını Batıda tamamladıklarına şahit olmaktayız. Şüphe-siz Batıda eğitim görmüş herkesin böyle düşündüğünü söyle-miyoruz. Batıda eğitim gördüğü halde manevi ve milli duy-guları güçlü, Batıya uydu olmamış birçok aydınımızın var ol-duğunu biliyoruz. Ancak Batı ülkelerine eğitim ve araştırma yapmak üzere giden aydınlarımızdan bir kısmının burada Hristiyan misyoner örgütlerinin eline düştüğünü de bilmekte-yiz. Maddi imkânsızlıklar yüzünden bu örgütlerin eline dü-şen bir kısım öğrencilerimiz, misyonerler tarafından sinsi bir şekilde denetlenmekte, kendi ülkeleri aleyhinde gizlice prog-ramlanmaktadırlar. Bu öğrencilerin büyük bir kısmı, bulundukları ülke lehine ve kendi ülkeleri aleyhine programlandık-larından dahi habersiz olarak, eğitim gördükleri ülkenin ve bu ülkenin dininin hizmetkârı olarak kendi ülkesine geri dön-mektedir. Batılılar kendi ülkelerine gelen bu öğrencileri adeta beyinlerinden iğdiş etmekte, onların Batı ve Hristiyanlık aley-hinde düşünemeyecek kadar fikir ve düşünce iktidarsızlığına uğramasını sağlamaktadırlar.

Batı aleyhine fikir üretemeyecek kadar bu şekilde iktidar-sızlaştırdıkları insanların, kendi ülkelerinde önemli mevkile-re, özellikle devlet yönetiminin kilit noktalarına gelmesini sağlayan Batılılar, bir taşla iki kuş birden vurmakta, eğitim için ülkelerine gelen bu insanları bir yandan kendilerine bağ-larken, öbür yandan bu kişiler vasıtası ile onların ülkelerini kendilerine sömürge haline getirmektedirler. Tabi ki çoğunluğu sömürge aydını mantığına sahip olan bu insanların, Hristiyan-lığın ve incillerin içyüzünü anlatan bir kitaptan rahatsızlık duyma-maları mümkün değildir. Bu tür bir kitaptan rahatsızlık duyma-maları onların yetiştirilme ve programlanma amaçlarına aykırıdır.

1995 yılı içinde İngiltere Hükümeti Başbakanının Bosna-Hersek ile ilgili olarak söylemiş olduğu sözler İslâm Dünyasının, özellikle Türkiye'nin gözlerini açacak ve körü körüne Batının emrine âmâde insanları uyandıracak mahiyettedir. John Major'a göre "Avrupa'nın göbeğinde (Bosna'da) Müslüman bir ülkenin var olması Batı kültü-rü ve Hristiyan Dünyası için büyük bir tehlikedir, dolayısı ile böyle bir devletin kurulmasına müsade edilmemelidir. Sırplar tarafından Bosna'da yapılan katliama müdahele edilmemeli ve Bosna parça-lanmalıdır". Majör bu görüşünü açıkladıktan sonra, Sırpların yaptı-ğı katliama Müslüman ülkelerin müdahele etmeleri konusunda en-dişe etmeye gerek olmadığını, zira bu devletlerin yöneticilerinin büyük bir çoğunluğunun kendi kontrolleri altında olduğunu ve kendileri (Batılı liderler) istemediği sürece onların Bosna'ya müda-hele edemeyeceklerini tevile imkân bırakmayacak açıklıkta ifade etmiştir. Major'un bahsettiği kontrol altında olan ve her işi Batı'dan izin alarak yapmaya alışan liderler, biraz önce bahsettiğimiz müs-temleke aydınlarıdır, bunların herşeyi Batı'ya endekslidir. Bunlar Batı menfaatleri gerektirdiği zaman bir İslâm devleti ile dahi sava-şa girilebilirler, ama kendi ülkelerinin yararına olsa bile Batı'ya, Hristiyan Dünyasına karşı asla savaşamazlar. Bu mantıkla hareket eden insanların Hristiyan Batı Dünyasının hoşuna gitmeyecek bir kitabın yayınlanmasından rahatsız olmamaları mümkün değildir. Kendilerine "aydın" unvanını veren bu kişilerin, Batı'nin menfaat-lerini koruma konusunda fanatiklik derecesinde yobazlaşıp bağ-nazlaştıklarım görürüz.

Bosna konusunda Batı'nın çifte standardını anlayamayanların uyanması için Çeçenistan'da meydana gelen olaylar bir fırsattır. Rus şovenizminin ve barbarlığının Müslüman Çeçenleri yok edişi ve Batlı liderlerin hadiseyi görmezlikten gelişi bile bu insanları Bati konusunda uyaramıyorsa bunlara ne söylenebilir! Rus zul-münden kurtulmak isteyen bir milyonluk Çeçen halkının, 150 milyonluk Hristiyan Slav kitle tarafından imha edilemeyişi karşısında şaşkına dönen Batılı liderler, Rus yetkililere "Daha ne duruyorsunuz, bitirin artık şu işi de dünyaya rezil olma-yın" demekte ve Rusların Çeçenleri imha edebilmesi için onlara her türlü yardımı yapmaktadırlar.

İslâm Dünyasında ve ülkemizde mevcut olan müstemleke aydınlarını gaflet uykusundan uyandırabilecek son bir örnek de Türk bayrağındaki ayyıldızın bayrağımızdan çıkarılmak is-tenmesidir. Avrupa Topluluğuna katılmak için canla başla ça-lışan Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanına Batılı bir parla-menter, açık açık Türk bayrağındaki ayyıldızdan Batının ra-hatsız olduğunu, bayrağımızdan ayyıldızın çıkarılması halinde Avrupa Topluluğuna girişin çok kolaylaşacağını söylemiştir. Bu ifade, Batının Türkiye'yi Gümrük Birliğine veya Avrupa Topluluğuna almak istemeyişindeki temel gerekçeyi ortaya ko-yuyor. Türk bayrağında hilal bulundukça Batılının haçlılık da-marı kabaracak ve Türkiye'yi topluluğa almayacaktır.
Kırım, Kafkasya, Azerbaycan vb. yerlerden gelen son ha-berler bütün İslâm Dünyası için ürküntü vericidir. Katolik, Protestan ve Ortodoks mezheplerine mensup Hristiyan misyo-nerler, bizim araştırdığımız ve içinde yüzlerce çelişki tesbit ettiğimiz İncilleri buralarda köy köy, kasaba kasaba dolaşarak propaganda etmekte, İslâmî bilgilerden yoksun insanları Hris-tiyanlığa davet etmektedirler. Bu misyonerler propaganda yaptıkları halkın fakirliğinden ve cahilliğinden de istifade ede-rek onları Hristiyanlaştırmaktadırlar. Hristiyanlığı kabul etme-leri halinde kendilerine maddi yardım yapılacağı, hatta Avru-pa'ya mülteci olarak götürülecekleri vadedilen bazı insanlar İslâmiyet hakkında da hiçbir şey bilmedikleri için maddi menfaat karşılığında Hristiyanlığı kabul etmektedirler. Bu vahim durum karşısında kitabımızın Ruscaya çevrilerek eski Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan Müslüman toplulukla-ra dağıtılması ve hile ile Hristiyanlaştırılmak istenen bu insan-ların uyarılması gerekli hale gelmiştir.

Batı Dünyası için yukarda ileri sürmüş olduğumuz görüşler yüzünden, bazı kişilerin bizim, "Avrupa'ya savaş açalım" şeklinde bir çağrı yaptığımızı sanmalarını doğru bulmuyoruz. Dünya siyaseti neyi gerektiriyorsa o yapılmalı, devleti yöne-tenler temkinli davranmalı, hatta tenkide tabi tuttuğumuz Ba-tı'da bize yarayacak iyi ve güzel şeylerin hepsi hiç vakit geçi-rilmeden alınmalıdır. Ancak onların inançları ve inançların-dan kaynaklanan çifte standardlı davranışlarıni da bilmeli ve gerekli tedbirleri almalıyız.

Kitabın birinci baskısından rahatsızlık duyan bir başka grup daha var ki, bu grup diğer iki gruptan çok daha farklıdır. Bu gruptaki kişiler Türkiye'deki bazı İlâhiyat Fakültelerinde öğretim elemanı olarak çalışan kimselerdir. Bunlardan bir kıs-mına göre biz, İncilleri tenkid ederken İncil Tefsirlerine bak-madan bu kitapları eleştirmişiz. Bunlar, belki kitabımızı tam olarak incelemediklerinden, belki de yabancı dil yetersizliğin-den dolayı araştırma esnasında faydalandığımız İngilizce İncil tefsir ve tarihlerini farkedememişlerdir. Kitabın bibliyograf-yasını dikkatle incelemiş olsalardı böyle bir tenkid yapmaya cesaret edemezlerdi.

Kitaba eleştiri yönelten ikinci bir ilâhiyatçı grubuna göre kitabımız, apolojik bir eserdir ve İslâmiyeti savunmaya yöne-liktir, dolayısı ile bilimsel araştırma hüviyetinden mahrumdur. Onlara göre Türkiye'de bir üniversitede böyle bir kitabın ya-yınlanması büyük bir talihsizliktir, bu kitabın yayınlanması Avrupa Topluluğuna girmeye çalışan Türkiye'nin çabalarını olumsuz yönde etkileyecektir. Herşeyden önce bu kişiler, kullandıkları "apoloji" kelimesinin anlamını ya tam olarak bilmemekte veya kelimeyi kasıtlı olarak kullanmaktadırlar. Bir kita-bın apolojik olması için onun bir inancı savunması ve bu inan-ca karşı olan diğer inançları gözü kapalı olarak eleştirmesi ge-rekir. Bizim kitabımız herhangi bir inancı savunmamaktadır. Eğer biz araştırmamızda Kur'an-ı Kerim ile İncilleri karşılaştı-rıp, Kur'an-ı Kerimin İncillerden daha üstün bir kitap olduğu-nu söylese idik, Kur'anı savunduğumuzdan apoloji yapmış olurduk. (Böyle bir karşılaştırmanın yapılmasının gerekli oldu-ğuna da inanmaktayız). Halbuki biz sadece İncillerin senedi ve metni üzerinde bir çalışma yaptık. Kur'an-ı Kerim ve diğer İslâm kaynakları ile herhangi bir karşılaştırma yapmadan İn-cillerin senet ve metinleri üzerinde yapılan çalışma, peşin hü-kümle yapılmış bir çalışma değildir. İncillerde var olmayan hiçbir şeyi, (bazı müsteşriklerin Kur'an-ı Kerim üzerinde çalı-şırken yaptıkları şekilde) bu kitaplarda varmış gibi gösterme-dik. Eğer bu kitap apolojik bir kitap ise Nöldeke'nin, Goldzi-her'in, M. Watt'm vb. oryantalistlerin Kur'an-ı Kerim üzerinde yaptıkları bütün çalışmalar apolojik eserlerdir. Adı geçen Batılı bilim adamlarının eserlerini başucu kitabı gibi kullanan bu ki-şilerin, bizim kitabımıza apolojik eser demeleri, onların gerçek niyetlerini ortaya koyar. Bu kişiler, oryantalistlerin Kur'an-ı Kerime ve İslâma yönelttikleri tenkidleri aslı var mı, yok mu hiçbir araştırmaya tabi tutmadan olduğu gibi kabullenmekte ve kendileri sanki birer müsteşrikmiş gibi Batılı hocalarının yö-nelttikleri tenkidleri aynen İslâma yöneltmektedirler. Onlara göre herşeyi Batılılar bilir, onlar ne demişlerse bir hikmeti var-dır ve onların dediği mutlaka doğrudur.

Kitabın apolojik mahiyette olduğu, ilmî bir eser olmadığı şeklindeki iddialara karşılık, Genel Kurmay Başkanlığı, Milli Güvenlik Kurulundan kitabın incelenmesini istemiş, Milli Güvenlik kurulu da akademisyenlerden kurulu bir jüriye kitabı
inceletmiş ve jüri kitabın bilimsel metodlarla hazırlanmış ilmî bir eser olduğu yolunda rapor vermiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı da yaptığı inceleme sonunda Lise ve dengi okullarda yürütül-mekte olan misyoner faaliyetlerine karşı, bu okulların öğrenci-lerine kitabı tavsiye etmiştir. Yine Diyanet İşleri Başkanlığı da Yüksek Din İşleri Kuruluna kitabı inceletmiş ve bu inceleme sonunda Diyanet Yayinevlerinde kitabın satılması için karar-vermiştir. Ayrıca 1993 yılında Profesörlüğe yükseltilmemiz için oluşturulan Jüri dosyasına kitap "Başlıca Araştırma Eseri" olarak konmuş, beş kişiden oluşan jüri, eseri olumlu olarak de-ğerlendirmiş ve bizi Profesörlüğe yükseltmiştir.

Kitabın Birinci baskısının üzerinden beş yıla yakın bir sü-re geçmesi yüzünden, ikinci baskıda zorunlu olarak bazı ilâveler yapıldığı gibi, bazı çıkarmalar da yapılmıştır.

Araştırmanın başlangıç safhasında konuyu seçmeme yar-dımcı olan ve akademik çalışmalarımın her döneminde bana her zaman destek olan hocam merhum Prof. Dr. Hikmet Tan-yu'yu ikinci baskı vesilesi ile rahmetle anıyorum. Kitabın bi-rinci baskısının yapılmasından sonra ortaya çıkan dayanılmaz baskılar karşısında beni sonuna kadar destekleyen ve ikinci baskı için teşvik eden ve kısa bir süre önce elim bir trafik kaza-sında kaybettiğimiz muhterem ağabeyim, hocam merhum Prof. Dr. Günay Tümer beyi de minnet ve rahmetle anıyorum.

5.1.1996 Prof. Dr. Şaban KUZGUN